Makaleler

TC ve Kürt denkleminde cevaplanması gereken iki soru

Uzun bir süredir ülkenin temel gündemlerinden birini oluşturan “çözüm süreci”ne 2013 Newroz’unda Abdullah Öcalan’ın okunan açıklanması ile yeni bir “ivme” kazandırılmıştır.

Abdullah Öcalan’ın Kürt ulusal hareketinin stratejik değişimini de içeren bu açıklamasında; ana dilde eğitim, Kürt kimliğinin kabulü vs gibi gasp edilen hakların iadesi onu edilmektedir.

Bunun karşısında PKK silahsızlandırılacak ve gerillalar sivil hayata döneceklerdi. PKK’nin ateşkes ilan edip gerillalarının önemli bir kısmını TC’nin sınırlar dışına çekmesi ile başlayan süreç, TC’nin Öcalan’ın üç aşamadan oluşan barış stratejisi ve talepleriyerine getirmemesi ile tıkanmış durumdadır. Öcalan’ın ifadesiyle tek taraflı devam eden süreç bıçak sırtında.

Sürecin bu noktaya gelişi “ perşembenin gelişi, çarşambadan belli olur” misali “iyimserlik”lere rağmen sürpriz olmadı. Tek dil, tek bayrak, tek millet vs. gibi ırkçı faşist ilkeler üzerine kurulan TC’yi çaresiz bırakıp, Kürt ulusal sorununu bu derecede gündemine almaya ve “barış dili” kullanmaya zorlayan nedenlerin başında, PKK’nin yükselen mücadelesi ve 2012 yazında Colemerg’te gerilla güçlerinin TC askerlerini kıpırdayamaz hale getirdiği adımlardan biliyoruz. Nihayetinde TC kendini bu sıkışmışlıktan kurtarabilmek için PKK’nin üstünde en etkili isim olan Abdullah Öcalan ile görüşerek var olan yönetememe durumundan sahte bir umut atmosferi yaratarak çıkmayı hedefledi. Fakat yakılan mum ömrünü tüketti ve Kürt ulusal hareketi barış için üstüne düşen adımları atmalarına rağmen TC’nin bunu yapmadığı gerekçesiyle çekilmeyi durdurduğunu açıklayarak, “çözüm” için yapılması gerekenler noktasından TC’ye ve AKP hükümetine attı. TC süreç bu noktaya gene kadar bir yandan sorunsuz ilerliyor derken bir yandan da KUH’u etkisizleştirip tasfiye etmek için her türlü ayak oyununa başvurdu. Ulusal hareketin” çözüm” için yerine getirilmesini istediği şartların kimi bahaneler üretip kimilerini süslü sözlerle açıkladıkları içi boş “şaka gibi” paketlerle savuşturdu. KCK tutsaklarının seçilmiş vekil ve belediye başkanları gibi siyasetçilerin bırakılması istenirken bunlar bırakılmadığı gibi tutsaklara yenileri eklendi.

Gerillanın büyük oranda TC sınırları dışına çıkması fırsat bilerek karakol baraj vs yapımları hızlandırıldı. Sıcak savaş TC sınırlarından Rojava’ya kaydırılarak El-Kaide ve türevleri olan birçok çete örgütleri ile bölgede katliamlar gerçekleştirilip Rpojava’yı insansızlaştırma çabasına girildi. Yine bölgeye açılan sınır kapılarını açarak, Rojava’yı tehdit ederek PYD’nin buradaki etkinliğini kırmaya çalıştı. Bölge politikası gibi Rojava noktasındaki gelişimini de boşa çıkaran TC hükümeti kendi yarattığı çıkmaz sokağında ilerlemeye çalışıyor. Ancak yerel seçimlere 4 ay gibi kısa bir süre kalmışken gözünü kararsız Kürt seçmenlerinin oylarının yanı sıra MHP gibi ırkçı faşist tabanlarının oylarına diken AKP hükümetinin ulusal sorun noktasında bu güne kadar olduğu gibi laf cambazlığının, sahte umut dağıtıcılığının ya da şekilsel değişikliklerin ötesinde adım atmayacağı açıktır.

Yine de iktidarını korumak ve KUH’u tasfiye etmek için şansını sonuna kadar zorluyor. 15-16 Kasım’da Amed’e davet ettiği Mesut Barzani, İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver ile birlikte yaptığı bir yanı trajik olan şov bu zorlamanın en sıcak örneğidir. Hem ticaret hem siyaset minvaldeki bu buluşmadan bir taşla birer kaç kuş vurmayı hedefleyen AKP hükümeti Barzani yönetimi ile yaptığı ticari anlaşmalardan tatmin olmuş görünüyor. Ama elbette bununla yetinmiyor. Bir süredir ırak Kürdistan bölgesel Kürt yönetimi ve PYD arasında ortaya çıkan gerilim Barzani yönetimini Rojava’ya açılan sınır kapısını en temel insani ihtiyaçların karşılanması ve kapatmasıyla keskinleşmiş 26 Kasım’da Hewler’de yapılması planlanan Kürt ulusal konferansını Barzani’nin taş koyup ileri bir tarihe ertelemesiyle iyice bir çıkmaza girmişti. Barzani’nin Amed’i ziyareti öncesi PYD ve Rojava konusunda yaptığı açıklamalarda sonuna tuz biner oldu.

TC içinde bulunmaz bir fırsat olan bu durumun Erdoğan en iyi şekilde değerlendirmek Barzani yönetiminin PKK-PYD karşısında daha aktif bir tutum almasını sağlamak istemektedir. Emperyalist efendilerini de arkalarına alıp ortaklaştıkları PKK-PYD çizgisine dolayısıyla Rojava’ya olan hasımlıkları daha bir yaklaştırsa da AKP hükümeti bu isteğinde ne kadar başarılı olabilir. Şimdiden kestirmek zor çünkü var olan konjonkktür de 90’lı yıllar da tanık olup bildiğimiz ulusal hareke çizgisi de KDP ve Barzani bunu istese bile başta Türkiye Kürdistanı halkı olmak üzere 4 parçadaki Kürtlerin sesiz kalmayacağı ortada. Amed ziyaretinde gelişen tepkiler sonucu Barzani’nin Amed belediyesinin ziyaret etmek zorunda kalması hatırlandığında bu gerçekliğin atlanmaması gerektiği bilinmelidir. Ayrıca PKK-PYD çizgisinin Barzani ve onun çizgisinde olan kesimleri rahatsız etmesi anlaşılır olmakla birlikte “yeni” orta doğuda bir güç olma iddiasını taşıyan Kürtlerin bu iddiasını hayata geçirebilmeleri için ABD ve TC ile kol kolala yürümek değil PKK ve PYD ile olan sorunlu durumu aşmaları gerekmektedir. Zira her ne kadar bölgesel konjonkktür bugün bölgede Kürtleri önemli denge unsurlarından biri yapsa da parçalanan bir Kürt gerçeği bölgenin kaygan zemininde Barzani yönetimindeki topraklarda dâhil bütün Kürt yapılanmalarının zayıf düşürüp bugünkü avantajlı durumlarını yitirmelerini gerektirebilir.

Sonuç itibariyle Barzani’nin PKK-PYD ye karşı içine gireceği işbirlikçi, düşmanca herhangi bir tutum orta ve uzun vadede ne kendine ne de Kürt ulusal mücadelesine bir fayda sağlayacaktır. Bu noktada TC Barzani ve PKK ilişkisinde Kürtlerin geleceği ile yakından ilgili iki sorudan biri (KDP’nin cevaplaması gerekiyor) Hewler ne yana düşer, Rojava ne yana?! İkincisi ise (PKK’nin cevaplaması gerekiyor) bunca kuşatılmışlık yalan ve ihanet içerisinde PKK’nin Nevroz stratejisinde daha ne kadar ısrar edeceği sorusudur!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu