Makaleler

Toplumun ve Doğanın Sırtındaki Yük: Burjuva Sınıfı

Bütün canlıların yaptığı gibi insan da kendi yaşamını sürdürmek için mücadele eder. İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik, doğada bulduklarıyla yetinmez, doğadan aldıklarını yeniden üretir ve başka biçimlere sokarak yaşamını daha nitelikli kılar. Hayvanlar doğadan aldıklarını doğaya geri verir. İnsan ise doğadan aldıklarını geri vermiyor, tersine “üretim” adı altında onu tüketiyor, yani yok ediyor. İnsan doğayı tüketirken, hayvan doğayı yeniden üretir. Bu da hayvanın insana olan üstünlüğü denebilir.

Burada sözü edilen doğa, dünya denen gezegenin üzerindeki tüm organik-inorganik bileşiklerden meydana gelen yaşam oluşumlarıdır. Birinin yok olması ya da eksilmesi, doğanın eksilmesi, doğanın kendini yeniden üretmesinin zorlaştırılmasıdır.

Konuyu biyolojik detaylara götürmeden, anlatmak istediğimiz noktaya gelelim.

İnsan, kendisi dışındaki diğer canlılar gibi basitçe yaşayamaz. Yaşamını sürdürebilmek için üretmek zorundadır. Üretmek için ise üretim araçlarına gereksinim duyar. Bunlar doğada hazır değildir ve doğadan aldığı maddelere şekil vermek zorundadır. Üretmek ve üretmek için üretim araçları faaliyeti sırasında insan doğayı tüketir. Ancak, bu doğayı tükettiği kadar üretemeyeceği, doğadan aldıklarını doğaya geri veremeyeceği anlamına gelmez. Ama, bugün insan bunu yapmıyor. Doğadan aldıklarını doğaya geri vermiyor. Bu gelişme sarmalı ise, doğanın kendini yeniden üretemez duruma gelmesine ve ölmesine neden oluyor. Doğa ölünce ona ait olanlar (insanlar da dahil) da ölecektir. Zaten yavaş yavaş ölüyorlar. Ve son yıllarda ise bilim insanlarının açıkladıkları gibi, bu ölüm “yavaş”lıktan çıkıp “hızlanma” aşamasına geçmiştir.

İnsanlığın gelişimi toplumsal-sınıfsal bir gelişme seyri izlemişken, doğa bundan doğrudan etkilenmiştir. Sınıf ile doğanın ne ilişkisi vardır denebilir. Buna verilecek yanıt, doğrudan ilişkisi olduğudur. Toplumların sınıflara bölünmesiyle, insanların bir kısmının (ezilen sınıf) bir kısım (ezen sınıf) tarafından sömürülmeye başlamasıyla, doğanın insan tarafından sömürülmesi de aynı zamanda başlamıştır. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak insanın (kapitalizmde işçi sınıfı) sömürülmesindeki artış oranına bağlı olarak doğanın sömürülmesi de aynı koşutluğu göstermiştir.

İşçiden alınan artı-değer oranının artışına koşut olarak, doğanın sömürülmesi de aynı oranda artmıştır. Kapitalizm, işçiyi sömürüken, doğayı da sömürmektedir. Üretimin artması, doğanında o oranda tüketilmesiyle gerçekleşmektedir.

Teknolojik gelişmenin yüksekliği işçinin sömürülmesini engellemediği gibi, doğanın tüketilmesini de (tahribini) engellememektedir. Oysa, teknolojik gelişmelerin insan ve doğanın yaşamını kolaylaştırması ve iyileştirmesi düşünülür. Böyle olması da gerekiyor. Burada öne çıkan sorun, teknolojinin nasıl kullanıldığı ve hangi sınıfın elinde olduğuyla doğrudan bağlantılıdır. Zira burjuvazinin elindeki teknoloji, işçilerin ve doğanın zararına çalışıyor. Hem işçiyi tüketiyor hem de doğayı. Bu bağlamda, işçi sınıfıyla doğa aynı yazgıyı paylaşıyor. Burjuvazi her ikisini de eziyor ve yok ediyor.

İşçi kendini üretmek için yemek yiyor. Yemek yemezse kendini tekrardan üretip işbaşı yapamaz. Doğa da böyledir. Doğadan alınan doğaya verilmek zorundadır. Özellikle fosil yataklarının kullanılması doğrudan doğadan çalınması ve bir daha doğaya geri verilmemesi anlamındadır. Bugün kapitalist burjuvazinin en fazla tükettiği şey fosil yataklarıdır. Petrol, kömür, doğal gaz vb.lerinin kullanılıp tüketilmesi, geriye dönüşümsüzdür. Doğa bu yataklarla varlığını sürdürmektedir. Bunların tekrar yerine konulamaması, doğanın ekolojik dengesinin yok edilmesi, çürütülmesi ve doğanın öldürülmesidir. Kapitalist sistemin efendileri burjuvalar şimdi bunu yapıyor. Ve doğayı doğrudan katlediyorlar.

Burjuva sınıfı, insanların yaşaması için olmazsa olmaz olan üretim araçlarını özel mülkiyetlerinde toplayarak, daha baştan toplumu yok oluşun eşiğine getirmişlerdir. İnsanların üretim araçları salt fabrikalar vb. değildir. İnsanları yaşamak için doğadan alacaklarını da özel mülkiyetlerine geçirmişler; ne toprak, ne su ne de hava bırkamışlardır.

Bunu şöyle örnekleyebiliriz: Hayvanların elinden otlaklar alınınca, o hayvanlar beslenecek ot bulamayacakları için ölürler. Ve onlardan beslenen etçil hayvanlar da, yiyecekleri hayvan bulamayınca yok olacaklardır ve bu zincirleme böyle devam edecektir. Nitekim, bugün bunlar olmaktadır. Doğa, üzerinde var olan ve doğanın üretilmesinin olmazsa olmazları olan canlıları hızla birer birer kaybediyor. Yani, soyları tükeniyor. Her şey birbirine bağlı olarak varolabiliyor. Birbirine bağlı olarak varolma halinin eksilmesi, doğa üstündeki yaşam zincirinin halkalarını kopması ve yaşamın bitmesidir. Kapitalist sistem yaşamı bitiriyor.

Kâr için üretim, çöp için üretimdir

Burjuvazi, 7 milyar insanı doyurmak için “çok üretim” gerekli diyor ve bunun için de örneğin doğal olanların genetiğini değiştirerek bozulmasına ve doğanın ekolojik dengesinin değişmesine neden oluyor. Mısırın genetiğinin değiştirilmesi, mısırla sınırlı kalmıyor. Onu tüketenlerin de doğal dengesi ve yaşam kalitesi bozuluyor. Toprağın doğal ekolojik yapısı değişiyor. Üzerinde yaşayan börtü-böcekler yok oluyor. Börtü-böceğin yok olması ya da başkalaşması, toprağın canlılığını yok ediyor. Daha doğrusu toprağı öldürüyor. Ve olumsuz yöndeki bu değişim zincirleme devam ediyor…

Oysa bugün 7 milyar insanın yaşam gereksinimi için ne genetiği değiştirilmiş bitkilere ne de fosil yatakların kullanılmasına gerek vardır. Bugün burjuvazinin aşırı kârı için aşırı üretim-tüketim vardır. Burjuvazi, üretimi, insanların gereksinimlerine göre planlamıyor, azami kâr için planlıyor. Eğer üretim insanların gereksinimlerine göre yapılsa, ne açlık ne yoksulluk kalır ne de doğanın ekolojik dengesinin bozacak eylem olur.

Bugün, gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerde yiyeceklerin üçte biri çöpe gidiyor.

Örneğin, AB ülkelerinde yılda 100 milyon ton yiyecek çöpe atılıyor. Bozulan bu yiyecekler ise 227 ton karbondioksit üretiyormuş. Yine, BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre, her yıl gelişmiş ülkelerde 670 milyon ton, gelişmekte olan ülkelerde ise 630 milyon ton yiyecek çöpe atılıyormuş.(1)

Başka bir veri ise, daha korkunç bir olayı dile getiriyor: İngiltere merkezli Makine Mühendisleri Odası’nın 2013 yılı başında hazırladığı rapora göre:

Dünyada yaklaşık 4 milyar ton gıda üretiliyor ve bunun yarısı, yani 2 milyar tonu ya çöpe gidiyor ya da toprakta kalıyor.(2) Devamında ise, yılda 550 milyar metreküp tatlı su boşu boşuna harcanıyor.

Üretilen gıdaların yarısı çöpe giderken, BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) açıklamalarına göre, 2015 yılı itibariyle dünyada 795 milyon insan aç. Aynı örgüt, eskiye oranla açlık sayısında azalma olduğunu vurgularken, ama aynı zamanda 1990 yılına göre 24 Afrika ülkesinde gıda yetersizliği iki kat artmış.(3) Buna karşın, 2,1 milyar aşırı kilolu (obez) insan var. Burada, obezliğin sadece çok yemekten kaynaklanmadığını, aşırı kâr amaçlı üretilen besin değeri olmayan fast-food yiceklerden de kaynaklandığını belirtelim.

Bir tarafta aşırı birikim, diğer yanda ise aşırı yoksunluk-yoksulluk. Obezliğin en çok olduğu Suudi Arabistan ve ABD, gıda üretiminin en fazla israf edildiği ülkeler sıralamasında başı çekiyorlar.

Dünyanın en zengin sekiz kişisinin serveti 426 milyar ABD doları. Dünya nüfusunun yarısının, yani 3,6 milyar yoksul insanın serveti ise 409 milyar ABD doları kadardır.(4) Böyle bir durm yaratan sistemin ahlakını sorgulamanın bir anlamı yoktur. Bu, bir avuç burjuvazinin zor kullanarak milyonlarca insanın emeğini gasp etmesinin resmidir. Böylesi bir sistemi yaşatmanın ve böylesi bir asalak burjuvaziyi insanlığın sırtında taşımasının bir ahlakı var mı?

Burjuvazi, “az ye iyi beslen, herkese yetsin” diyor. Ancak, gerçek böyle değil. Sorun ne az yemekle çözülebilir ne de “doğru beslenmekle”. Sorun açlığı ve obezliği yaratan sistemin kendisindedir. Kapitalizm, insanların gereksinimlerine göre değil, aşırı kâr için üretim yapar. Bu da kaçınılmaz olarak, aşırı üretimi koşullar. Aşırı üretim olmasına karşın açlık onun ayrılmaz bir parçası olur. Bugün 7 milyar insanın yaşadığı dünyada 12 milyar insanı doyuracak üretimin yapıldığı söyleniyor. Ancak, çoğunluk doymuyor. Ve aşırı üretim nedeniyle hem doğa hem de insanlık katlediliyor.

Doğanın ve insanlığın yok edilmesinin önüne geçmenin yolu; kapitalist sistemi yıkıp yerine sosyalizmi kurmaktan ve komünist toplumu gerçekleştirmekten geçiyor. İnsanın kendi kurtuluşunun önündeki tek kurtuluş çözümü budur!

(1) BirGün, 28.01.2017

(2) BBC Türkçe, 10.01.2013

(3) Vahap Munyar, Hürriyet, 18.12.2016.

(4) www.oxfam.org/16.01.2017/Just…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu