Güncel

Yorum | Her alanda tekleştirilmenin tezahürü: Cemaatlere operasyon

Açıktır ki, egemen sınıf kliklerinin iç çatışmalarının derinleşiyor ve OHAL uygulamasının daha da ağırlaşarak “yasal kılıfa” büründürülerek devam ediyor olması nedeniyle bu tür operasyonlara ihtiyaç duyuluyor. Her alanda tekleştirilmenin tezahürüyle karşı karşıyayız.

“İnanç, hangi yaşam ortamında, hangi bilgi düzeyinde olursa olsun, insanla yaşıttır. İnsan yarattığı inançla kendini, çevresini düzenler, bir yandan kendini düzenlediği bu çevreye, bir yandan da düzenlediği bu çevreyi kendine uydurur. Bu eylemle karşılıklı sınıflandırmalar başlar. İnsan çevresiyle, çevresi insanla sınırlanır.” (Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi, İ.Z. Eyüboğlu)

İslam inancının kutsal kitabı Kur’an içeriği, anlatımı, net katı kuralları ile belirlenmiş yoruma (reforma) açık olmayan bir kitaptır. Hiçbir koşul ve şart altında tarihin değişen sosyal toplumsal anına uyarlanamaz. O bir dogmadır ve ortaya çıktığı çağın kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır. Var olanın dışında Kur’an’da yapılacak her türlü reform içeriği taşıyan uygulama İslam dinine aykırıdır.  Dinden çıkmak ‘sapkınlık’ olarak kabul edilir ve şeriat hukukunda en ağır cezayla cezalandırılır. Ayrışmaya, ayrı bir mezhep oluşturmaya veya tarikat kurmaya, yeni yorumlar getirmeye yer yoktur. Tanrı birdir, peygamber birdir, ibadet ritüelleri birdir ve sorgulanamaz-değiştirilemezdir. Tanrı, peygamber ve kutsal kitap dışında bir kutsallık, tapınıcılık, yol gösterici, güncellenmiş ibadet ritüelleri kabul edilmez. Buna karşı mezhepler ve tarikatlar bunların tam zıddı bir pratik içinde yeni ibadet ritüelleriyle birlikte kutsallık hatta mehdilik atfettikleri şeyhleriyle, Tanrı ve peygambere yönelmede aracı kurumlar olarak ortaya çıkıyorlar.

Tarikat liderlerine atfedilen özel ayrıcalıklar, tapma aşamasına varan coşkun bağlılık, tek tanrılı dinlerden çok tanrılı dinlere günümüzde değin uzanan bir durumdur. Adnan Oktar ve türevlerinin mantar gibi her yerden bitmeleri eski inanç alışkanlıklarının kültürel aktarımları sonucu sosyal alanda arkalarından yürüyecek müritler oluşturabildikleri gerçekliğinin bir ürünüdür.

 

“İslam coğrafyasında 400 tarikat ve 120 mezhep var”

Dinlerin, mezheplerin ve tarikatların ortaya çıkışları büyük toplumsal kargaşanın, altüst oluşların yaşandığı dönemlere denk gelir. Sosyal adaletsizliğin derinleştiği, sınıf ayrımlarının, açlığın-yoksulluğun kalıcılaştığı dönemlerde insanlar yaşadıkları kötü hayat koşullarından, sıkıntılarından kendini kurtaracak bir dayanağa ihtiyaç duyar. Bu da karşımıza din ve onun değişik biçimlerde vücut bulmuş hali olan mezhepler ve tarikatlar olarak çıkar.

Anadolu coğrafyasında ermişlerin, pirlerin, şeyhlerin yaygın bir şekilde “Horasan Ermişleri” olarak ortaya çıkışları 12. ve 15 yüzyıllarına denk düşer. Bu tarihlere baktığımızda Bizans ve Selçuklu İmparatorluklarının halk üzerindeki acımasız baskıları ve bunların yanı sıra Moğol istilasının Anadolu’yu kasıp kavurduğu, halkın en ağır baskı koşullarına mahkûm edildiği, açlığın egemenlerin zulmü altında hepten çekilmez bir noktaya ulaşmış olduğu görülüyor. Engels’in belirtiği gibi; Din savaşları adı verilen durumlarda maddi sınıf çıkarları söz konusudur. Bu sınıf savaşları o çağda dinsel bir nitelik taşıyor olsa da savaşımların ezen-ezilen ayrışması, inanç maskesi altında yapılıyor olması gerçeği değiştirmiyor.

Tarikatlar nesnel zeminleri gereği yoksullardan beslenmiştir. Bu (kelimenin tam anlamıyla) beslenme her yönüyle bir beslenmedir. Tarikatlar üretim içinde olmayan ama üretici yoksul halk üzerinden geçinen tüketici topluluklar kurmuşlardır. Yazar İ.Z. Eyüboğlu’nun deyimiyle “Yoksul kesime sadece öğüt gönderiyor, yoğurt istiyor… Üretici güçlerin ilgisini başka bir alana çekerek tarikat kurucusunu insanüstü tanrısal bir varlık olarak göstererek, varlıklarını sürdürüyorlar.

Selçuklu döneminden günümüze tarikatlar genel olarak merkezi iktidar odaklarıyla uyum içinde olmuş, Sünni-Hanefi olmaları, üretim içinde olmayan tüketici konumda olmaları sınıfsal çıkarlarını da iktidar güçleriyle ortaklaştırmıştır. Bu özelliklerinden dolayı yaşam alanlarını genişletmede, sosyal-siyasal örgütlenmelerinde devlet olanaklarından yararlandırılmışlardır.

Egemen sınıflar tarikatlar üzerinden toplumun geniş kesimlerini kontrol altında tutmuş (tutmaya çalışmış), kendi siyasi istikballerini buralarda var ederek halk üzerinde istedikleri gibi manipülasyon yapmışlardır. Osmanlı sultanlarının her birinin tarikat mensubu olmaları ve devamında cumhuriyet sonrası devlet erkânı içinde yer alanların aynı şekilde tarikat bağlantılarının kesintisiz sürmesi, Sünni-Hanefi kurumlara devlet kurumu niteliği kazandırmıştır.

Günümüzde birçok tarikat kurumu (vakıf, dernek vs.) “kamu yararına olan kuruluşlar” kategorisinde olup her türlü ticari işlemde vergi muafiyetine sahip oldukları gibi, bürokratik kolaylıklarla önleri açılmakta, hukuksal olarak koruma altında tutulmaktalar. “Kamu Yararına” coğrafyanın en ücra köşelerine kadar tarikatlara öğrenci yurtları açtırılması kindar ve dindar bir nesil söyleminin pratikte uygulanması olarak karşımıza çıkmakta bugün. Yoksulluk ve imkansızlık nedeniyle özellikle kırsal bölgelerde aileler çocuklarını bu tarikat yurtlarına vermek zorunda bırakılıyor. Küçük çocuklar her türlü saldırıya açık bir şekilde muktedirler tarafından sunuluyor. Buralarda yaşanan hadiseler kamuoyuna zaman zaman yansısa da hızlıca üzeri örtülüyor ya da görmezlikten geliniyor. Coğrafyanın değişik yerlerinde üç binin üzerinde bu tür yurtların olması yapılmak istenilenin küçük bir resmi gibi. Araştırmayan, bilimsel sorgulayıcılıktan uzak bir nesil şeyhlerine biatle egemenler için dikensiz gül bahçeleri oluşturmanın bir aracı oluyorlar.

Düne kadar muktedirlerin koruması altında olan, çok amaçlı İsviçre çakısı gibi operasyonel faaliyetlerde kullanılan Adnan Oktar grubuna yapılan operasyon, yeni devlet sisteminin “cemaat” alanındaki yeni yapılandırmasının ön adımlarıdır. Furkan Vakfı ve ardından Adnan Oktar grubuna yapılan operasyonun son olmayacağı rutin dışına çıkmaya çalışanların sırada olduğu, “yerli ve milli” olmayan cemaatlerin hedefe alındığı yaygın bir şekilde dillendiriliyor. Bir yandan tarikatlara geniş örgütlenme alanları sunulurken diğer yandan operasyonlarla köşeye sıkıştırılmış gözükmeleri, çelişkili bir durum izlenimi verse de siyasi-sosyal ve ekonomik alanda yaratılmak istenen tek tip yaşamın inanç alanında da tek tipleşmeye gidildiğini gösteriyor. Açıktır ki, egemen sınıf kliklerinin iç çatışmalarının derinleşiyor ve OHAL uygulamasının daha da ağırlaşarak “yasal kılıfa” büründürülerek devam ediyor olması nedeniyle bu tür operasyonlara ihtiyaç duyuluyor.

Her alanda tekleştirilmenin tezahürüyle karşı karşıyayız.

(Bir Özgür Gelecek okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu