GüncelMakaleler

YORUM | AKP’nin çöken Suriye politikasının son halkası: İdlib!

"AKP-Erdoğan iktidarı ise, bu son İdlib meselesiyle birlikte Türkiye halkının gündemini ekonomik krizden Suriye meselesine çevirmiş durumda. Yükselen ırkçı-faşist dalga ve Suriyeli mülteci nefreti de cabası. Ancak İdlib AKP için bir çıkış yolu olmayacak gibi duruyor"

AKP iktidarının ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik sarmalından çıkış arama noktası son 3 yıldır olduğu gibi devam ediyor: Savaş!

Savaş, Türkiye’de AKP iktidarının şu anda can simidi haline gelmiş durumda. 2016’dan sonra içeride OHAL ve KHK’larla yönetmeye çalıştığı ülkeyi bugün isimsiz OHAL anlamına gelen ‘eylem ve etkinlik yasaklarıyla’, dışarıda ise savaş politikalarıyla yönetmeye çalışıyor. Bu politika doğrultusunda kendisine düşman görerek savaş ilan ettiği son halkalarından birisi Libya diğeri ise İdlib oldu.

Ancak TC devletinin İdlib meselesi, Suriye ve Rojava’ya yönelik önceki saldırılarında olduğu gibi çok yönlü ele alınması gereken ve Orta Doğu’daki emperyalist politikaların hangi eksenine bağlı-bağımlı olduğu noktasında durulması gereken bir süreç.

TC devletinin İdlib başta olmak üzere Libya ve diğer sahalarda varlık göstermesi, elbette ki bölge üzerinde hesapları devam eden emperyalist devletlerin çelişkileri doğrultusunda oluyor.

Suriye’de ise deyimi yerindeyse ‘rüzgar nereden eserse, oraya savrulan’ bir politik hat(sızlık) var. Suriye ve özelinde İdlib meselesinde hem ABD hem de Rus emperyalizmine yönelen ancak her iki taraftan da umduğunu bulamayan bir devlet gerçekliği var.

Suriye iç savaşının başladığı ilk günlerden bugüne TC devleti Suriye politikasını 2 strateji üzerine kurdu; bunlardan ilki Suriye’deki Kürt kazanımlarına vurabileceği her alanda ket vurmak ve gerekirse işgal girişimleriyle önünü kesmek. İkincisi ise ‘ılımlı muhalefet’ diyerek palazlandırdığı, silahlandırdığı çetelerle Suriye rejim hükümetine karşı savaşı sürdürerek ‘oyun kurucu’ olmak. Bu iki strateji, AKP’nin neo-Osmanlı, yayılmacı ideolojisinin Suriye ayakları olarak iç savaş boyunca kullanıldı.

AKP iktidarı bu ideoloji doğrultusunda savaşın ilk yıllarında ABD emperyalizmi ile kol kola giriyordu. Suriye’de ‘ılımlı muhalifler’ noktasında birleşen ve NATO’nun da Suriye hükümetini sürekli ‘kimyasal bomba’ iddialarıyla sıkıştırmasıyla birlikte TC-NATO-ABD üçlüsü bu sahadaki beraberliğini bir süre devam ettirdi.

Ancak AKP’nin neo-Osmanlı hülyaları çok uzun sürmedi. TC’nin neo-Osmanlı politikaları 2014’te Kobanê’de IŞİD çetelerinin mağlub edilmesi, Halep’in El-Nusra artığı çetelerden temizlenmesi ile hüsrana uğradı.

Sürecin ilerisinde ABD’nin yönünü Rojava’ya çevirerek orada etkin bir rol alması, AKP için Suriye’de ABD emperyalizmiyle bir nebze yolun sonu oldu. ABD emperyalizmi bu ‘ılımlı muhalif’ çetelerin sahada yavaş yavaş yok olmasından sonra o bölgeleri ‘kendi haline bıraktı’.

ABD’den umduğunu bulamayan TC devleti ise yönünü Rusya-İran ikilisine çevirerek 2017’de zirveler sürecine başladı. Zirvelerin ilki Kasım 2017’de Soçi’de, ikincisi Nisan 2018’de Ankara’da, üçüncüsü Eylül 2018’de Tahran’da ve sonuncusu Şubat 2019’da Soçi’de yapılmıştı. ‘Gerilimi Azaltma Bölgeleri’, askeri gözlem noktaları, İdlib’i terör örgütlerinden arındırma hedefiyle Soçi Mutabakatı ve anayasa komitesi çalışmaları bu süreçle geldi.

Bu zirvelerde TC’nin hedefi kendisine bağlı savaşan çetelerin son kalesi olan İdlib’de başlayacak operasyonu uzatabildiği kadar uzatmaktı. Çünkü Suriye rejiminin öncelikli hedefi  Halep’ten Şam’a güneyde Dera’ya kadar devam eden hattı kontrol altına almaktı. Bu bölge de İdlib rejimi için her ne olursa olsun alınması gereken noktaydı.

TC ise bu operasyonu uzatmakla birlikte Rojava’ya yönelmek için Rusya’dan ‘izin’ koparmaya çalışıyordu. Nitekim Efrîn’le başlayan işgal süreçleriyle bu istediklerini elde etti. Ancak Soçi ve Astana’da imzalanan anlaşmalarda TC devletine verilen görevler yerine getirilmedi.

Bu sözleşmelerde TC’ye verilen görevler; İdlib’de cihatçıları ağır silahlarından arındırmak, ılımlı muhaliflerle cihatçıları ayırt etmek, kritik M5 ve M4 kara yollarını cihatçılardan temizleyerek 20 km’lik silahtan arındırılmış bir güvenlik bölgesi oluşturmaktı. TC devleti Rusya ile Soçi’de imzaladığı ilk anlaşmanın ardından ikinci bir Soçi daha imzaladı.

Burada ise ilk Soçi bildirisinde olmayan bir ibare eklendi ve “Başkanlar (…) Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenlik, bağımsızlık, birlik ve toprak bütünlüğüne güçlü ve sürekli bağlılığı vurgular” denildi.

Bu görevlerin gerçekleşmesi/denetlenmesi için TC, İdlib’de 12 adet gözlem noktası da oluşturdu. TC’nin, 2 yıla yakın bir süredir aldığı bu görevleri yerine getirmede yani Soçi mutabakatını uygulamada isteksiz davranmasından/yapmak istememesinden kaynaklı Rusya Ağustos 2019’da, Suriye ordusuyla bunları gerçekleştirmek için harekete geçti. Suriye ordusu 5 Ağustos 2019’da Soçi’yi fesh ettiğini duyurdu ve İran milis güçlerini de Suriye ordusuna destek olarak arkalarına aldılar.

Suriye ordusu aldığı bu kararı takiben Rusya’nın da desteğiyle M-4,M-5 karayollarına doğru harekete geçmeye başladı. İdlib’i güneyden kuşatmaya alarak hem İdlib’i kontrol altına almak hem de Halep’te nihai zaferini kabul ettirmek isteyen Suriye ordusu geçen ay Halep’i tamamen temizlediğini ve M-5 karayolunda kontrolü sağladığını duyurdu.

TC devleti ise bu gelişmeler üzerine Rusya’ya Suriye devletinin Soçi ile anlaşmaya varılan bölgelere geri çekilmesi çağrısında bulunarak kendine bağlı çetelerin gönlünü bir nebze de olsa rahatlatma çabası içerisine girdi. Ancak gövdesini IŞİD’den evrilen –TC’nin de ‘terör örgütü listesinde’ olan- HTŞ’nin (Heyet Tahrir el Şam) oluşturduğu bu çeteler ve ailelerinin İdlib’den ayrılınca yönelecekleri ilk yer Türkiye olacaktı ki, Erdoğan’ın kaygılarından biri de buydu. Bu sebepten kara güçleriyle, OBÜS’leriyle, SİHA’larıyla İdlib’i canı pahasına koruma çabasına girişti.

Son süreçte ise Suriye ordusu İdlib’i kuşatmış durumda. TC’nin tüm desteğine rağmen merkeze 10-12 km’lik bir hat üzerinde yoğunlaştı. Erdoğan ise çöken Suriye politikasını biraz daha uzatma derdinde. 27 Şubat’ta Rusya-Suriye ortak saldırısıyla ölen 36 askerinin ardından yüzünü batıya dönerek yaptığı çağrılar ise sonuçsuz kaldı.

Rusya’nın da hava sahasını kapatması üzerine Suriye sahasında tamamen yalnız kalan TC devleti Rusya ile anlaşma yoluna gitti. Ve herkesin malûmu üzere 5 Mart’ta imzalanan anlaşmada TC devleti tüm imkanlarıyla ‘savunmaya’ çalıştığı bölgelerden çıkarak nihai yenilgisini aldı. Bu anlaşmanın da uzun soluklu olmayacağı aşikar. İdlib cihatçı çeteler için pimi çekilmiş el bombası misali duruyor.

AKP-Erdoğan iktidarı ise, bu son İdlib meselesiyle birlikte Türkiye halkının gündemini ekonomik krizden Suriye meselesine çevirmiş durumda. Yükselen ırkçı-faşist dalga ve Suriyeli mülteci nefreti de cabası. Ancak İdlib AKP için bir çıkış yolu olmayacak gibi duruyor.

İdlib’te kaybettiği her asker kendisine yönelecek yeni bir nefret dalgasının da önünü açacak. Kriz, yoksulluk, savaş sarmalında devrimci güçlerin de tez elden hem bu savaş politikalarına hem de savaş gündemiyle ötelenen kriz gerçekliğine daha da yoğunlaşması gerekiyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu