DerlediklerimizGüncel

Sahaba | “Cinsiyetle Ev Arasında Bir Devrim”

"İstedim ki, gecemizin büyüsü memleketimizde de çiçek açsın”" başlığı ile Sahaba tarafından yazılan ve velvele.net Enis Demirer tarafından çevirisiyle yayınlanan deneyimi sizinle paylaşıyoruz.

2010’un sonlarında, güzel ve iç acıtan bir devrim patlak vermeden hemen önce, birkaç meseleyle cebelleşiyordum: saçım, üniversite sınavım ve kuirliğimle yüzleşme sürecim. Saçım kıvırcıktı, karışıktı ve sevgi dolu büyükannemin güzellik standartlarıyla uyumsuz bir biçimdeydi.

Birçok akrabadan gelen sayısız pasif-agresif yorumdan gına geldiği için saçlarımı kısa tutuyordum. Kendimi bir süredir kuir hissediyordum. Farklı olduğumu hissederdim ve bu dışarıdan da görünürdü. Tabii ki, bu durum zorbalığa maruz kalmama sebep oldu ve daha fazla “adam” gibi gözükebilmek için birtakım küçük şeylerde değişiklik yapmak konusunda kendimi nasıl eğittiğimi hatırlıyorum. Nasıl yürüdüğüm, ses tonum ve kullanmayı seçtiğim kelimeler gibi şeyler. Tüm bunların ve kafası karışık hislerimin arasında o zamanlar kendime dair geliştirdiğim ufacık bir kabulleniş, başarması devrim niteliğinde bir şeydi.

O zamanlar karşıma çıkan hiçbir LGBT sıfatı ile uyuşmazdım. Erkekleri inanılmaz derecede arzuluyordum, fakat herkese aşık olurdum. Bir erkek veya bir kadın gibi hissetmezdim. Aşırı erkeksi herhangi bir şeyden nefret eder, aşırı kadınsı herhangi bir şeye pek merak duymazdım.

Her şeyde griliği severdim. Hakkımda okulda yayılan dedikodular, sokakta çocuklardan gürültülü bi şekilde yankılanan hakaretler ve hatta okumayı istediğim kimi bölümleri sözüm ona “kadınsılıkları” sebebiyle ailemin onaylamayışı gibi yıllarca maruz kaldığım binbir yönden gelen zorbalık ve şiddet sonucunda, kendimi kendi şehrimde bulamayacağımı idrak etmiş oldum. Kendimi kabul etme şansım yoktu ve henüz bunu o kadar keşfetmemiştim de. Zamanla utangaçlaştım, kitaplarıma, yazmaya ve bazı arkadaşlarıma sığındım.

Şam cazibesi

Şam’da bir sonbahar günü, matematik özel dersine gitmek üzere otobüse bindiğimde kulaklıklarımın içinde saklanmış bir haldeydim. Oturacak tek boş yer benden birkaç yaş büyük olan yakışıklı bir çocuğun yanıydı. Çok farklı arka planlardan geldiğimiz barizdi ve hiç konuşmamış olsak da aramızda yadsınamaz bir cinsel gerilim vardı. Otobüsten aynı durakta indik ve ben tam gideceğim yöne doğru yürümeye başladığımda beni telefon numaramı istemek için durdurdu.

Bu o an gerçekten yaşanıyor muydu, yoksa amacı beni ifşa etmek miydi? O an heyecan, kaygı ve sonsuz sorularla tutuşmakta olduğumdan Wasim’e gerçek numaramı sahte bir isimle birlikte verdim. Sık sık telefonlaştık ve ona güvendiğim zaman buluşmaya da başladık, fakat üniversite sınavım sebebiyle bu kısa buluşmalar ancak birkaç sefer, ailemin gitmeyeceğini bildiğim yerlerde derslerimin öncesi veya sonrasında oldu. Geceleri parklarda el ele tutuştuk ve rastgele binaların asansörlerinde birbirimize kaçamak öpücükler verdik.

Bir gün Wasim, ailesi kısa bir seyahat için Şam dışına çıkıp da kendisi iş için şehirde kalınca beni evine çağırdı. Aileme bir arkadaşımla çalışacağımı söyleyerek çıktım ve gittim. Onu gerçekten yeterince tanımıyordum fakat onunla kendimi güvende hissediyordum. Wasim beni bir bütün olarak arzuladı, zorbalıkla elimden alınmak istenen kadınsılığımla birlikte. Bu beni kendim gibi hissetirdi. Bana kendi bedenimi ve bedenimin arzularını yüksek sesle ve özgün bir biçimde keşfedebileceğim bir alan sağladı.

Her bir dokunuşu beni içinde özgürce varolduğum başka dünyalara götürürken, her öpücüğü beni daha önce varlığından haberim olmayan şekillerde özgürleştirdi. Yumuşak yüzümdeki sakalı uzun soğuk yılların ardından sıcak bir eve dönmek gibiydi. O gece zaman durmuştu ve hiçbir şey değil ama sadece onun vücudumun üstündeki dudakları vardı. Ne odası, ne odasında bulunan türlü dini öge, hatta ne Şam ne de Şam’ın zalimliği. Analarımızın bizi doğurduğu gündeki kadar özgür, bildiğimiz her şeye karşı isyankardık ve sesimizi yükseltmiştik.   Akşam ezanı okunduğunda gitme vaktimin geldiği anlaşıldı ve Wasim beni evimden birkaç bina ötede, olası aile üyeleri veya komşulardan uzak bir yere kadar bıraktı. Wasim’le iletişimim devam etti fakat sonra derslerim ve üniversiteyle meşgul olmaya başladım. Suriye’deki durum kötüleştikçe bizim iletişimimiz seyrekleşti. Fakat, onun yatağında güce dair bulduklarım asla yok olmadı.

Umutlu bir devrim

Devrimin ilk günlerinde kaotik duygularımı anlayamıyordum. Esad’ın bir tabu olduğu ve küçük evimizin dışında onun hakkında konuşamayacağım öğretilerek büyüdüm. Ebeveynlerimin ve onların ebeveynlerinin bu rejimin zalimliği hakkında, bir yakınımızın 80’lerde dikkatsiz davranıp bir sokak satıcısına Hafız Esad hakkında hafif olumsuz bir şey söylemesinin ardından kaybolması gibi sonu gelmez hikayeler anlatışlarını gözlemledim. Suriye ve halkı özgürlüğü hak ettiği için, devrimci bir hareketi iple çekiyordum.

Çocukluğumdan beri diktatörlük ve onun gaddar, baskıcı mekanizmaları her anlamda apaçık ortadaydı, bu herkesi dehşete düşürdü. Buna karşı nasıl bir tepki gelişeceğini kimse kestiremez. Ben olup biteni yoğun bir biçimde takip ederken, gelen haberlerle birlikte öfke gelişti ve protestolar da büyüdü.

Anladım ki kendi içimdeki kaos basbayağı umut ve korkunun karışı mıymış. Umut, bir gün kendi toprağımda kuir bir Suriyeli olarak özgürce var olabilmeye dair. Kendiliğimden sürüklendiğim ilk protestoda “omuz omuza, Suriyeliler birlik oldu” diye bağırdık ve gözyaşları ve kahkahaların arasında aklımdan Wasim geçiverdi. İstedim ki, gecemizin büyüsü memleketimizde de çiçek açsın.

Takip eden yıllarda, okuldaki birçok arkadaşımın da kuir olduğunu öğrenmemin üstüne ayrıca cinsellik ve cinsiyet yelpazelerinin her tarafından başka Suriyeli kuirle de tanıştım. Mücadelelerimiz benzer ve çevrelerimiz sıkı fıkıydı. Bu çevrelerin dışında yine ailelerimize ve onların dini ve sınıfsal örüntülerine dönerdik.

Devrimin başarılı olmasından sonra kuirlerin kabul görmesinin de büyülü bir şekilde birden yaşanacağını düşünmüyordum fakat devrimden sonra kuracağımız ülkenin bizlerin ve herkesin özgürlüklerini koruyacağına inanıyordum. Yani en azından maskelerin ardına gizlenmeden yaşayabilirdik demek istiyorum. Aktivizmimizin ve seferber olmuş çabamızın doğal olarak birtakım kuir destek mekanizmalarının oluşmasını sağlayacağını düşündüm. Hiçbir şey değilse, basın özgürlüğü ve sanat bizlerin daha görünür olmasını ve Suriye haritasında bir yer edinmemizi sağlayabilirdi. Ne yazık ki, Suriyeliler birlik olmamıştı ve devrim dehşet verici bir biçimde muhafazakar ve ataerkil bir hal aldı.

Heyecanımızın nasıl paniğe dönüştüğüne tanık oldum. Odağımız protestolar düzenlemekten Esad’ın yasa dışı hapishanelerinde arkadaşlarımızı aramaya doğru kaydı. Bu hapishanelerde neler döndüğüne dair korkunç birçok hikaye dinledikten sonra acımasız bir gerçekle yüzleştim: benim gibi bir ib*enin, bir tant’ın* buralara düşmesi kesin bir ölüm fermanıydı. Sokaktan uzak durmaya ve aktivizmimi daha güvenli alanlara kaydırmaya başladım. Kısa zaman içinde tüm aktivizm cenazelere katılım, bombardımandan sakınmanın yollarını öğrenmek ve birbirine vize almak ve olası kaçış güzergahları konularında yardımcı olmak halini aldı. İki yıldan kısa bir süre içinde umutlar tükendi, keder ve öfke karışımı bir his galip geldi. Derken, ülkede kalmanın tehlikesi benim de kapımı çalar oldu ve bir mucize eseri, köklerimden binlerce mil uzaklıkta bir varış noktasına iltica etmeyi garantiledim.

Sürgün: Sürekli bir sızı

Başta sürgünü adıyla anmıyordum fakat muazzam zorlukların ardından ve bir seçim şansımın hiç olmamış olduğunu çarpıcı bir şekilde kavradıktan sonra artık durumumu betimleyen bir terim bulmuş olmayı naçizane kutluyorum. Şam’da yaşadığım, dışarıda ne olacağını bilmediğim için korkudan evde durmak zorunda olduğum zamanın üstünden yıllar geçti, şimdi kendimi yine yalıtılmış bir halde buluyorum. Geçip giden yılların üzerine düşünüyor ve Suriyeli arkadaşlarımla konuşuyorum.

Eskiden birlikte nargile ya da içki içmeye gitmek için bir telefon kadar uzağımda olan insanlar artık sadece telefon üzerinden ulaşılabilir haldeler. Kıtalara ve ülkelere dağılmış halde, yine birbirimizin mücadeleleriyle aşinalık geliştiriyoruz: ırkçılık, yoksulluk, sınıfçılık, dayanılmaz yalnızlık, sonsuz hukuki karmaşalar ve geride, sılada kalan, ölmekte olan ebeveynlerin ve büyüklerin matemini tutmak. Yaşadığımız zorlukları ancak diğer sürgündeki Suriyelilerle paylaşıyoruz çünkü sevdiklerimizin Suriye’de günlük olarak yaşadıklarını düşününce bizim yaşadığımıza zorluk demekten bile derin bir hicap duyuyoruz.

Her bir Suriyeliyle konuştuğumda, inanılmaz derin bir nostaljide buluyorum kendimi. Bazen belirli anılar oluyor bunun sebebi, bazense bu sadece Arapçada var olan, Suriyeli bir terimi duymaktan kaynaklanıyor. Nostaljim özel olarak Wasim’le, Şam’la ya da Şam’ın yaseminleriyle alakalı değil. Gerçekleşmesi mümkün olmuş olanlara ve çalınan gençliğimize özlem duyuyorum. Arkadaşlarımla birlikte Suriye’de sahillere ya da dağlara gitmeyi özlüyorum. Arapça aşık olmak, kendi dilimde flörtleşmek ve aşkımı Asmahan ve Warda’nın sesleriyle yaşamak istiyorum.

Her ne kadar artık bir zamanlar bildiğim şehir gibi olmadığının çok iyi farkında olsam da her gün Şam’ı ve sokaklarını düşlüyorum. Akrabalarımla rastlaşmak, ve dilediğim zaman büyükannemi ziyaret edebilmek istiyorum. Beni sevdiğim Suriyelilere bağlayacak, acıdan başka bir şeylerin de varlığını istiyorum. Ne burada ne de oradayım ve çoğunluğumuz bu durumda, hala Suriye’de olanlar bile.

Kayıpları geri almak

Yıllar içinde kaybettiklerimi geri almayı yavaşça öğrendim. Saçımı geri aldım: şimdi yeniden uzun, kıvırcık ve oldukça Arap. Arapçada kulağa “oldukça kadınsı” gelen kimi ifadeleri kullanarak ve tant gibi kelimeleri şiddet içeren toplumsal anlamlarının içini boşaltıp tam da baskılamak istedikleri kadınsılığı kutlamak amacıyla sahiplenerek zorbalıklara karşı kaybettiğim tüm kadınsılığı da geri aldım. Aynı zamanda bedenimi bir erkek bedeni olarak görmeyi bıraktığımda onu yüceltme yetimi de geri aldım. Beni de şaşırtan bir biçimde, kadınsılığımı geri almak uzun zaman boyunca sadece beni korumak için var olduğunu düşündüğüm kimi erkeksi özelliğimi de geri almamı mümkün kıldı.

Tüm bu süreçler sonucunda nihayet kendi cinsiyetimi de buldum ve geri aldım. Doğumda atandığım herhangi bir şeyden farklı olarak ben her cinsiyetten birazım ve aynı zamanda da cinsiyetsizim. Siyah göz kalemi çekiyor ve altıma erkek pantolonları giyip onları kadınsı üstlerle kombinlemeyi seviyorum. İlk defa bir kadın mağazasından gömlek aldığım andaki mutluluğumu asla unutmayacağım. Kasiyer, “kim bu şanslı kadın?” diye sordu. Güldüm: “ben.” Henüz cinsiyetim için Arapça bir terim bulmuş değilim ve açıkçası bu benim için o kadar da mühim değil. Bedenimin benim olduğunu ve bu sürgüne ait olmadığını biliyorum.

Suriyeli olmayı, kendimle alakalı en acı verici tarafı da geri aldım. İçinde barınamayacağımı düşünerek bu kimlikten yıllarca kaçtıktan sonra şimdi bu çalınmış alanı inşa ediyorum. Artık Arapça yazıyor ve okuyor, Suriye basınını izliyor ve dünya çapında üretilen sanatsal ve diğer işleri takip ediyorum.

Mutfakta bana kısa bir anlığına Wasim’in dudaklarını hatırlatacak yemek ve tatlıları yapmayı öğrenmek için saatlerimi geçiriyorum. En önemlisi de, toplumlarımıza incir ve zeytinlerimiz gibi kök salmış olan ırkçı, ataerkil, sınıfçı ve mezhepçi zehirleri unutmak için yıllarca uğraştım. Hala daha da unutmaya uğraşıyorum. Bu yorucu ve günlük bir iş, ve pek de konforlu bir süreç değil. Beni olduğum gibi gören ilk aşkım Wasim’den on yıl sonra kendimi buldum ve geri aldım.

Umut çetrefillidir

Suriye’nin matemini yoğun bir biçimde başka Suriyeli kuirleri ve ilerlemecileri takip ederek tutuyorum. Yayımladığımız her şeyi okuyor, ürettiğimiz sanatı takip ediyor ve dostlarım ve çalışma arkadaşlarımla bulundukları sürgün yerleri ve ruh sağlıkları hakkında iletişimimi sürdürüyorum. Sanatımızı evimize götüreceğimiz günün hayallerine dalıyorum. Bu süreçte yavaşça evimi de geri alıyorum. Bu, sorunu görmezden gelerek üstesinden gelinemeyecek ağır bir iş.

Benim için bu, başka Suriyelilerle sorunlarımız hakkında zorlayıcı ve rahatsız edici konuşmalar yapmak anlamına geliyor. Aynı zamanda bu politik ve kültürel anlamda, şimdilik dijital bir şekilde de olsa, aktif olmak, kuir görünürlüğünü mümkün olan her şekilde ileri taşımak ve elimden geldiğince geride, evde kalmış kuir yoldaşlarımın iyiliğinden emin olmak anlamına da geliyor. Şimdi her yerdeyiz ama bir zamanlar oradaydık ve yelpazelerimizdeki konumlarımızla tüm Suriyeyi renklendiriyorduk. Bizden önce birçok kuir de evdeydi, ve birçokları da bizden sonra gelecekler. Suriye bizim geri alacağımız evimiz.

Birçok Suriyeli gibi benim de umutla ilişkim oldukça çetrefilli. Her zaman en kötüsünü bekliyoruz. Özellikle daha sancılı geçen, sıla hasretimin ağır bastığı ve yataktan çıkamadığım günleri devrimin ilk günlerindeki protestoların videolarını izleyerek geçiriyorum. Artık aramızda olmayan güzel çehrelerdeki gülücükleri ve umudu görüyorum. Birçok Suriye kentinin dayanıklılığını, protestolarımızın sokaklarımızı dolduracak kadar kalabalık olduğu günleri ve mahallelerimizde yüksek sesle haykırdığımız zamanları izliyorum. Videolar beni afallatıyor; parçası olmadığım büyüleyici bir zamanı izlemek gibi geliyor. Coşkuyla anlıyorum ki bizimki kadar güzel ve bizimki kadar çılgınca savaşılmış bir devrim asla ölmeyecek. Bir gün kuir ailemle yeniden umudu ve aktivizmi paylaşacağım. Korkusuzca, devrimimizi de geri alacağız.

Sahaba, özellikle kuir konularla ilgilenen Suriyeli bir sanatçı ve yazar.

*tant: Fransızca’da teyze/hala anlamına tante’dan gelen kelime, özellikle feminen geylere, kuirlere yönelik kullanılan bir hakaret.

Çeviri: Enis Demirer velvele.net 5 Eylül 2021.

Bu yazı  ilk olarak 5 Aralık 2020’de syriauntold.com sitesinde yayımlandı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu