GüncelManşet

Suruç şehidi Murat için Sincan’dan mektup

H. Merkezi: Sincan Kadın Hapishanesi’nde bulunan TKP/ML dava tutsağı Deniz Tepeli, Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren SGDF’li Murat Yurtgül anısına bir mektup kaleme aldı. Katliamdan bir ay önce Murat’tan mektup alan Tepeli, ona gecikmiş cevabını yazdı.

“Ve sevgili arkadaşım Murat; Kobane’ye oyuncaklar gidecek, parklar yapılacak, kütüphaneler, fidanlar dikilecek. İnsanları ve ülkeleri ayıran sınırlar, tel örgüler, duvarlar ve çürümüş ideolojiler yeryüzünden silinecek. Evet, mutlaka böyle olacak. Ve emekleriniz, bedelleriniz ve siz, siz de olacaksınız o dünyada. ‘Umudunuz harlıdır hala’” diyen Tepeli’nin mektubu şu şekilde:

YUNMUŞ ARINMIŞ SÖZCÜKLER\Murat Yurtgül Anısına

Gabriel Peri

“…

İnsanı yaşatan kelimeler vardır

Hani yunmuş arınmış sözler

Sıcaklık diyelim güven diyelim

Mesela aşk adalet hürriyet kelimesi

Çocuk kelimesi insanlık kelimesi gibi

Ve bazı çiçeklerin ülkelerin ismi

Mesela yiğitlik kardeşlik arkadaşlık

Çalışma kelimesi gibi

Sonra bazı kadınların bazı dostların ismi

Bizim Peri de onların arasında

…”

Günler ağır\ günler ölüm haberleriyle geliyor” ve bizler, Paul Eluard’ın bu güzel, derin şiirine ‘bizim Murat da, bizim 31 canımız da, bizim Günay Özarslanımız da, bizim Şervan Vartomuz da onların arasında’ diye ekliyorum. Tüm yunmuş arınmış sözcüklerin özetini taşıyan ölümsüzlüğe uğurladıklarımız.

Tanışamadık, ama onların böyle olduğunu biliyoruz… Tutsaklık tanışamamak da demektir. Çünkü tecrit, insanın insana temasının en aza indirilmesidir de. İşte bu yüzden, mektubu neredeyse sadece tutsaklar kullanır ve de tutsaklara yazanlar. Hiç tanımadığımız ve muhtemelen de tanışamayacağımız dostları, yoldaşları tanımak yalnızca mektuplarla mümkün olur. Sözcükler ile dokunur dostluğun kumaşı; yoldaşlar birbirinin yüreğine, sevincine, yarasına sözcüklerle dokunur.

Ama bir de temas edipte tanıma, paylaşma fırsatımız olmadan apansız kaybettiklerimiz vardır. Ne yazık ki, bizim Murat da onların arasında!

Zarfın üzerinde Murat Yurtgül yazan mektubu aldığımda Haziran’ın son haftasıydı. Mektupta Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin amaç ve ilkelerinden ve kendisinin de derneğin ‘ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mahpuslar ağı’nda çalıştığından sözetmişti. Bu kapsamda bazı sorular sormuş ve “kendine olabildiğince iyi bakmaya çalış” dileğiyle bitirmişti mektubunu sevgili Murat.

Bunun üzerinden bir ay kadar zaman geçmişti; cevap yazmak için masaya koyduğum mektuplar arasında O’nunki de vardı. Fakat yazamadım. Çünkü günlerden 20 Temmuz’du. Suruç Katliamı gerçekleşmişti. Bizim için hayat durmuştu. Katledilen arkadaşlarımızın isimleri belli olmaya başladığında O’nun adını da gördük. ‘Ama belki bir isim benzerliğidir’ dedim, emin olamadık. Değilmiş. Büyük bir neşeyle, gülerek, şarkılar söyleyerek Kobane yollarına düşen 31 yunmuş arınmış insan güzeli arasında O da varmış.

O ölümsüzleşti ve biz ancak O’nu böylece tanıdık; gazetelere, TV’ye yansıyan anlatılardan, fotoğrafından.

Gençmiş. Coşkulu, neşeli ve kocaman yüreğini ortaya koyan bir genç. Çürüyüp, kokuşup giden dünyanın karşısında, gelmekte olan yeni, özgür dünyanın en çok katılımcısı, kurucusu, geleceğin sembolü olan, yeni dünyanın taze bahar havasını ruhunda taşıyanlardanmış. Yunmuş arınmış sözlerden mesela hürriyetmiş, yiğitlikmiş.

Namluların çevrili olduğu bir sınırı geçip çocuklara oyuncak, yıkılan bir ülkeye fidan, devrimin merkezine dayanışmayı götürmek isteyen güzel bir dostmuş O. Bencillikten, korkudan, sinmişlikten uzak, yunmuş arınmış bir arkadaşımız; insanlık kelimesi, adalet kelimesi gibi.

Üniversiteye gidebilsin diye ailesi kredi çekmiş. Emekçi bir halkın emeği bilen oğlu O. Emeği bilen sevgiyi bilir. Sevgiyi bilen paylaşmayı bilir. O, sınırlı olanaklarını ve sınırlı zamanını Kobane için, tutsaklar için sarfetmekten geri durmamış. İşte bu yüzden, sade ‘kardeş’, ‘arkadaş’ değil, kocaman bir yüreği tanımlayan ‘kardeşlik’, dolu dolu, sıcacık bir ‘arkadaşlık’ kelimesidir O. Ve, bazı ülkelerin ismi ise, Rojava’dır.

Sonra, CİSST’nin gazetelere verdiği ilanlardan gördük fotoğrafını sevgili Murat arkadaşımızın. ‘Surat ruhun aynasıdır’ denir; bir insanı en iyi anlatan, tanıtan yüzüdür. İçi, ruhu, düşünce dünyası yüzünden okunur kişinin. Özellikle de gülüşünden. İşte O’na bakınca, daha iyi tanıdık; o güzel gülüşünde ‘duru’, ‘arı’, ‘güven’ kelimeleri vardı. Yunmuş arınmış bir insan, ‘çocuk’ gelimesi gibi temiz, saf, içten bir kişilik okunuyordu o yüzde. Bu ilanla beraber emin olduk ki CİSST’den bize yazan Murat Yurtgül arkadaş Suruç’ta ölümsüzleşen arkadaşmış. Ölümsüzleşirken yaşam bırakan; insanı yaşatan kelimelerden bazı çiçeklerden biri oldu. Mesela karanfil.

İşte biz O’nu, onları böyle tanıdık. Doğayı yaşatmak için fidanlara, insanı yaşatmak için çocuklara, tutsaklara, insanlığı yaşatmak için Kobane’ye yüreğini açtı,   emeğini verdi. Ve, yaşam verirken, can suyu verirken canını verdi.

Üzgünüz, hem de çok. Onun, onların ardından her yerde halkımız, yoldaşlarımız binlerce kişi olarak ayakta, sokakta, eylemdeydi. Yas değil öfke, isyan ve onların işlerini, düşlerini, umutlarını omuzlama arzusu vardı. Gidişleri büyük bir kıvılcım oldu. Bu, ölümsüzlüğe gidenlerimizin en büyük arzularından biridir; yaşamıyla, yaptıklarıyla dünyaya, hayata, insanlığa, mücadeleye kattıklarını ölümsüzlükleriyle de kattı güzel arkadaşlarımız.

Sevgili Murat mektubunda ağırlaştırılmış müebbet koşullarını sormuştu. O’na cevap yazabilseydim, kanuni, fiili, insani, sağlık boyutlarından, fiziki koşullardan behsedecektim. Ama ağırlaştırılmış müebbet olmak şimdi sadece şöyle tanımlanabilir:

Ağırlaştırılmış müebbet olmak, hiç tanışmadığımız yoldaşlarımızdan 31’ini, bu hapishanede tanışıp da tecrit nedeniyle fazla şey paylaşamadığımız sevgili Günay Özarslanımız’ı vahşi saldırılarda kaybedip bu büyük acıları tek başına yaşamaktır.

Günlerce tek başına ağlamaktır. Yan hücrelerdeki arkadaşların seslerindeki buğuyu duyup da gözyaşlarını silememektir. Onun sana sarılıp güç, moral verememesidir. Bu zor anlarda tutacak bir elin, başını yaslayacak bir omuzun olmamasıdır.

Ağırlaştırılmış müebbet olmak, ziyaret ve telefon hakkı çok sınırlı olduğu için saldırıya, gelişmelere, isimlerinize dair TV ve gazetelerin sansürleri arasından bir bilgi kırıntısına ulaşmaya çalışmaktır, yakalanan her haberi yan hücrelere seslenip iletmektir. Bilmemenin, merak etmenin, habersiz olmanın o dindirilmez sızısını, her an, günlerce yaşamaktır.

Ölümsüzleşenlerimizin hesabını sormaya imkanımızın olmamasıdır; elinden birşey gelmemesinin kahrını yaşamaktır ağırlaştırılmış müebbet olmak.

Saygı duruşu, şiirler, marşlar ve sloganlarla, kapılara vurarak ve koridor boyunca sloganlar atarak katliamı, katil IŞİD ve devleti lanetleyip yıldızlaşanlarımızı anmaktır.

Ağırlaştırılmış müebbet olmak, dört duvar arasında da olsak, en kısıtlı koşullarda da olsak her şart altında, her an gidenleri kendimizde yaşatacağımıza, onların umut ve ideallerini gerçekleştireceğimize bir kez daha söz verdiğimiz, direniş ve mücadele mekanlarından birinde olmak demektir.

Ağırlaştırılmış müebbet olmak, ‘bir kere bile selamlaşamadığımız’ yoldaşlar edinip, onları ölümsüzleştiklerinde tanımak demektir. Tanımasak, görmesek, bilmesek de, soylu, saygın, yunmuş arınmış halleriyle, yaşamları ve ölümleriyle sayısız yoldaşımızın, arkadaşlıklarımızı harladığını derinden duyumsamak demektir.

Ağırlaştırılmış müebbet olmak, endişe ve şevkat yüklü “kendine olabildiğince iyi bakmaya çalış” diyen, ‘insanı yaşatan’ bu güzel arkadaşlarının parçalara ayrılmasını duyup isyan etmek demektir.

Ve sevgili arkadaşım Murat;

Kobane’ye oyuncaklar gidecek, parklar yapılacak, kütüphaneler, fidanlar dikilecek.

İnsanları ve ülkeleri ayıran sınırlar, tel örgüler, duvarlar ve çürümüş ideolojiler yeryüzünden silinecek.

Tüm dünya gülüşünüz gibi sıcak, yüreğiniz kadar güzel ve gözleriniz gibi ışıklı, ruhunuz gibi özgür ve alnınız kadar ak olsun.

Evet, mutlaka böyle olacak. Ve emekleriniz, bedelleriniz ve siz, siz de olacaksınız o dünyada. “Umudunuz harlıdır hala”.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu