GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Talan ve Yalan Üzerine Kurulu Faşizm!: YIKILACAKLAR!

"Gençlik örgütlerinin son dönemdeki ortak iş yapma pratiği son derece öğreticidir. Hiçbir grupsal kaygı güdülmeden güçlerini birleştirerek gündeme ortak müdahale pratiğinden mutlaka öğrenilmelidir"

Faşizmin yalan ve kara propaganda üzerine kurulu bir sistem olduğu son yaşanan örneklerle bir kez daha açığa çıkmış görünüyor.

Örneğin devletin resmi kurumu olan TÜİK, Nisan ayı işsizlik verilerini açıklarken müthiş bir sahtekarlığa imza attı. TÜİK, geçen yılın aynı dönemine göre, 15 ve daha yukarı yaştaki işsiz sayısının 427 bin kişi azalarak 3 milyon 775 bin kişi olduğunu iddia etti. İşsizlik oranının ise 0.2 puanlık azalış ile yüzde 12.8 seviyesine gerilediğini ileri sürdü.

TÜİK’in verilerinin ardından açıklama yapan DİSK-AR ise bu verilerin yalan olduğunu açıkladı. DİSK-AR, virüs salgını döneminde geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybının 17 milyon 722 bine ulaştığını ifade etti ve “Covid-19 nedeniyle eşdeğer istihdam kaybı ve yeni işsiz sayısı 10,7 milyon oldu” dedi.

Revize geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı oranının yüzde 52 olduğunu belirten DİSK-AR, istihdamın 28.2 milyondan 25.6 milyona, işbaşında olanların sayısı 27.5 milyondan 20.4 milyona, haftalık ortalama çalışma süresinin ise 44.6 saatten 39.5 saate düştüğünü açıkladı.

Bu rakamların ne anlama geldiği son derece açık. Türkiye tarihinin en büyük iş ve istihdam kaybı yaşanıyor. Türkiye’de 22.8 milyona ulaşan işsizler kitlesi, 20.4 milyonluk çalışan sayısını geride bırakmış durumdadır. Artık Türkiye’de çalışandan çok işsiz bulunmaktadır.

Ekonomi büyük kriz içinde, çöküş işaretleri veriyor. Türk hakim sınıfları ise bu gerçeği gizlemek için rakamlarla oynamayı tercih ediyor. Bir “Yalan Cumhuriyeti” inşa ediliyor. Yalanlarla gerçekler gizlenmeye ve böylelikle yönetme krizi ötelenmeye çalışılıyor.

Faşizm sadece bugünü değil halkımızın geleceğini de çalıyor. İktidar bugünü değil yarını da ipotek altına alıyor. Nitekim Bahadır Özgür’ün Gazete Duvar’daki “Gelecek hırsızı bir iktidar” başlıklı makalesinde aktardığı rakamlar, virüs salgını döneminde milyonlarca insanın kredi çekerek yaşamını sürdürmeye çalıştığını ve böylelikle geleceğe borçlandığını net olarak ortaya koyuyor (7.7.20).

Faşizmin bir yalan cumhuriyeti olduğu, yönetmek için sadece şiddete değil bununla birlikte son derece etkili yalan ve manipülasyona başvurduğu, kitlelerin geri duygularına hitap ettiği ve buradan kendine yedeklemeye çalıştığı son olarak Ayasofya tartışmalarında net olarak görülmüş durumdadır.

Şam’da “Emevi Camisi”nde namaz kılamayanlar şimdi “Ayasofya Camisi”nde namaz kılacaklarını ilan ediyorlar. İflas etmiş müflis tüccar gibi geçmiş defterleri karıştırıyorlar.

Bu tartışmanın bir yanında Türk hakim sınıflarının burjuva demokratik devrimini yapamaması ve dolayısıyla da feodalizmle hesaplaşılmaması varken, asıl olarak ekonomik krizin ve bununla bağlantılı olarak yönetme krizinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Faşist iktidar, içinde bulunduğu sıkışmışlığı Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması adımıyla “yeniden fethedilmesi” ve böylelikle sahte bir zafer kazanıp aşmaya çalışıyor.

Böylelikle faşizm kitlelerin gerçek çıkarlarına hizmet etmeyen bir gündemi tartıştırıyor ve kitlelerin anda içinde bulundukları durumu sorgulamasını engellemeye çalışıyor. Din, şovenizm, ırkçılık, fetih böbürlenmeleri halkın afyonu olarak bir kez daha sahaya sürülüyor.

R.T.Erdoğan, daha bir sene önce 31 Mart yerel seçimleri kapsamında partisinin Tekirdağ’da düzenlediği mitingde konuşurken; “Ayasofya cami olarak açılsın” diye seslenen vatandaşa tepki göstererek; “Bu işin siyasi boyu var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah. Biz ne zaman, neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz.

Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Adımı nasıl atacağımızı biz çok iyi biliriz” diye cevap verirmiş ve bu türden bir talebin tezgah olduğunu ileri sürmüştü. Aradan çok değil bir yıl geçmiş olmasına rağmen R.T.Erdoğan içinde bulunduğu durumun etkisi, yaşanan ekonomik krizin boyutu karşısında kitlelerin tepkisinin ortaya çıkması ve iktidarına verilen desteğin düşmesi nedeniyle “tezgahı” devreye sokmuş görünüyor.

İktidarın mutlak denetimindeki yargı, Ayasofya’yı müze yapan kararı daha iptal etmemişken hükümet yetkililerinden bu yönde açıklamalar yapılıyordu bile. İktidarın Ayasofya’nın müze olmasından dolayı elde ettiği geliri göz ardı edemeyeceğini bilerek, atılan bu adımın tamamen kitlelerin geri duygularına hitap eden, yaşanan hoşnutsuzluğu ve oluşan tepkiyi azaltmaya dönük bir hamle olduğu açık.

İşin diğer yanını ise hakim sınıf klikleri arasında yaşanan dalaşın bu mesele üzerinden sürdürülmesi oluşturmaktadır. Meselenin arkasında Siyasal İslam’ın M. Kemal’e yönelik intikamcı yaklaşımları da bulunmaktadır. Bu çatışmanın, yani “müze mi olsun cami mi” tartışmasının halka bir yararı olmadığı ve olmayacağı ise açıktır.

 

Faşizm halk düşmanlığı sürüyor, mücadelenin ateşi harlanıyor!

Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları durumu iyi tahlil etmek gerekiyor. Örneğin devlet aygıtında ve her yerde “tek”liği savunanlar, baroları parçalamayı hedefleyen bir yasa çıkarıyorlar.

Çoklu Baro sisteminin sanıldığı gibi sadece “iktidarın kendi Barosunu yaratması” amacını gütmediğini, daha kapsamlı bir saldırının parçası olduğunu görmek önemlidir. Elbette meselenin bir yanında hakim sınıf klikleri arasında dalaşın baro yasası üzerinden sürmesi vardır.

Baro yasası ve ardından gelecek olası “Oda”lar tartışması, kriz içinde debelenen iktidarın kendine alan açmasının yanında, güvencesiz ve şekilsiz çalışmanın, faşizmin keyfiliğinin tamamen hayata geçirilmesi amacını taşıyor. Hatırlanırsa bekçilerle ilgili düzenleme de benzer özellikler taşıyordu.

Faşizm bir yandan kendisine karşı gelişecek olası kitle hareketlerine yönelik güçlerini tahkim ederken, diğer yandan ise bekçi, baro yasalarıyla kendi tabanını birleştirmeyi amaçlıyor ve yargı, güvenlik ve meslek odaları gibi alanlarda kendine ayak bağı olacağını düşündüğü engelleri temizliyor.

Bu alanlar başta olmak üzere çalışma yaşamını kuralsızlaştırmayı, liyakatsizliği, düşkünlüğü ve yeteneksizliği kutsuyor. Amaç kendine her anlamda bağımlı ve vurucu bir kitle tabanı yaratmak. Böylelikle kendisini hedef alarak gelişecek olası kitle hareketlerinin karşısında daha şimdiden kendini yeniden örgütlüyor.

Türk hakim sınıflarının dönemsel hedeflerinden biri işçi sınıfının kıdem tazminatının gasp edilmesidir. Hakim sınıflar içinde bulundukları krizden çıkış yolu olarak işçi sınıfının kazanılmış hakkını talan etmek istiyorlar. Kıdem tazminatlarının fona devredilerek hakim sınıflara yeni ve taze sermaye aktarılması hedefleniyor.

Böylelikle ekonomik kriz koşullarında hakim sınıflara “can suyu” olunmak isteniyor. Şimdiki durumda kamuoyu tepkisinden çekindikleri için bu tartışmaları alttan alta sürdürseler de “Ayasofya’nın yeniden fethi” ve “milli ve dini hassasiyetler”in yükseldiği bir ortamda yeniden gündeme getirilmesi olasıdır.

Türk hakim sınıflarının atmış oldukları bütün adımlar içinde bulundukları durumu krizi yönetme üzerine kuruludur. Attıkları her adım, uygulamaya koydukları her politika, kendilerine yönelik öfkeyi büyütmektedir. Faşizm kendi tabanını tahkim ederken karşı cepheyi de güçlendirmektedir.

Çelişkiler giderek keskinleşmekte, öfke derinlerde damlalar halinde birikmektedir. Faşizmin saldırganlığının artması sıkışmışlığıyla doğru orantılıdır.

Sokağın görece sessizliği kimseyi yanıltmamalıdır. HDP’nin “demokrasi yürüyüşü”nden örnek alan baroların ve avukatların kitlesel eylemleri dikkat çekicidir. İşçi sınıfının kıdem tazminatının gasp edilmesine yönelik genel grev cevabı anlamlıdır. Kadın hareketi sokakları zaten terk etmemektedir.

Gençlik örgütleri, devrimci dayanışmanın ve eylem birliğinin son derece olumlu bir örneğini sergilemektedir. Gençlik örgütlerinin son dönemdeki ortak iş yapma pratiği son derece öğreticidir. Hiçbir grupsal kaygı güdülmeden güçlerini birleştirerek gündeme ortak müdahale pratiğinden mutlaka öğrenilmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu