Güncel

SÖYLEŞİ | Piroğlu: “İktidarın yıkılmasının yegane yolu, Kürt halkı ile Türkiye Devrimci Güçleri’nin yan yana gelip mücadeleyi büyütmesidir”

"Kürt Halkı ile Türkiye Devrimci Güçleri’nin yan yana gelip mücadeleyi büyütmesidir. Biz bu şansa çok fazla sahibiz. TDH, sosyalistler bu mücadeleyi omuz omuza yürütebilirlerse bunu kitlelere doğru araçlar ve politikalarla kavratabilirlerse, gelmekte olan kırılmaya önderlik etme şansına sahibiz"

Son süreçte çete lideri Sedat Peker’in ifşaatlarıyla başlayıp AKP’de tekrar ortaya çıkan mafya-devlet-sermaye üçgenini izliyoruz. Bununla beraber Kürt halkı ve örgütlü gücüne yönelik saldırı, katliam ve siyasi soykırım operasyonları da hız kesmeden devam ediyor. Sürecin yakıcılığı devam ederken biz de Özgür Gelecek gazetesi olarak HDP milletvekili ve Devrimci Parti MYK üyesi Musa Piroğlu ile konuştuk.

Son süreçte Sedat Peker’in ifşa süreci ortaya çıktı. Bu ifşa sürecinden sonra devletin tüm kademeleri bir yalanlama yarışına girdiler. Bu süreçte Deniz Poyraz katledildi. Yaşananları nasıl okumak gerekir?

Şimdi aslında Peker’in açıklamalarını tarih-zaman boyutuyla okumak gerekiyor. Tarihsel olarak benzer süreçleri de görerek izah etmek, okumak gerekiyor. Son tahlilde “biz bunları biliyorduk” diyebiliriz.  Pek çok insan için anlatılan şeyler yabancı değil. Ama anlatan kişinin kendisi, aslında bir yanıyla iktidar içi çatışmayı iktidar blokları arasındaki sert kapışmayı izah eden bir yerde duruyor. Böyle bakıldığında Peker, aslında Susurluk sürecini ayrıştıran bir döneme işaret ediyor. Biz böyle süreçler yaşadık.

Gerek Susurluk’ta mafyanın, devletin bir bütün olarak kamyona çarpmasıyla gerekse, Ergenekon sürecinde bavul bavul taşınan belgeler, kazınan yerlerden çiftliklerden çıkan silahlarla, tarihi geçmiş bombalarla deşifre edilen benzer dönemler yaşadık. Aslında Peker böyle bir süreçte derin devletin kendisinin içindeki mafyayla iç içe geçmesini anlattığı gibi, bütün olarak Susurluk sürecine de işaret ediyor. Diyeceksiniz ki niye? Peker’in anlattığı isimler Susurluk’un mimarları ve yürütücüleri…

Bin operasyon yaptığını gururla açıklayan Mehmet Ağar, bu operasyonları yürüten Engin Alan ve bir bütün olarak mafyatik ilişkilerin kendisi… Peki Susurluk neydi? Susurluk’un iki üç tane boyutu vardı. Bir, Susurluk devletin kendisinin paramiliter unsurlara yaslanarak Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye Devrimci Hareketi’ne karşı topyekun saldırı dönemiydi. Bir kirli savaş süreciydi.

Bu sürecin başka köşe taşları da vardı. Bunlardan bir tanesi Gazi Katliamı’ydı. Ve Peker bununda Ağar ile birleştiğini söylüyor. Bir dizi suikasttı 93 süreci. Ve devletin, Kürt halkına karşı topyekun savaşı, yargısız infazları, ölüm üçgenini, sokak infazlarını, toplu infazları, katliamları bozkurt işaretiyle kutlayan TİM’leri o dönemi işaret etti. Ve insanlar böyle okudu Peker sürecini. Ve böyle okuduğun andan itibaren, ikinci bir şey daha çağrıştırdı, Peker’in bugünkü açıklamalarıyla örtüşen. Devlet o dönem kirli savaşını narko-ekonomiyle finanse etti.

Veli Küçük zamanında zırhlı personel taşıyıcılarla uyuşturucu taşınması, helikopterlerle uyuşturucu taşınması vb. şeyler aslında Peker’in bugün anlattığı Venezuela ile bağlantısıyla, Peker’in bugün anlattığı Ağar ve diğerlerinin şirketlere çökmesiyle ve Peker’in gene işaret ettiği sokak katliamlarının, infazlarının olacağı imalarıyla neredeyse aynen örtüştü. Tabi burada şöyle bir şey karşımıza çıkıyor; Susurluk Çetesi hiç dağılmamış. Olduğu gibi duruyor. Sadece artık bir dönem için geriye itilen bu çete, yeni iktidarın elinde yeni bir kimlikle yeni amaçlar doğrultusunda harekete geçmiş durumda. Bu yüzden Peker’in anlattıkları aslında güncel olandan çok gelmekte olana da işaret etmektedir. Zaten Deniz Poyraz’a yönelik saldırının tam da böyle bir sürece denk gelmesi önümüzdeki süreçte olabilecek olanları izah ediyor.

Peki o sürecin hemen ardından HDP’ye kapatma davası tekrar anayasa mahkemesine sunuldu ve kabul edildi. Bu kitle üzerinde Kürt düşmanlığı ve TDH’ne yönelik düşmanlık sonucu o yaşanılanları unutturmak ve kitle üzerindeki Peker’in açıklamalarının etkisini kırmak için yapılan bir süreç mi?

Ben bunu böyle okumuyorum. Bizde genel iktidarın yaptığı işleri ya da iktidara dair deşifrasyonlar gündem saptırma şeklinde ifade edilerek basitleştiriliyor. Ne İzmir saldırısı ne HDP’nin kapatılma saldırısı bir gündem saptırma değil. Tam tersine yeni bir yönelimin çok tehlikeli ve kanlı bir sürecin işaretleri olarak görmek gerekiyor.

Bunu şöyle tarif edeyim; nasıl Peker Susurluk’u çağrıştırdıysa insanların hafızasında (çünkü insanlar yaşadıkları her şeyi geçmiş deneyimleriyle kıyaslayarak tarif ediyorlar) İzmir saldırısı da direk olarak 7 Haziran sürecini insanların kafasında canlandırdı. 7 Haziran’da Türkiye Devrimci Hareketi, emek güçleri ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin yan yana gelişi barajın yıkılması büyüyen bir dalga yarattı.

Ve bu dalgaya karşı biz topyekun bir saldırı gördük. Amed saldırısıyla başladı, Suruç’la devam etti. Ankara, Antep, Sultanahmet, Taksim bombalamaları, havaalanı bombalamasıyla doruk yaptı.  Sokak bir yandan şiddet sarmalına esir alınmışken, öte yandan da Kürt hareketi yeni kurduğu ittifaklar tarafından yalnızlaştırıldı, terörize edildi ve 1 Kasım seçimlerine gidildi. Bir yandan Kürt hareketi ile TDH’yi, sol güçleri, demokrasi güçlerini yan yana getiren o paradigma dağıtıldı.

O yan yana gelişin zemini tahrip edildi, öte yandan da sokak bir şiddet sarmalıyla teslim alındı. Bu şiddet sarmalı o dönemin iktidarı için iki şekilde işe yaradı. Birincisi karşısındaki güçleri geri çekilmeye zorladı ki çekildiler, ikincisi de ki en büyük yanlış buydu; o dönem kendisine küsüp oy vermeyen tabanını bir anda arkasına aldı ve aynı güçle tekrar sandıktan çıktı. Şimdi yapılan bu saldırı dalgasını da aslında böyle okumak lazım. Yine tarihsel süreçle baktığımızda Susurluk ve Ergenekon süreçleri iyi analiz edildiğinde aslında var olan iktidar bloklarının yer değiştirdiğini, yerine yeni bir iktidar blokunun ve muhtemelen yeni bir birikim sürecinin inşa edildiğini görmek lazım. Şimdi böyle bir sürecin içinde şöyle bir bakmak gerekiyor; iktidar sandıkta kaybediyor. Bu bir gerçek.

Oy oranı çok düştü. Oydan daha kötü bir pozisyonda iktidar kendi hegemonyasını kaybetmiş durumda. Yani kendi tabanını mobilize edemiyor, kendi tabanını hareketlendiremiyor ve kendi tabanını arkasında tutamıyor. Bu sefer iktidara oy vermeyen, iktidardan kopan taban 7 Haziran’dan farklı olarak, bir daha geri dönmemek üzere kopuyor. Bir küskünlük söz konusu değil, doğrudan insanlar yaşamsal koşulları nedeniyle iktidar politikalarının kendilerine ihanet halinde olduğunu fark etti oy verenler ve geri çekiliyorlar. O zaman iktidarın ayakta kalabilmesi için başka şansı kalmıyor. Şimdi bu iktidarı okurken de doğru okumak gerekiyor. Pek çok insan, sol hareket, muhalefet hareketi ilk seçimde iktidarın gideceğini söylüyor. Normal bir seçimde bu iktidarın ayakta kalma şanı yok. Ama şunu da görmek gerekiyor, bu iktidarın bu seçimi kaybetme lüksü yok.

Doğal olarak da seçimi kazanmak zorundalar, bu seçimi kazanmak için de sandığı çalmak zorundalar. Sandığı çalmak içinse tarihsel bir süreci yeniden canlandırmak gibi, bir tarihsel dönemi yeniden hayata geçirmek gibi, eskinin hayaletlerini yardıma çağırmak gibi o tarihin çarkını tersine çevirmeye çalışıyorlar. Sokağı yeniden terörize edebilecekleri ve mafyatik ilişkilerle paramiliterlerle, üstelik geçmişe göre çok daha donanımlı, çok daha güçlenmiş aygıtları ve yetenekleri arttırılmış paramiliter güçlerle, çetelerle sokağı yeniden terörize edip, hem Kürt Hareketi’ni yalnızlaştırabilecekleri hem de karşılarındaki muhalefeti sindirebilecekleri bir süreci hayal ediyor görüntüsü ya da algısı toplumda çok yaygın. Bu yüzden, bu süreç gündem kaydırmaktan öte bir şeyi işaret ediyor.

Bahsettiğiniz gibi bu süreç tekrardan Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne yönelik baskı, şiddet ve saldırı politikasını da devreye soktu. Diğer yandan da birleşik mücadele adına yeni bir kulvar ortaya çıktı. Bu dönem işçi sınıfı, Kürt halkı ve ezilenler cephesinde de karşı koyuş tekrardan bir enerji kazandı. Hem HDP ile ilişkilenme noktasında, hem de kitlelerle bütünleşme noktasında TDH bunun neresinde yer almalı?

Yaşananları bir tarihsel süreç olarak okuyorsak, o tarihsel süreçte kendi eksikliklerimizi görerek yol yürümek zorundayız. 7 Haziran sürecinde de, Susurluk sürecinde de TDH sınıfta kaldı. Susurluk sürecinde Refah Yol’a karşı harekete geçen kitleler, bir süre sonra darbecilerin arkasında sıraya dizildiler ve 28 Şubat’a seyirci kaldılar. Hatta bir kısmı alkışladı, onayladı. 7 Haziran sürecinde ise gelen dalga karşısında geri çekilme tercih edildi. Çok açık ifade edeyim mitingler iptal edildi. 103 insanımız Ankara’da katledildi, yas tuttuk. Bir siyasal hareket yas tutmaz, bir siyasal hareket hesap sormak için mücadeleyi büyütür. Oysa geri çekilme denen şey tam da buydu.

Vicdana seslenildi. Ve bir vicdan siyaseti yürütülmeye çalışıldı, sınıfsal gerçeklerden kopuldu. Eğer şimdi yeni bir dalgayla yüz yüzeysek ki bu yeni dalganın şöyle bir takım özellikleri var, bunu görmek gerekiyor; tarih tekerrür ettirilmek isteniyor ama muhtemelen AKP kendi komedisini yazmaya hazırlanıyor. Trajedi 2015’te yazıldı, topluma ağır bedeller ödetildi. Şuanda bir komedi oynayacak, çünkü kaybeden bir iktidar var. Sınıfsal tabanı ciddi problemlerden, ağır bir ekonomik krize geçiyor. Uluslararası desteği zayıf ve bu desteği sağladığı zaman çok daha kanlı bir saldırı süreciyle yüz yüze gelme ihtimalimiz var.

Kaybeden bir iktidara karşı alternatif olacak devrimci güçlerin kitlelere adres haline gelmesi, kitlelere öncülük yapacak bir hegomonik aygıtı ve ağırlığı ortaya koyması gerekiyor. Bunun yollarından biri de elbette sokağın terk edilmemesi. Ama sokak kavramını biz kitleyle beraber kuramıyorsak ya da kitlelere adres olma zemininde kuramıyorsak yani sadece kendi eksenimizde ve kendi çeperimizle sınırlıyorsak, ve dilin kitlesel bir meseleyle kitlelerin gündelik sorunlarıyla yaşamsal sorunlarıyla birleştirerek koyamıyorsak yine sorunu çözme şansımız yok. Şöyle bir problemimiz var çok uzunca bir süredir siyaset çok üst yapısal bir dil üzerinden genel demokrasi, emperyalizm veya faşizm kavramları üzerinden yürütülüyor. Ama insanlar, halk kitleleri siyasetle ilişkisini kendi yaşamsal deneyimlerinden ve çelişkileri üzerinden kurarlar.

Bu noktada bizim dilimizin ve siyasal çalışmamızın insanların gündelik yaşamına, onların diline ve çelişkilerine değdiği oranda anlaşılacağını fark etmemiz gerekiyor. Yani  üst yapısal siyaset dilinden yaşamsal, sınıfsal politik zemine doğru bizim süzülmemiz ve bu alanda laf söyler politika yapar hale gelmemiz gerekiyor. Bu siyasetin terk edilmesi değil, bu siyasal söylemlerin, siyasal tespitlerin gündelik yaşamla birleştirilerek hakla anlatılması gerekiyor. Ne kadar anlatırsak anlatalım, anladıkları kadar anlatıyoruz.

Bunu anlayabilmeleri için yaşamlarına değmemiz gerekiyor. İkinci nokta da şu; koşullar aslında geçmişten çok daha farklı bir şekilde TDH ile demokrasi güçleriyle, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Kürt Halkının ortak mücadelesinin zeminini çok daha fazla yaratmış durumda. İktidar karşısında gerek başka bir seçeneğin kalmamış olması, gerek ise çelişkilerin neredeyse giderek kabararak iktidara karşı bir duruşun Kürt halkının taleplerini insanların gözü önünde meşru hale getirir hale gelmesiyle ve işçi sınıfının mücadelesinin kaçınılmaz bir şekilde Kürt halkıyla yan yana yürümeyi zorlamasıyla bunun koşulları yaratılıyor. Çünkü kabul edilmesi gerekiyor ki iktidar yıkılmadan, var olan iktidar yapısı sona erdirilmeden ne işçi sınıfının kazanma şansı var ne de demokrasi güçlerinin yol alma şansı var.

Bu noktada iktidarın yıkılmasının yegane yolu, Kürt Halkı ile Türkiye Devrimci Güçleri’nin yan yana gelip mücadeleyi büyütmesidir. Biz bu şansa çok fazla sahibiz. TDH, sosyalistler bu mücadeleyi omuz omuza yürütebilirlerse bunu kitlelere doğru araçlar ve politikalarla kavratabilirlerse, gelmekte olan kırılmaya önderlik etme şansına sahibiz. Ve bizi bekleyen ağır saldırıyı göğüsleme şansına sahibiz. Bunu yapamaz isek, çok daha ağır bir sürecin bizi beklediğini de görmek zorundayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu