Makaleler

TC’nin hayalleri emperyalizmin sınırlarına çarpmaya mahkumdur

Wikileaks internet sitesi, 2010 yılı sonlarında, aslında geniş kesimlerce bilinen ya da en kötü ihtimalle tahmini güç olmayan diplomatik yazışmaları ifşa etmeye başlamıştı. Olay, ortaya saçılan bilgilerin niteliğinden öte, dünyanın en büyük emperyalist gücünün istihbarat ve teknolojik açıklarını internet bağlamında ortaya koymasıyla daha önemli bir hale gelmişti. İnternet dünyasında deprem etkisi yaratıp, sanal devrim olarak ifade bulan bu ifşaat büyük oranda ABD “gizli” diplomatik yazışmalarını içermekteydi. Söz konusu ABD olunca, onun yeminli uşaklarına ilişkin bilgilerin de artık herkes tarafından ulaşılabilir olması mümkün hale gelmişti.

Dün gizlilik içerisinde sürdürülen görüşme ve icraatların açığa çıkması haliyle bir meşruiyet krizine yol açmıştı. Güç düzeyiyle şekillenen diplomatik ilişkilerin krize girmesi bir tarafa, ifşaat olayı, bu tarz bilgilere konu icraatların kısmen açıkça gerçekleştirilmesini ve bilginin sıradan bir haber olarak yayımlanmasına da yol açmış olabilir.

Wikileaks’in 5.12.2010’da yayımlanan ve 4.12.2009 tarihinde ABD Türkiye Büyükelçiliği’nden Washington’a gönderilen 09ANKARA1725 referans numaralı “SECRET” (gizli) tabir edilen belgeye göre ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Finansal İstihbarattan Sorumlu Müsteşarı David Cohen, 19-20 Ekim 2010’da yaptığı Ankara ziyaretinde hükümeti, İran’la ticari ilişkilerin durdurulması konusunda uyarmış, terörün finansmanının engellenmesine yönelik yasa çalışmalarının hızlandırılmasını ve terör tanımının genişletilmesini istemişti.

Cohen’in ilgili ziyareti devam eden süreçte birkaç kez tekrarlanmak durumunda kalmıştı. Zira gönderilen belgeye göre Türk hükümeti adına Cohen’le görüşen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kendilerinin terörle 11 Eylül saldırısının çok öncesinden beridir uğraştıklarını; buna ilişkin yasanın (Terörle Mücadele Yasası) halizhazırda yürürlükte olduğunu; parlamentonun bütçe görüşmeleri dolayısıyla yoğun olduğunu ve bu nedenle istenilen yasanın yetişemeyeceğini; İran’la olan ticari ilişkiler konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BM-GK)’nin ilgili kararlarına uyacaklarını taahhüt etmişti. Şimşek’in bu, emredileni anlamazlıktan gelme, oyalamacı tavrı daha sonra ABD’yi bir hayli öfkelendirmiştir ki, Cohen’in sonraki ziyaretleri açıkça tehdit düzeyine varmıştır.

BM-GK’nin İran’ın uranyum zenginleştirme, yakıt geri-dönüştürme programlarını bahane ederek 2006’dan beridir çıkardığı altı adet karara rağmen üye TC’nin göstermelik de olsa 1929 sayılı son karara yönelik kullandığı “Hayır” oyunu göstermelik olmaktan çıkarmaya yeltenmesi ABD’nin talebini/emrini üst perdeden dillendirmesine yol açmış olabilir. Cohen’in sonraki ziyaretleri tamamen bu konuya odaklanmıştır ki, önceleri İranlı finans kuruluşu Bank Mellat’ın izole edilmesi isteği, kapatılması isteğine kadar yükseltilmiştir.

Zira 2010 Haziran’ında kabul edilen 1929 sayılı karar, öncelleri ile benzer yaptırımlar öngörmekle birlikte taraf devletlerin aktif önleme yükünü artırmış, nükleer programlarla ilişkisi olsun olmasın İran’la ilişkili ticari faaliyetlerin bitirilmesini ya da asgari düzeye indirilmesini düzenlemektedir. Bugün itibariyle bu kararlar Rusya ve Çin’in etkisiyle yeterince uygulamaya taşınamamıştır. Türkiye’nin bu etkiden uzak gösterdiği yetersiz tavır diplomatik baskının artırılmasını koşullamıştır.

Bank Mellat’la ilişkilerin asgari düzeye çekilmesine rağmen bankanın halen faal olması bir yana Başbakan T. Erdoğan’la dünürlükten hısım olan Albayraklara ait Çalık Holding bünyesinde faaliyet gösteren Aktif Bank’ın İran’la yürütülen ticarette yeni bir kanal olarak kullanılması sert uyarılara neden olmuştur. Cohen, son ziyaretinde açıkça Tahran’ın finansal kanallarının kapatılmasını istemiş, Türk muhataplarını yeni kanallar açılmasına mani olma konusunda uyarmıştır.

Bu vesileyle bir kez daha BM’nin ABD’nin tahakkümünde bir savaş aracı haline geldiği, emperyalizmin geleceği kurtarmak adına hamlelerinden ödün vermediği ortaya çıkmıştır. Türkiye’de ilgili ceza mevzuatında terör, aslında esnek bir tanımla düzenlenip adeta sınırsız bir kapsamda ele alınmasına rağmen uluslararası düzeyde uygulanabilirliği yetersiz kalmaktadır. Lübnan-Suriye-İran’dan oluşan Şii hattının en güçlü üyesine yönelik baskının artırılması için verilen talimatlar sadece mali nitelikte hamlelerle sınırlı değilse de bugün önemli bir yer kaplamaktadır. BM-GK’nin İran’a ilişkin kararlarında Türkiye’nin gösterdiği “gönülsüz” tavrı neo-osmanlı hayalleriyle açıklamak mümkün müdür bilinmez ama hükümete organik olarak bağlı sermaye gruplarının büyüme hırsının bir dereceye kadar etkisinden söz etmek mümkündür.

Türkiye’ye terörün finansmanının engellenmesine ilişkin yasal düzenleme dayatması, fırsattan istifade etmek için elverişli koşullar sunmuştur. Burjuva medya tarafından “büyük darbe” olarak sunulan ABD Hazine Bakanlığı’nın İran’a yaptırım karşılığı PKK liderlerini uyuşturucu kaçakçısı olarak kara listeye almasından birkaç ay sonra yasa tasarısı hazırlanarak meclise sunulmuştu. Tasarı geçtiğimiz günlerde yayımlanarak yürürlüğe girdi. Beklendiği üzere, daha çok uluslararası dengeler bakımından ABD’nin çıkarlarını korumaya dönük bu yasa ilk uygulamasını Kürt Hareketi’ne mali saldırılar gerçekleştirmenin aracı olarak kullanıldı. Savcılık, Van’da faaliyet gösteren on DKÖ hakkında 6415 sayılı bu yasa dayanak yapılarak kapatılma talebiyle dava açıldı.

Cohen’in emri gecikmeli de olsa yerine getirilecektir. Ancak Türkiye’nin kritik pozisyona sahip konumu beklentileri artırmaktadır ki, Cohen’den sonra yeni ABD Dışişleri Bakanı

Türkiye’ye gelerek, yeni talimatlarını sıralamış olmalı. Tam da o sırada, Kerry, gelmeden evvel Ankara’da ABD Büyükelçiliği’ne DHKP/C militanı Alişan Şanlı tarafından gerçekleştirilen bombalı eylem TC’nin itibarını fena halde sarsmış olmalı ki, eylem üzerine El-Kaide üyelerinin eylemi kendilerinden birinin yapmış olacağı üzerine yaptıkları telefon görüşmeleri iddia/bahane ve dayanak edilerek Türk polisi tarafından çakma bir El Kaide operasyonu gerçekleştirilerek efendiye hizmet/hediye sunulmuştur.

Kerry, muhtemelen Cohen’in talimatlarını yinelemiş ve İsrail’le ilişkilerin düzeltilmesini istemiştir. Türk devleti adına neo-osmanlıcık Ahmet Davutoğlu, biraz da iç kamuoyunun gönlünü hoş tutmaya dönük konuşması “çok sert” olmuştur. Mavi Marmara konusunda özür ve tazminat ile İsrail’in 1967 yılı öncesi sınırları çekilmesi taleplerinin müzakere edilemeyeceği belirtilmiştir. Fazlaca cilalanarak sunulan Davutoğlu’nun talepleri makul görünse de o aslında bu dünyada yaşamıyordur, ruhu şimdi ecdadlarının ruhuna yarenlik ediyordur, ya da bizim göremediğimiz başka bir mesele var. Aynı Davutoğlu, daha küçük düzeyde bir toplantıda da hiç savaşmadan, hiçbir ülkenin sınırlarına saygısızlık yapmadan Türkiye sınırlarının Sultan Süleyman devrindeki gibi genişletileceğini müjdeleyecektir.

Hezeyan içinde sarf edilen bu sözlerin hayalden gerçeğe intikal etmesi kendinden menkul bir saçmalığı haizdir. Zira emperyalizmin çizdiği sınırlar, biçtiği rollerden mütevellit bir dış politikanın hep aynı sınırlara çarpacağı açıktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu