GüncelManşet

(İzlenim) Cizîr halkı yaralarını sarıyor!

T. Kürdistanı her daim büyük bedellerin ödendiği, bedellerin ödetildiği coğrafya… Yok, edilmeye çalışılan bir halk… Ve son süreçte topuyla tüfeği ile girdiği bebek, çocuk yaşlı demeden tüm halkı “terörist” ilan ederek katliamları meşrulaştıran devlet gerçeği… Cansız bedenleri araçların arkasında sürükleyerek “güç gösterisi” sergileyen yine cansız kadın bedenlerini çıplak bir şekilde teşhir ederek direnen kadınlara mesaj veren, “vahşet bodrumlarında” onlarca insanı yakarak katleden devlet gerçekliğini okuyor ve tarihten biliyordum.

HDP’nin çağrısı ile devrimci ve demok-rat kurumların içinde yer aldığı Cizîr’i incelemek ve dayanışmayı büyütmek için oluşturulan heyette Partizan adına biz de yer aldık. Mêrdin’de buluşan heyet, Cizîr ve İdil’de incelemeler yapmak için yola çıktı. Yol boyunca aylardır adeta savaş ilan edilen Kürdistan coğrafyasını izledim, neden bir halk bu kadar acıya, soykırıma maruz bırakılır diye düşündüm. Cevabını bildiğim, ama yine de kendime sorduğum yığınla soruyla Cizîr’e vardık.

Cizîr yaralı, Cizîr ölüm döşeğinde ama ne olursa olsun Cizîr şu an dahi kendini savunabilir. “Cizîr yaralı ancak yaralarını saracak ve yine özgürlük için mücadele edecek.” Bu cümle Cizîr DTP Eş Başkanına ait. Evet, Cizîr ciddi yaralar almış, yakılan yıkılan evlerde kurşun izi olmayan bir tek duvar yok. İnsanların yüzlerinde hüzün ve acı var. Her ne olursa olsun oradaki insanların gözlerinde bir yandan da “Yenilmedik!” bakışı var.  Cizîr’de direnenlerin gözlerinde ve yüreklerinde başkaldırının asiliğini gördüm. Nur ve Cûdi Mahallesi’ne gittiğimizde gazetelerde, sosyal medyada okuduğum haberlerden daha derin bir direnişin olduğunu gördüm. Direnenleri yok etmenin devlet geleneğinde olduğunu biliyordum ve bu mahalleler adeta yok edilmişti.

Direnen kadınların terk etmediği sokaklardı buralar. Mehmet Tunç’un sonuna kadar direnerek can verdiği bodrum katlarıydı. Orhan Tunç’un yaralıları almaya giderken doğacak çocuğunun dönemezsem adı Bekes (kimsesiz) olsun dediği ve ölümsüzleştiği sokaklardı. Bu sokaklar devletin katliamcı yüzünü ve direnen Kürt halkının destanını unutmayacaktı. Çocukların zafer işaretleri ile en yükseğe kalkan kollarında gelecek günleri muştulayan öfkeyi kim görmezlikten gelebilir ki? Bu sokaklar, devletin kolluk güçlerini çocukların toplanmasından dahi korktuğu sokaklardı. Bu sokaklar, bizim gerçekleri tüm dünyaya duyurma sorumluluğumuzu bir kez daha yüzümüze çarpandı.

Barut kokusu altında yıkıma uğramış Hezex’e geldik. JÖH, PÖH, Esadullah timlerinin duvar yazılamaları var her yerde: “Allah tektir, ordusu Türktür”. Abluka kalkmasına rağmen Hezex’in her mahallesinde milliyetçi marşlarla gezmeleri, “biz buradayız” mesajı verme çabalarının en bariz örneklerindendi.

On beş gün olmuştu abluka kalkalı…  Ama ağır barut kokusu insana şimdi burada bir çatışma var hissi veriyordu. Devletin yoğun bir şekilde saldırdığını gözlemlemek mümkündü. Evlerin içine atılan kimyasal maddelerin tüm beyaz eşyaları yok ettiğini ancak halıların yanmadığını görmek vahşetin ne denli boyutlu olduğunu gözler önüne seriyordu.

Kilisenin, tarihi çeşmenin paramparça edilmesi bir kültürü yok etmenin acizliğini sorgulamaya başlıyorsun. Egemenlerin insan üzerinde uygulayacağı soykırımı düşünüyorsun. Sonra ezen-ezilen çelişkisi beyninin içinde tekrar tekrar şekilleniyor. Kürdistan sen ki ne direnişlere beşiklik yaptın! Kadınlar özgürlük marşlarını en ön saflarda söyledi, çocukların gözleri önünde katledilirken büyükleri gelecekte direniş zaferlerini yazacaklarına söz verdiler. Ve bugün orada olmanın önemini bir kez daha anladım. Bize düşen görevlerin, ana müdahale etmenin gerekliliğinin yakıcılığını hissettim. Kürdistan direniyor… Kürdistan halkı yaralarını sararken dayanışma ruhunun eksik kaldığını biliyor. Bizler de nerede direniş ve zülüm varsa orada olmamız gerektiğini biliyoruz. O zaman Kürdistan’a sadece gitmek, görmek değildir bizlere düşen. Orada bulunmak ve Kürt halkının özyönetim direnişini büyütmektir.

 

Bir Partizan okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu