DünyaGüncel

GÜNCEL | Irkçılığın Dünü ve Bugünü

"Irkçılığın en yüksek olduğu yerlerden biri de Avrupa kıtasıdır. İşsizlik, konut sorunu, sağlık ve eğitim sorunlarının nedenleri olarak gösterilen göçmenler saldırıya uğramakta, öldürülmekte, evleri ve kaldıkları yurtlar yakılmaktadır"

Dünyamız sadece ekonomik kriz ve işsizlikle boğuşmuyor. Bölgesel savaş ve iç savaştan kaçan milyonlarca insanın ülkelerini terk ederek başka coğrafyalarda ve ülkelerde yeni yaşam arayışları birçok sorunu da beraber getirmiş bulunuyor.

Göçmenlerin diğer yaşadıkları sorunların yanında karşılaştıkları en büyük sorunlardan biri de ırkçılıktır.

Irkçılığın en yüksek olduğu yerlerden biri de Avrupa kıtasıdır. İşsizlik, konut sorunu, sağlık ve eğitim sorunlarının nedenleri olarak gösterilen göçmenler saldırıya uğramakta, öldürülmekte, evleri ve kaldıkları yurtlar yakılmaktadır. Yaşanan ekonomik kriz ve sosyal sorunların kaynağını düzende araması gerekenler, bunların üzerinden atlayarak sorumluluğu göçmenlere yüklemektedirler.

Irkçılar bu sayede toplumu da etkilemekte, legal ve illegal örgüt ve partiler kurarak kendilerine taban yaratmaktadırlar. Yeraltı ırkçı örgütleri saldırı ve katliamlar yaparken, ırkçı legal partiler ise, seçimlere girerek hükmet olmakta, parlamentolara girerek kitle tabanları yaratmaktadırlar.

Bu yazı dizimizde ırkçılığın dünü ve bugününü işlemeye çalışacağız. Irkçılığın nasıl ortaya çıktığı, emperyalizmin ortaya çıkışıyla birlikte nasıl faşizme dönüştüğü, Avrupa’da gelişen ırkçılık vb. konu başlıklarını işlemeye çalışacağız.

Irkçılığın Ortaya Çıkışının Tarihsel Arka Planı

Irkçılık günümüzde tartışılan en büyük toplumsal sorunlardan biridir. İnsanlar arası eşitsizlik sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte bin yıllardır yaşanmaktadır. Köleci dönemde insanların köle olarak kullanılması, feodal düzende feodal beylerin ve ağaların ”malı olarak” görülmesi, kapitalizmde ücretli köle olarak kullanılması hala devam etmektedir. Devletin ortaya çıkmasıyla muktedirlerin üstünlüklerini baskı ve şiddetle sürdürmelerinin ekonomik temeli özel mülkiyettir.

Feodalizmin yıkılması, sanayin gelişimi, insanın alınıp satılan bir meta olmaktan çıkarak “özgürleşmesi” gerçek bir özgürlüğü getirmedi. İnsan toplulukları daha acımasız bir düzenin pençeleri arasında artı değer üreten modern kölelere dönüştüler.

Bu sözde modern düzen kapitalizm idi. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, burjuvazi hem ürettiği malları satacak yeni pazarlar, hem üretim için yeni ham maddeye, yeni topraklara ve ucuz iş gücüne ihtiyaç duymaya başladı.

  1. yy’da başlayan dünyanın diğer yerlerinin keşfi sömürgeciliğin de ilk adımları olarak kabul edilmektedir. Bunun ilk adımları da Portekizliler ve İspanyollar tarafından atıldı. Buna daha sonra Hollanda ve Fransa eklendi. İngiltere’nin Hindistan’ı sömürgeleştirmesi sanayi devrimiyle birlikte, ihtiyaç duyulan ham madde ve iş gücünün doğrudan sonucuydu. Zamanla Belçika, Almanya ve İtalya’da sömürgeler elde etmede geri kalmadılar. Bunu Afrika kıtasının sömürgeleştirilmesi takip etti ve ”insan ticareti” ucuz iş gücü olarak kullanılması yüz yıllar sürdü. Sömürge elde etmede gecikmeyen bir diğer ülke de Japonya oldu.

Sömürgecilerin işgal ederek sömürgeleştirdikleri ülkeler geri ve gelişmemiş ülkelerdi. İşgal edilip sömürgeleştirilen ülkelerin yeraltı ve yerüstü tüm zenginliklerine el kondu. Ekonomileri yağmalandı. Sömürgeciler dağıttıkları devlet yönetimleri yerine kendilerinin atadıkları valiler ya da temsilcilerle sömürgeleştirdikleri ülkeleri yöneterek, kendilerine bağımlı kıldılar.

Sömürgeciler, işgal ettikleri topraklarda kendi üstünlüklerini kabul ettirmek ve hakimiyetlerini sürdürmek için kendilerinin üstün ırk oldukları yönlü söylemleri geliştirler, din de bu anlamda kullanılan bir araç oldu.

KristofKolomb Amerika kıtasını keşfettiğinde yazdığı mektupta Kızılderililer için “Burada gördüklerinin evvela hayvanların gelişmiş bir türü olduğunu” iddia edecek kadar ileri gitmişti. Bu teze bazı din adamlarının itiraz ettiler. Bu itiraz, KristofKolomb’un ırkçı tezini yermek için değil, Kızılderililerin Hristiyanlaştırılmasıyla doğrudan alakalıydı ve bu sonradan anlaşılacaktı.

Nitekim Afrika’nın sömürgeleştirilmesinden sonra Kenyalı siyasetçi John Kenyatta, sömürgecilerin dini nasıl kullandıklarını şöyle açıklıyor: “Batılılar Afrika’ya geldiklerinde, onların elinde İncil, bizim ise topraklarımız vardı. Bize dua etmesini öğrettiler ve bizden gözlerimizi kapatıp dua etmemizi istediler. Gözlerimizi açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde ise bize ait topraklar vardı.”

Sömürgeciliği kalıcılaştırmak, kabullendirmek, işgal edilen bu toprakların tüm zenginliklerini elde etmek için Hristiyanlıkla iç içe geçmiş ırkçılık da kullanıldı. Bunu Sarte: “Bizim soylu ruhlarımız ırkçıdır” tabirini kullanarak dile getirdi.

Irk ya da ırkçılık kavramının tarihte ne zaman kullanıldığına ilişkin farklı görüşler olduğu bilinmektedir. Sömürgecilikle kavrama yüklenen anlam ile eski çağlarda insanlar arasındaki fiziksel farklılıklarla gruplara ayrılarak bir ırk ayrımı yapıldığı da bilinmektedir.

İlk çağlarda Çin, Yunan, Mısır toplumlarında insanların deri ve saç renklerine göre ayrıştırıldıklarına rastlamaktadır. Örneğin, “Çinliler, kendilerinden olmayan, bilhassa Kuzeyli kavimleri küçük ve hakir gördükleri” tarih sayfalarında yazmaktadır. Keza, bugünkü ırk kavramını 1684 yılında Fransız gezgini doktor François Bernier de kullanmıştır. “Dünyada Yaşayan Çeşitli İnsan Irk veya Türlerine Göre Dünyanın Yeni Bir Taksimi” isimli kitabında, gezip gördüğü insanları, “siyahlar, beyazlar, sarılar ve kap siyahları (Buşmanlar)” diye dörde gruba ayırarak, üstün ırk, aşağı ırk tanımlamasıyla bugünkü ırkçılığın tanımını üretmiştir.

“Modern çağ” olarak adlandırılan Sanayi Devrimi’nden sonra kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ham madde ve yeni toprakların ele geçirilmesi için baş vurulan sömürgeciliğin tarihi bilinmeden ırkçılık kavranamaz. İktidar olma ve bunu ideolojik bir baskı aracına dönüştüren sömürgeciler insanları çeşitli ırklara ayrıştırarak yönetmişlerdir.

Bu açıklamalardan sonra ırkçılığı şöyle tanımlayabiliriz: Irkçılık, insanları biyolojik olarak derilerinin rengine göre üstün ve aşağı ırklar olarak ayırıp, insanların sosyal, kültürel, dini inançlarını yok sayan, buna karşın kendi insan topluluğunun üstün bir ırk olarak tüm değer yargılarının zorla kabulu olarak ideolojik ve politik bir düşüncedir.

Böylece ırk tasnifleri ile birlikte gelişen ırkçılık karşı devrimci bir ideolojiye dönüşmüştür. Buna karşın tüm biyolojik araştırmalar insan DNA’ları arasında tam bir uyumun olduğunu ortaya koyarak ırk ayrımını reddetmektedir.

Tek tek bireylerde görülen ırkçılıkla ideolojik bir uygulama olarak devletin yaptığı ırkçılık arasındaki farklılık görülmek zorundadır. İnsanların birey olarak bir başka insana karşı olan ayrımcılığı, kendi ulus ya da topluluğunun diğer ulus ve topluluklardan üstün olduğu duygusu her zaman görülen bir davranış olmuştur.

Bireyin bu düşüncesi insanın doğuştan gelen genetik bir dışa yansıma olarak kabul edilemez. Irkçı düşünce devletin bilerek, sistematik olarak sürdürdüğü bir politika olarak kitlelere de empoze edilerek bir kitle tabanı yaratılmasını sağlamaktadır. Böylece devlet, çok uluslu bir ülkede kendi üstün ırkının tek başına devleti yöneterek, demokrasi ve insan haklarını bir yana bırakarak baskıcı bir yönetime dönüşmektedir. Irkçı parti ve hareketler devlete hakim değilse iktidar olmak için aynı şekilde kendi dışındaki ulus ve toplulukları hedefe koyarak, saldırarak, onları aşağılayarak bir kitle tabanı yaratarak başa gelmenin çabası içinde olmaktadırlar. Bunu anlamak için Avrupa’ya bakmak yeterlidir. Keza, Türkiye’de devletin Kürtleri yok sayarak, uyguladığı baskı ve yaptığı katliamlara bakarak ırkçılığın insanlığa verdiği zararı görebiliriz.

Irkçılığın ideolojik altyapısını oluşturan burjuva ideologlardan başlıcalarından biri Artur de Gobineau’dur. Fransa’nın sömürgecilik döneminin en bilinen ırkçı düşünürlerinden biridir Fransız diplomatı olan Artur de Gobineau. 1855 yılında yayınladığı ”İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Deneme” isimli dört ciltlik kitaplarında, toplumların gelişimini ve yıkılmasını ırk faktörüne bağlamaktadır. Gobineau göre, “İnsan ırkları arasında fiziksel farklılıklardan kaynaklanan ruhsal ve zeka gelişimi bakımından doğal bir eşitsizlik söz konusudur. İnsan, kanından getirdiği değerler nedeniyle büyük, soylu ya da erdemli olabilir. Bunlar, sonradan kazanılabilecek değerler değildir.”

Yine bir Fransız olan burjuva “düşünür” Houston StewartChamberlain,  İngiliz ve Almanların üstün bir ırk olduğunu savunmakla ün kazandı. Chamberlain, ırk ayrımında fiziksel özellikleri çok önemsememekle bilinir. Chamberlain, ırk ayrımında daha çok “psikolojik, ahlaki ve entelektüel özelliklerin dikkate alınması” gerektiği düşüncesini ileri sürdü.

Vacher de Lapouge, insan ırklarını kafataslarına göre ayırarak teorisini oluşturmuştur. “Kafa ne kadar uzunsa yeteneklerin de o kadar gelişkin olduğunu” teorileştirerek ırkçılığın teorisyenlerinden biri olarak tarihe geçti.

AlfredOttoAmmon da diğer ırkçı ideologlar gibi kafatasçıdır. Ammon, toplumun iki ırktan oluştuğunu ileri sürerek, uzun kafalı ırkın üstün ırkı, kısa kafalı ırkın ise aşağı ırkı oluşturduğunu ileri sürerek teorisini şöyle gerekçelendirmektedir: “İnsanlar yaratılıştan eşit değillerdir, kalıtımsal olarak taşıdıkları ırkın özellikleriyle doğarlar. Bu nedenle insanlar toplumsal yaşamda eşit olacaklarını düşünmek asla olanaklı değildir.”

Darwin’in yeğeni olan Francis Galton, toplumsal meselelerin ancak biyolojiyle açıklanabileceği tezini ileri sürenlerden biridir. 1869 yılında yayınladığı “Kalıtsal Dahilik” adlı çalışmasında toplumların biyolojik açıdan değerlendirilmesini yaparak,

“Başarılı seçkin insanların kanlarında kıyasla üstün vasfı oluşturan özellikler bulunduğunu” ileri sürerek, “Sömürge ülke haklarının kanlarındaki genetik özellikler, özelliklerinden düşük, geri düzeydedir. Elbette insanlık, ırkından getirdiği üstün özellikleri korumak zorundadır. Bunun için her şeyi yapmak elbette meşrudur, doğal bir zorunluluktur” teziyle başlıca ırkçı teorisyenler içinde yerini almıştır.

Devam edecek: Bir sonraki makale “Irkçılık ve Faşizm”

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu