Makaleler

TC-Rusya “yakınlaşması” ve geleneksel şantaj politikası

2011 yılı Suriye iç savaşı ile başlayan ülkeler arası politik süreç gelinen aşamada fabrika ayarlarına döndürülmeye çalışılıyor. Birçok açıdan değerlendirilmeye tabi tutulacak 5 yıllık dönemde, emperyalistler arası dengelerin kimi zaman gerildiği kimi zaman ise kapalı kapılar ardından yapılan hesaplarla stabilize edildiği süreçleri gördük.

Kobanê’nin kurtuluşu ve devamında Rojava’nın örülmesi ile sadece Türkiye’nin değil birçok ülkenin Suriye’ye dair politikası değişti. Ekonomik ve siyasal anlamda iç ve dış politikayı da etkileyen Rojava süreci, bugün Ortadoğu’daki dengelerin ana kolonunu oluşturmaktadır. TC devleti de Kobanê zaferi ve Rojava’nın inşasının yarattığı atmosferi, iç savaşı körüklemek ve devamında ortaya çıkan faşist, milliyetçi ve şovenist zehri kendine panzehir olarak kullanmak şeklinde değerlendirmiştir.

Şu açık bir gerçektir ki; TC için Suriye bir dış politika olduğu kadar aynı zamanda iç politikanın önemli bir parçası olagelmiştir. Bu durum Suriye yanlısı bölge devletleri ile sorunları büyütmenin de zeminini beslemiştir. Bunun en net örneği ise kuşkusuz DAİŞ güzergâhlarını koruma adına Rusya uçağının düşürülmesidir.

Uçak krizinin ardından Rusya ile ilişkileri bozulan TC, Rusya’nın yaptırımları karşısında ciddi daralmalar yaşamıştır. Ekonomik ambargo özellikle turizm sektörünü etkilemiş ve bu noktada komprador sermaye gruplarının da dayatması sonucu Putin’e birözür mektubu gönderilmiştir. Bunlar elbette önemli etkenler olmakla birlikte, meselenin özünü hiç kuşkusuz politik alanda yaşanan gelişmeler oluşturmaktadır. Politik arenada giderek yalnızlaşan TC’nin Rusya ile ilişkilerinin normalleşmesi aynı zamanda ABD ve Rusya’nın anlaşması dâhilinde de değerlendirilebilir. Rusya ise açıktır ki bunun tadını çıkarmanın derdindedir.

 

Rusya-TC yakınlaşması neyi ifade ediyor?

TC’nin Rusya ile ilişkileri ciddi bir tartışma konusudur. 9 Ağustos günü gerçekleşen Rusya-TC görüşmesi birçok veriyi ortaya koyuyor. 15 Temmuz darbe girişiminin Rusya’nın yardımıyla önlendiği, ABD ve AB’nin ise darbeyi desteklediğine ilişkin açıklamalar TC’nin Rusya’ya yakınlaşmasının iç politikadaki propaganda ayağını oluşturuyordu elbette.

Yine de Rusya ile TC’nin yakınlaşması durumunu, “TC ekonomik ve siyasal bağımlılığını ABD’den Rusya emperyalizmine taşıyor” şeklinde okumak yanlış olur. Zira konjonktürel olarak bu durumun verili bir yanı söz konusu değildir. Avrasya’nın hakimiyeti gibi bir öze sahip olan Suriye iç savaşı esas olarak ABD’nin Avrasya tahayyülünü ifade etmektedir. Bu durum karşısında TC’nin Rusya’ya yakınlaşması gibi bir durum sağlam bir zemine sahip değildir. Ancak bu yakınlaşmayı -böyle bir yanı olmakla birlikte- tek başına TC’nin işine gelmeyen durumlarda ABD’ye karşı şantaj politikasının devreye sokulması olarak okumak da eksik bir yaklaşım olacaktır.

Tüm diğer uluslararası ilişkiler ve hesapları gözardı etmeksizin söylemek gerekir ki, TC’nin Rusya ile yakınlaşmasının altında Rojava, yani Kürt meselesi  yatmaktadır.

TC, Rojava’nın varlığının kendisine nasıl bir tehdit oluşturduğunu çok iyi bilmektedir. Bu noktada ise efendilerinden gereken desteği görmemektedir. Zira ABD, Suriye iç savaşında başlangıçta elde edemediği hesaplarını başka bir frekanstan devam ettirmekte ve bu kapsamda Rojava’yı kendine bağlama umudu ile çeşitli şekillerde desteklemektedir. Bu durumdan zararlı çıkacak olan Türk hakim sınıfları ise ABD’nin Rojava desteği karşısında önemli bir çıkmazda bulunmaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD olduğu iddiasının altında da bu çıkmaz bulunmaktadır.

Nitekim darbe girişimi sonrası ilk temasın Rusya ile gerçekleşmesi ve bu temasta Rojava gündeminin kapladığı alan, bu çıkmazın sonucudur. AKP, ABD ile anlaşmaya varamadığı sorununu Rusya’ya taşıyarak kendine destek istemektedir. Bu noktada gereken desteği bulabilir mi bilinmez ancak bu panik ile özellikle OHAL sürecini Kürt Ulusal Hareketi’ne dönük saldırıya dönüştüreceği açıktır.   

 

TC ve geleneksel şantajı

TC bir yandan ABD’nin Rojava’yı desteklemesi karşısında Rusya ile ilişkilerine hız kazandırırken diğer yandan ABD ile bozulan ilişkilerinin kendi çıkarları doğrultusunda düzeltilmesini istemektedir. Bu noktada yeni olmayan  şantaj politikası ile çelişkilerden yararlanmayı amaçlamaktadır.

Bu şantaj planı çerçevesinde iç politikada Fethullah Gülen’in ABD’den iadesi için kitleler seferber edilmeye çalışılmakta, dış politikada ise Rusya’yla yakınlaşılarak mesaj verilmektedir ABD’ye. Ancak bu öylesine bir handikaptır ki, TC, baş düşmanı ilan ettiği Esad’ı kanatları altında tutan, en büyük korkusu olan Rojava hükümetiyle temaslarda bulunan, temsilcilik açmasına izin veren Rusya’dan medet ummaktadır.

TC ABD ilişkileri açısından bu şantaj politikası yeni değildir. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra ABD ve Rus Sosyal Emperyalizmi arasında süren “Soğuk Savaş” döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinde kriz yaşanırken Türk devletinden blok değiştirme sesleri yükselmeye başlamıştı. Öyle ki dönemin başbakanı Demirel bir yandan komünizme karşı savaş açarak “Komünistler Moskova’ya” naralarını atarken bir yandan da RSE’nin kredileri ile İskenderun Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum gibi kamu yatırımları yapıyordu. Bu dönemde TC, ABD ile efendi uşak ilişkisini devam ettirmekte diğer yandan Doğu Bloku ile ilişkilerine ağırlık vererek batıdaki elini güçlendirmenin derdiyle uğraşıyordu. Aynı şekilde 1964’te TC ve ABD ilişkileri Kıbrıs yüzünden gerilince dönemin Başbakanı İsmet İnönü “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır” diyerek tehditleri savurmuştu.  Devamında ise kriz bu kez E-cevit başbakanlığında “Duvarın öte tarafına atlamak” şeklinde devam ettirilmişti.

Milli mücadele sürecinde Kemalistlerin uyguladığı bu politika bir gelenek olarak devam etmektedir. Bugün ise AKP tarafından dillerden düşürülmeyen “Yeni Türkiye, yeni dünya” sloganı ve Rusya ile ilişkilerin sıklaştırılmasını ABD ile süren bir pazarlığın bir parçası ancak ABD’nin alternatifi veya ABD’den kopma olarak tanımlamak doğru olmaz. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu