Güncel

“Tecavüz faili Musa Orhan davasında savcılık oyalıyor”

Avukat Gulan Çağın Kaleli, Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüzü sonrası intihara sürüklenen İpek Er davasını anlattı

Avukat Gulan Çağın Kaleli, Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüzü sonrası intihara sürüklenen İpek Er davası ile ilgili gelişmeleri Yeni Yaşam Gazetesi’nden Hüseyin Kalkan’a anlattı:

Cinsel saldırı suçlarında derhal harekete geçmek çok önemli. İpek Er eve döner dönmez babası ile adliyeye gidiyorlar. Fakat çok komik gerekçelerle ailenin ve İpek’in başvurusu alınmıyor

Delillerin toplanmaya başlaması ile bu sürecin İpek üzerinde ruhsal olarak etkileri oluyor. Sürecin uzaması, yargı sürecindeki prosedürlere takılarak çok fazla oyalanması ruhsal bir yıpranma getiriyor

Musa Orhan, emniyetteki ifadesinde İpek ile bir ilişkisi olmadığını, kesinlikle tanımadığını söylerken, savcılık aşamasında bir duygusal birlikteliği olduğunu söylüyor. Bu çelişkiler ortaya çıkmalı

Batman’da İpek Er’in Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüzüne uğraması ve yargının tecavüzcüyü koruması nedeniyle intihara sürüklenmesi, Kürt illerinde kadınlara yönelik devlet destekli politikaları tekrar gündeme getirdi. Devletin tecavüzcü faili sahiplenmesi İpek Er’i intihara sürükleyen sürecin ana noktası oldu.

Batman Cumhuriyet Başsavcılığı önce tecavüz başvurusunu almamak için komik gerekçeler uydurdu. Aile ısrarcı olunca başvuru alında ama gereği yerine getirilmedi. Süreç Pınar Er’i intihara sürükledi. Bununla ilgili Siirt’te başlayan davada ise Ankara’dan bir avukat ekibi gönderildi. Davanın avukatlarından Gulan Çağın Kaleli, kasten uzatılan sürecin İpek Er’i intihara götürdüğünü söylüyor. Kaleli, bu süreci şöyle anlatıyor: “Biz İpek’in intiharının akabinde olaydan haberdar olduk. Daha sonra ailenin bize ulaşması ile birlikte hukuki sürece dahil olduk. O dönemde Batman’daki avukat arkadaşlarımız hemen gidip aile ile görüştüler. Ailenin bizden hukuki destek talebi vardı ama biz sürece dahil olduğumuzda ailenin daha önce bir hukuki mücadele verdiğini gördük.”

Savcılık oyalıyor

Avukat Kaleli, Er ailesinin verdiği hukuki mücadele ile ilgili girişimleri şöyle özetliyor: “İpek’in ailesinin yanına geri dönüp durumu aktarması ile birlikte, kendisinin bir cinsel saldırıya uğradığını söylemesinin hemen akabinde babası ile birlikte Batman Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunuyorlar. Hukuken cinsel saldırı suçlarında derhal harekete geçmek çok önemli. Ama savcılığın pratiği İpek’i ve ailesini oyalama yönünde olduğunu dosyadan görüyoruz. Çok komik gerekçelerle -işte savcı yok, şu anda işleme alamıyoruz, işte gidin bir hafta sonra gelin gibi- sürekli ailenin ve İpek’in başvurusunu almama yönünde bir hareketin olduğunu görüyoruz. Aile inat ediyor, böyle bir prosedürün olamayacağını söylüyor. Tartışmalar neticesinde o gün geri dönmek zorunda kalıyorlar. Aile avukatlara danışıyor, yakınlarına danışıyorlar ve neticede şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: ‘Hayır derhal harekete geçilmesi gerekiyor’ diye bir yönlendirme oluyor. Onlar tekrardan Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek, ‘Bizim bu başvurumuzu almak zorundasınız’ diyorlar. Savcılık, İpek’in ifadesini almak zorunda kalıyor. İpek, ifadesinde her şeyi anlatıyor. Kendisinin cinsel saldırıya maruz kaldığını, zorla bir evin içerisinden tutulduğunu, ilk cinsel birlikteliğe zorlandığını, daha sonra evlenme vaadi ile kandırıldığını, kendisinin Musa Orhan’ın bulunduğu ev ve şehirde bilerek uzaklaştırılmaya çalışıldığını her şeyi çok net bir şekilde anlatıyor.”

İntihara götüren süreç

İpek, bu cinsel saldırı ile birlikte ruhsal olarak yıprandığını ve bunun altından kalkamadığını bütün açıklığı ile anlatıyor. İntiharı ile ilgili ipuçları veriyor. Gulan Kaleli, bu süreçle ilgili şunları anlatıyor: “İpek niyetini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Savcılığa diyor ki ‘Ben bu kişinin cezalandırılmasını istiyorum. Ruhsal olarak kendimi çok kötü hissediyorum. Benim tüm hayatımı kararttı, ben intiharın eşiğine geldim’ şeklinde bir beyanda bulunuyor. Bu tutanakta var. Bunun hemen akabinde Adli Tıp Kurumu’na sevkler, oradaki araştırmalar başlıyor. Musa Orhan’ın evinde arama yapılıyor. Aslında iki ikametgah mevcut İpek’in anlatımlarına göre. Birisi kendi resmi ikameti olarak görülen, diğeri de cinsel saldırının gerçekleştiği ev. Bulunamadığı için kendi gerçek evinde arama yapılamıyor. Yeni bir arama kararı ile kaldıkları evde arama yapılıyor. Burada deliller toplanmaya başlıyor. Delillerin toplanmaya başlaması ile bu sürecin İpek üzerinde çok ruhsal olarak etkileri oluyor. Sürecin uzaması, yargı sürecindeki prosedürlere takılarak çok fazla oyalanması ruhsal bir yıpranma getiriyor. Ortada çok açık bir cinsel saldırı şüphelisi var. Çok ciddi bir isnat. Bu kişi bir devlet görevlisi ve bulunmaması diye bir şeyin olmaması gerekir. Görev yeri de Siirt. Ara ara yakın bölgelere görev çıktığı gibi bir beyanı oluyor ama neticede nerede olduğu belli. Devlet bünyesinde görev yapan birisinin bulunamama gibi bir ihtimali yok. Fakat yargı makamlarının süreci uzatma pratiğini biz en başta beri görüyoruz.”

Kürt toplumu hedefte

Uzman Çavuş Musa Orhan, aynı zamanda İpek Er’e fiziksel şiddet de uyguluyor. Avukat Kaleli bu konu ile ilgili İpek’in mektubundaki ifadeleri aktarıyor: “Sürecin uzaması, aynı zamanda ruhsal olarak yıpranması, bir cinsel saldırıya maruz kalması aynı zamanda evlenme vaadinin olması fakat bunun gerçekleşmemesi. Şunu da eklemek gerek: İlk gece Musa Orhan’ın kendisini cinsel birlikteliğe zorladığı sırada fiziksel şiddet de görüyor İpek. Yani zorla bir cinsel birliktelik gerçekleşiyor. İkinci ve üçüncü gün kendisi ile evlenceğini, mutlu bir hayat sağlayacağını söyleyerek kendisi ile birlikte oluyor. Biz bu süreci İpek’in mektubundan öğreniyoruz. İpek’in mektubunda Musa Orhan’ın onu kandırdığını, daha sonra birlikteliğe zorladığını, Musa Orhan’ın çevresindeki başka uzman çavuşların da bu olaylara şahitlik ettiğini çok net bir şekilde yazıyor.”

İpek Er davası iki taraftan yürüyor. Birincisi Batman Cumhuriyet Başsavcılığı’nda intihara yönlendirme suçundan yürüyen soruşturma safhasında bir dosya. Diğeri ise Siirt’te yürüyen ve artık 4. celsesi olan dosya ise nitelikli cinsel saldırı dosyası. Avukat Kaleli, Siirt’te yürüyen davaya Musa Orhan’ın katılmadığını, avukatlarının ise gelenek ve görenekten hareketle bütün Kürtleri hedef aldığını söylüyor: “İpek Er’in ablasının yaşamını duruşmada tartışmaya açtılar. Ablasının maddi bir karşılık beklenerek evlendiğini, bölgede bu tür evliliklerin çok fazla olduğunu, aslında Musa Orhan’ın ailesinden de bu para istendiğini, Musa Orhan ve ailesi bu teklifi kabul etmiş olsaydı Musa Orhan’ın yargılanmayacağını söylediler. Son celsede maalesef bir kadın avukat şunları söyledi: ‘Bir ailenin görevi kızını okutmaktır, kızını satmak değildir’ gibi bir ifade kullandı.”

Kötüye kullanılan hukuk

Musa Orhan tutuklanmadığı gibi İpek Er’in avukatlarının taleplerine rağmen mahkemede de dinlenmedi. Avukat Gulan Çağın Kaleli, Orhan’ın mahkemede mevcutlu olarak bulunmasının önemini şöyle anlatıyor: “Musa Orhan, şimdiye kadar savunma yapmadı. Susma hakkını kullanıyorum dedi. Aslında bu susma hakkının kötüye kullanımıdır. Çünkü şöyle konuştu: ‘Emniyetteki ifadelerimi tekrar ediyorum ancak susma hakkımı kullanıyorum’ dedi. Ancak Musa Orhan’ın emniyetteki ifadesi ile savcılık ifadesi arasında çelişkiler var. İlk başta İpek ile bir ilişkisi olmadığını, kesinlikle tanımadığını söylerken, savcılık aşamasında bir duygusal birlikteliği olduğunu söylüyor. Bu çelişkilerin ortaya çıkması için kişinin mahkeme huzurunda ifade vermesi gerekiyor. Musa Orhan’ın müdafileri Musa Orhan’mış gibi beyan verdiler. Ne dediler? ‘Kesinlikle böyle bir cinsel saldırı suçunun işlenmediğini, aslında duygusal bir birlikteliklerinin olduğunu’ söylediler, bunların aslında Musa Orhan’ın söylemesi gerekiyor, ama müdafileri söyledi.”

Savaş ve kadın

19. ve 20. yüzyıl siyasal tarihte “uygarlık dönemi” olarak nitelendirilir. Tarihsel ve siyasal yazında Avrupa kıtası bu uygarlık çağının kaynağı olarak betimlenir. Oysa bu yüzyıllar aynı zamanda büyük savaşlar dönemi, dünya savaşları dönemidir. Büyük savaşlar döneminde insanlığa özellikle kadınlara ve çocuklara karşı büyük suçlar işlenmiştir. Hangisi olursa olsun fark etmez, her devlet işgal ettiği topraklarda yaşayan kadın ve çocukları savaş ganimeti olarak gördü. Çok sayıda çocuk istismarı ve tecavüz yaşandı. Osmanlı devletinin son dönemine rastlayan Ermeni soykırımında hem kadınlara tecavüz edildi hem de birçok sayıda Ermeni çocuk adeta talan edildi. Osmanlı yenildikten sonra Ermeniler ve uluslararası örgütler uzun bir uğraş sonucu bu çocuklardan bazılarını kurtardı. Bunları devletin yayınladığı Ermeni meselesine dair belgelerden izlemek mümkün. Savaş sonrası Avrupa ne bu tecavüzleri cezalandırdı ne de konuştu. Çünkü bu yaygın bir suçtu ve bütün devletlerin eli bu suça bulaşmıştı. Ayrıca savaşa erkekler karar vermişti ve savaşın bir nedeni de kadınları, çocukları talan etmekti.

Kitlesel tecavüz çağı

İkinci Dünya Savaşı ise adeta kitlesel tecavüz çağını başlattı. Japonlar daha 1930’lu ve 1940’lu yıllarda işgal ettikleri Güneydoğu Asya ülkelerinde Japon askerlerini ‘rahatlatmak’ için bazı kaynaklara 400 bin kadını seks kölesi yaptılar. Savaş sonrasında Japonlar bu suçu kabullenmek yerine tarihin karanlık sayfalarına gömmek için çaba gösterdiler. Kadınlara ve insanlığa karşı işlenen bu suçta kimse ceza almadı. Ancak sonunda hem mağdurların ülkelerinin hem de insan hakları örgütlerinin çabalarıyla Japonya yarım ağızla da olsa özür diledi. Ayrıca 1994’te Asya Kadınlar Vakfı’na 800 milyon dolar ödedi.

Faşizm ve tecavüz

Nazi orduları Eylül 1939’da Polonya’yı işgal ettiklerinde Polonyalı (özellikle de Yahudi) kadınları öldürmeden önce mutlaka tecavüz ediyorlardı. Alman orduları SSCB’yi işgal ettiklerinde pek çok yerde Rus kadınlarını bu amaçla oluşturulan kamplara hapsettiler. Ayrıca Almanya’da, Polonya, Fransa, İskandinavya, Balkanlar, Rusya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan topladıkları kadınları bazı kamplarda topladılar. Bazılarını askerlerin ‘ihtiyaçları için’ diyar diyar gezdirdiler. Bu kadınların sayısının 50 bine yaklaştığı sanılıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Fransa ve Almanya’da Amerikan askerleri tarafından tecavüze uğrayan kadın sayısı 14 bin civarındaydı. 1950-1953 arasındaki Kore Savaşı’nda, 1950-1962 arasında Cezayir Savaşı’nda, 1945-1973 arasındaki Vietnam Savaşı’nda, 1971’de Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılması sırasında, 1975’te Endonezya Doğu Timor’u işgal ettiğinde, 1980-1992 arasında Peru’daki iç savaş sırasında, 1990’da Kuveyt’in Irak tarafından işgali sırasında ve Irak’ın ABD tarafından işgali sırasında, savaş yöntemi olarak tecavüze başvuruldu. 1992-1995 arasındaki Bosna Savaşı sırasında 16 bini çocuk olmak üzere yaklaşık 250 bin kişi öldü, öldürüldü, 20 ila 60 bin arasındaki kadın ve genç erkek, cinsel şiddete ve sistematik tecavüzlere maruz bırakıldı. Kısaca bütün savaşlarda kadınlar her açıdan hedef alındı. İpek Er’e yönelik saldırı da bunların bir parçasıdır. (Kaynak: Yeni Yaşam)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu