GüncelMakaleler

PUSULA | Bizi kim değiştirecek?

"Açıktır ki, devrimcilik insanın başta kendini, kendi gerçeğini anlaması, kabullenmesi ve onunla savaşmayı göze almasıyla başlar. Geçen sayımızda altını çizdiğimiz gibi bu savaşı tetikleyen kimi zaman “uzun yılla­rın devrimcisi bir erkek yoldaş kar­şısında kadın bir yoldaş olur” ve “onu erkekliğiyle yüzleştirir.”

Geçen sayımızda “Aynaya Bakmak” başlığını atmış ve bireyin-bileşenin-kolektifin “körleştiği” noktada ona ayna olan yoldaşlardan bahsetmiş ve bunun “bir şans” olduğunun altını çizmiş; bununla bağlantılı olarak başarının müdahaleye-eleştiriye açık olmakla ilişkisine değinmiştik.

Hepimizin bildiği ve durmaksızın tekrarladığı gibi devrimci kişi artık “hata yapmayan”, “mükemmel”, “tamamlanmış”, “olmuş-bitmiş” değildir. Onu “sıradan” insandan ayıran özelliklerden birisi hataları, eksik ve zaafları karşısındaki tutumudur. Gerçek bir devrimci –ki devrimcilik tamamlanmış bir olgu değildir, devam eden bir süreçtir ve bu yüzden devrimcileşmekten bahsedilir– hatalarıyla dürüstçe yüzleşir, içindeki “düşman”la çatışır-hesaplaşır ve böylece güçlenir. Bu “iç düşman”lardan ve de bunun bir sonucu olarak yüzleşme ve hesaplaşma alanlarından biri de erkek egemenliğidir.

Ancak devrimci komünist saflarda “erkek egemenliğiyle mücadele”yi sadece kadınların görevi gibi algılama, en iyi haliyle “kadınlar bizi değiştirsin”le sınırlama hali oldukça yaygındır. Oysa kadın sorunu dediğimiz “şey”, en basit ifade ile “erkek egemenliğidir”.

Erkek egemenliği diye bir şeyi inkar eden de pek yok. Ancak maalesef bir şeyi teorik olarak kabullenmek, pratikte onu değiştirmek anlama gelmiyor. Örneğin öğretilmiş kimliklerle savaşmak söz konusu olduğunda genelde kadınlar akla geliyor.

Neden egemen erkek kimliğiyle, erkeklikle savaşmak gelmiyor? Neden egemen zihniyetin erkek devrimcilerdeki izleri, erkek egemen tutumlarıyla mücadele gelmiyor? Neden erkek egemenliğinin saflarımızdaki yansımalarını doğru çözümleyebilmek, tek tek erkek devrimciler şahsında ortaya çıkan pratikleri birer “erkeklik hesaplaşmasına” dönüştürmek gelmiyor? Sorular çoğaltılabilir…

Sonda söyleyeceğimizi hemen burada söylersek; toplumsal-öğretilmiş erkeklikten kopuş, devrimci komünist erkeğin kendi devrimci gelişiminin zorunlu bir parçası olmalıdır! Bu mücadeleyi yalnızca kadınlara havale ederek, “kadınlar beni-bizi değiştirsin”le sınırlamak erkek egemenliği ile yüzleşmek ve devamında hesaplaşmaktan kaçışın yolunu döşemektir.

Yüzleşme korkusu denilen budur. “Orada bir yerde duran” gerçekliğimizle karşılaşmak, yüzleşmek, hesaplaşmak, bu süreçten bir sonuç çıkarmak ve bu sonuçla birlikte mevcut yapımızı güncelleyerek, kişisel malzememizi yeni olanla harmanlayarak mücadele etmekten korkmak! Bu ne kadar devrimci bir tutumdur?

Açıktır ki, devrimcilik insanın başta kendini, kendi gerçeğini anlaması, kabullenmesi ve onunla savaşmayı göze almasıyla başlar. Geçen sayımızda altını çizdiğimiz gibi bu savaşı tetikleyen kimi zaman “uzun yılla­rın devrimcisi bir erkek yoldaş kar­şısında kadın bir yoldaş olur” ve “onu erkekliğiyle yüzleştirir.”

İşte bu noktada cesaret, insanın “dış düşmana karşı” gösterdiği değil, “iç düşmana karşı” mücadelesindeki tutarlılıktır. Bahanelerimizi zenginleştirerek, ısrar ve inadımızı sürdürerek, “doğru bildiklerimizi”-“genellemelerimizi” yineleyerek, kendi sorumluluklarımızı kadın yoldaşlara aitmiş gibi ele alarak da yolumuza devam edebiliriz. Ancak bu ne kadar devrimci olur, tartışılır!

Kolektifimiz hiçbir biçimde ve koşulda zayıflatılmasına izin vermeyeceği, vazgeçmeyeceği bir faaliyet başlatmıştır. Bunu sürdürecek olanların kadın yoldaşlar olması sorunun tabiatı gereğidir ama bu faaliyette erkek devrimcilere de önemli görevler düşmektedir.

Bahsini ettiğimiz, kadın faaliyetinin toplam faaliyetimizin kritik bir parçası olduğunun altını çizmek değildir. Bu elbette önemlidir ancak erkek devrimciler şahsında “görev” burada bitmemektedir.

En az bunun kadar önemli olan, sorunun kendisiyle ilgili yanını aşma çabası olmaktır. Bizzat kendi cinsinin toplumsal şekillenişinin beslediği ve bu anlamda bir parçası olduğu sorun, erkek yoldaşlar bakımından zor bir sınav niteliğindedir.

Kadın mücadelesi ve özgürleşmesinin kolektifimiz içindeki dinamikleri söz konusu olduğunda, bu mücadele ve özgürleşmenin en büyük engellerinden biri olan erkek egemenliğini yok etmede; bu egemenliğin izlerini taşıyan erkek devrimci komünistlerin eleştiriye açıklığı, eleştiriden öğrenme kararlılığı, yenilenme iradesi, özeleştirel savaşımı devreye girmektedir.

Tıpkı Cengiz İçli yoldaşın altını çizdiği gibi; “Mesele ideolojik anlamda devrimciliğimizin güçlenmesi meselesidir. Bu anlamda devletle, egemen sınıflarla her türlü ortaklıktan kopuşu sağlamak gerekir ki devrimciliğim daha güçlü hale gelsin. Devlete, egemen sınıflara ve onun sistemine örgütlü mücadeleye girerek ilk adımı atmış bulunuyoruz. Ancak diğer her şeyde olduğu gibi bu ilk adımlar kendi içerisinde yetersizliği barındırıyor.

Nitekim bir dizi devrimci, bu ilk adımın devamını getiremediği için örgüt saflarından ayrılmakta, egemen sınıfların sistemine geri dönmektedir. Devrimcilik de sürekli bir şekilde, gündelik yaşamda yeniden üretilmelidir. Yeniden üretilmeyen devrimcilik, tükenmeye, yok olmaya muhtaçtır. Devrimciliğimizin yeniden üretimi, ancak egemen sınıfların değer yargılarının üzerimizdeki etkilerinden köklü kopuşu beraberinde getirmeli yoksa bu kopuş mümkün olmayacaktır.

(…)Bu toplumda yaşayan herkes ve her kurum (kolektifimiz de dahil) ataerkiden şu ya da bu şekilde etkilenmiştir. Hepimizin bünyesinde bu hastalık ya da mikrop vardır. Doğallığında da bu durum bu meseleye dışarıdan bir yaklaşımı doğru görmez, içeriden bir yaklaşımla soruna yaklaşmamız gerekir.

Bunun anlamı her şeyden önce kendimizden başlamamız gerektiğidir. Şüphesiz bu bütün çelişkiler için gereklidir ancak ataerkinin üzerimizdeki etkisinin derinliğini göz önünde bulundurduğumuzda bu meselede kendimizden başlamamız daha önemli hale geliyor.”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu