GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Soframızdaki Ekmeğe, Geleceğimize, Özgürlüğümüze Çökülmesine Karşı BARİKATI YIKTIK… İLERİ… DAHA İLERİ…

"Kitleler pandemi sürecinde iktidarın uygulamaya koyduğu “korku” siyasetini parçalamıştır. Bunun en somut örneği kadın ve LGBTİ+ların Taksim’de barikatı yıkmalarıdır. Öyleyse barikatları yıkmaya, ileri… Daha ileriye…"

Dünya genelinde koronavirüs salgınına karşı alınan önlemler kademeli şekilde kaldırılırken, salgının yayılma hızının düştüğü iddia ediliyor.

Bu durumun hakim sınıfların içinde bulundukları ekonomik koşullarla ilişkisi açık olsa da, salgın aynı zamanda dünya çapında yaşanan kitle hareketlerinin, itiraz ve isyanların bastırılmasının bir aracı olarak kullanıldı. Hakim sınıflar, salgın nedeniyle uygulamaya koydukları politikaları yeni sürecin normali olarak kitlelere kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Bu olgu beraberinde önümüzdeki süreçte, kitlelerin kendilerine dayatılan yaşam koşullarına, politik baskılara karşı itirazları şekillendikçe daha bir görünür olacaktır.

Dünya çapında salgının aşılama nedeniyle etkisinin düştüğü açıklamalarının doğruluğu yanlışlığı bir yana, gelinen aşamada salgın nedeniyle ölümlerin 4 milyona yaklaştığı ifade edilmektedir. Salgının dünya çapında etkisi sadece ölümlerde görülmemektedir.

Koronavirüs pandemisinin hakim olduğu 2020 yılında dünyadaki süper zenginlerin sayısının yüzde 9 oranında arttığı ifade edilmektedir. Bu rakam, pandemi döneminde dünyada net serveti 1 milyon doların üstündeki kişilerin sayısının yüzde 6.3 artarak 20 milyon 800 bine yükseldiği anlamına gelmektedir. Danışmanlık şirketi Capgemini’nin analizine göre milyonerlerin toplam servetinin tutarı ise yüzde 7.6’lık artışla yaklaşık 80 trilyon dolarlık rekor seviyeye ulaşmış durumdadır.

Dünyada en fazla milyonerin bulunduğu ülkeler ise ABD, Japonya, Almanya ve Çin olarak sıralandı. Bu dört ülkedeki milyonerler, dünyadaki toplam milyonerlerin yüzde 63’ünü oluşturmaktadır. Almanya’daki milyonerlerin sayısı ise 69 bin 100 kişiyle yüzde 4.5 oranında artarak 1,5 milyonun üstüne çıktı. Almanya’daki milyonerlerin toplam serveti yüzde 6.8’lik artışla 5 trilyon 850 milyar dolara yükseldiği ifade edilmektedir. En büyük artış ise en az 30 milyon dolarlık net servete sahip olan ve “süper zenginler” olarak tabir edilen kesimde gerçekleşmiş durumdadır. (29 Haziran)

Kısacası salgın, var olan eşitsizliğin derinleşmesine de katkı sağlamış durumdadır. Ortaya çıkan tablo, önümüzdeki yıllarda daha da derinleşerek sürecektir. Nitekim İsviçre Bankası Credit Suisse’nin 2021 Servet Raporu’na göre dünya nüfusunun % 1.1’i olan 56 milyon kişi servetin % 56’sına sahip durumdadır.

Nüfusun % 55’i olan 2.9 milyar kişi ise servetin sadece % 1.3’üne sahip bulunmaktadır. Dünyada ortalama en yüksek kişi başı servete sahip 20 ülke arasında ilk sırada İsviçre sonra ABD’nin olduğu ifade edilmektedir. Rapora göre önümüzdeki 5 yıl içinde dünyada 56 milyon olan dolar milyonerleri sayısı 84 milyona yükseleceği ileriye sürülmektedir. Artacak bu 28 milyon kişinin yarısının ise ABD, Çin, Japonya ve Fransa’dan çıkacağı belirtilmektedir. Diğer bir ifadeyle servet dağılımında ve dünyada eşitsizliğin daha da artacak, 28 milyon milyonere karşın yaşam koşulları daha da kötüleşen 100 milyonlarca insan yoksulluk seviyesinin veya açlık seviyesinin altına düşecektir. (24 Haziran)

Emperyalist kapitalizmin dünya halklarına dayattığı sistemin gerçek yüzü pandemiyle birlikte daha bir görünür hale gelmiştir. Dünya çapında zenginlik bir avuç azınlığın elinde birikirken, milyarlarca insan açlık, yoksulluk koşullarında yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Pandemi bu eşitsizliği ve çelişkiyi daha da büyütmüştür. Kitleler içinde bulundukları koşullara ve kendilerine dayatılan yaşama karşı tepki içindedir.

Hatırlanırsa pandemi öncesinde dünya çapında yaklaşık 50 ülkede kitleler kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı sokaklarda ve alanlarda isyan halindeydi. Hakim sınıflar pandemi önlemleri gerekçesiyle bu isyan ve başkaldırıları önemli oranda bastırdılar ve kontrol altına aldılar. Şimdiki durumda pandemi nedeniyle dünya çapında artan eşitsizlik, gelir dağılımındaki yoksulluk, yaşam koşullarında kötüleşme vb. vb. kitlelerin yeniden harekete geçmesini dayatacaktır. Son olarak Kolombiya halkının isyanı buna örnektir.

Sofradaki Ekmeği Çalınan Halk ve “Porsiyon Küçültme” Önerisi!

CS 2021 raporunda Türkiye yer almamaktadır. Ancak CS’in 2019 raporunda Türkiye’de 95 bin dolar milyoneri bulunduğu ileriye sürülmüştü. Bu rakam Türkiye nüfusunun yaklaşık binde 1.5’ine karşılık gelmektedir. Yine CS’nin 2020 raporuna göre Türkiye’de pandemi yılı olan 2020’de dolar milyoneri sayısı 21 bin artışla 115 bine yükselmiş durumdadır. Diğer bir ifadeyle pandemide Türkiye’de dolar milyoneri sayısı 21 bin kişi artmıştır. Yine nüfusun en zengin yüzde 1’lik kesiminin servetten aldığı pay yüzde 42.8’e yükselirken, yüzde 95’lik kesimin servetten payı yüzde 37.8’de kalmıştır. Bunun anlamı Türkiye’de nüfusun % 1’i, servetin % 42.8’ine (neredeyse yarısına) el koymaktadır.

Pandemi süreci gelir ve servet farklılığını daha da artırmış, eşitsizlik daha da boyutlanmıştır. Bir yanda Saray’ın rant, yağma ve çökme zümresi; diğer yanda, on milyondan fazla işsiz, borçlu ve yoksul aile bulunmaktadır. Çökme rejiminin yolsuzlukları, açlığı ve yoksulluğu daha da derinleştirmektedir. Milyonlarca insan işsizlikle, açlıkla boğuştuğu koşullarda ise tek sıfatı Cumhurbaşkanı eşi olan Emine Erdoğan: “Gelin hep birlikte basit önlemler alalım; alışverişe çıkmadan önce alınacaklar listesi hazırlayalım, porsiyonlarımızı küçültelim” önerisinde bulunabilmektedir. (30 Haziran)

Kendi yağma, rant ve çökme rejimleri için halkın geleceğine çökenler, kadınlar ve LGBTİ+’ların hayatlarına kastedenler; Kürt, Türk uluslarından ve çeşitli milliyetlerden, Aleviler başta olmak üzere ezilen çeşitli inançlardan Türkiye halkının özgürlüğünün ensesine basanlar, şimdi de sofrasında ekmeğe el uzatmaktadırlar. Müthiş bir ikiyüzlülük ve riyakarlıkla halkın sofrasındaki porsiyonları küçültmesi önerilebilmektedir. Türkiye halkı açlıkla terbiye edilmek istenmektedir.

Faşizmin içinde bulunduğu durum, başta ekonomik kriz olmak üzere tam anlamıyla bir yönetme krizine işaret etmektedir. Bu durum sistem sözcülerinin açıktan yalan söylemelerine, başta kendi tabanları olmak üzere halk kitlelerine yönelik yoğun manipülasyonlara başvurmalarına neden olmaktadır. Örneğin mafya elebaşısı Sedat Peker’in ifşa ve itiraflarıyla iyice köşeye sıkışan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yaptığı açıklamalarla işi zevzekliğe ve utanmazlığa vurmuş durumdadır.

Örneğin Soylu, 5 Haziran’da Afyon’da yaptığı açıklamada Temmuz ayından sonra Türkiye ekonomisinin atağa kalkacağını belirterek, “Öyle bir sıçrayacak ve büyüyecek ki etrafımızdaki Almanya’sı, Fransa’sı, İngiltere’si, İtalya’sı ve o her şeye burnunu sokan ABD’si de çatlayacak” diyebilmektedir. Yine aynı Soylu, Muş’ta yaptığı bir konuşmada “zenginliğimize, büyümemize, dünyaya nizam vermemize engel olamayacaklar” diyebilmektedir (24 Haziran).

İçişleri Bakanı Soylu’nun bu açıklamalarının hemen ardından Temmuz ayında “ekonomi atağa geçmiş” durumdadır! Faşizm Saray ve üst seviye bürokratlar hariç tasarruf tedbirlerini açıkladığı ve “Fiyat İstikrarı Komitesi” kurduğunu ilan ettiği gün önce elektriğe yüzde 15 zam yapıldığı duyurdu (Elektrik fiyatları son 3.5 yılda yüzde 122 zamlandı), ardından doğalgaza yüzde 12 zam geldi. Üniversite harçları zamlandı. Son olarak da LPG’ye 50-60 kuruş zam gelirken bunun 26 kuruşu ÖTV’den kesileceğini ilan edildi.

Çökme rejiminin elebaşlarından olan S. Soylu’nun “müjde”sini zamlar olarak vermiş durumdadır. Çünkü özellikle elektriğe yüzde 15 zam demek, üretime dayalı her ürüne zam demektir. Önümüzdeki süreçte iğneden ipliğe her şeye açık ya da kapalı zamlar getirileceği anlaşılmaktadır. Çökme rejimi içinde bulunduğu ekonomik krizi halkın sırtına yüklemekte, sofrasındaki ekmeğe dahi çökmektedir.

Yalan ve Manipülasyon Siyasetinde Israr Çaresizliğin Ürünüdür!

Sadece Soylu yalan söylememektedir. Faşizmin elebaşısı R.T.Erdoğan ısrarla yalan söylemekte, manipülasyon yapmaktadır. Pandemi sürecinde bırakalım destek olmayı halkından para toplayan ‘lider’ olarak tarihe geçen R.T.Erdoğan, pandemi sürecinde “ulusal çıkar” adına “hasta” ve “vaka” ayrımı yaparak rakamlarla oynandığını ve dolayısıyla açıklanan tabloların gerçeği yansıtmadığını bile bile yalan söylemeye devam etmektedir: “Türkiye bu salgını hamdolsun dünyada en başarılı şekilde yöneten ülkelerden biri olmuştur” diyebilmektedir. (2 Temmuz)

R.T.Erdoğan’ın manipülasyon siyaseti ve açıktan yalan söylemesi öylesine “kör gözüne parmak sokmak”tır ki, bu durum kendisinin ve temsilcisi olduğu rejimin çaresizliğini açık etmektedir. R.T.Erdoğan Antakya’da 25 Haziran’da yaptığı konuşmada; “Bakın şu anda sevgili kardeşlerim, dünyanın değişik yerlerinde Avrupa’nın en gelişmiş ülkeleri aşı var ya, bu aşıyı ücretli yaptırıyor biliyor musunuz? Ücret alıyor, ücret. İngiltere’de 100 sterlin gibi rakamla ücret alınıyor. Bizde böyle bir şey yok” açıklamasından sonra Sakarya’da 2 Temmuz’da yaptığı konuşmada da “Bugün Avrupa’nın en gelişmiş ülkeleri dahi aşıları ücretle yapıyorlar. 50 sterlin, 100 avro. Bu şekilde para alarak yapıyorlar” diyebilmektedir. R.T.Erdoğan’ın aşı konusunda gerçekleri çarpıtması bir yana aynı açıklamaları içinde bile tutarsızlık vardır. Erdoğan bir hafta önce açıkladığı aşı fiyatı yalanında indirim bile yapmıştır!

Faşizmin içinde bulunduğu sıkışma ve çaresizlik halini yalan ve manipülasyon siyasetiyle aşmaya çalışan R.T.Erdoğan’ın bir yağma ve talan projesi olan “Kanal İstanbul” konusundaki tutumunda da görülmektedir. Kanal İstanbul’a yönelik burjuva muhalefet cephesinden gelen eleştirilere ve “iktidar olduklarında projeye dair ödeme yapmayacakları” açıklamalarına yönelik Erdoğan’ın tepkisi ve açıklamaları dikkat çekicidir. “Kanal parasını iktidara gelince ödemeyeceklermiş. Bu ne terbiyesizliktir ya… Uluslararası bankaların paralarını ödemeyeceklermiş. O paraları sizden söke söke alırlar.” (26 Haziran) Ve yine “Deutsche Bank’a tehdit salladılar ‘ödemeyi kesinlikle yapmayız.’  Bunlar daha şimdiden ya devlet nedir, devlet yönetmek nedir, bunlardan haberleri bile yok. Uluslararası bir tahkim mekanizması var bundan da haberleri yok. Biz iktidar olduk, bizden önceki borçlanmaları ödemedik mi? Niye, devlet budur da onun için. Ama bunlar devlet değil zillet.” (30 Haziran)

Faşizmin elebaşısı açıkça kendi yasalarını tanımayacaklarını, uluslararası emperyalist tahkimi dikkate alacakları ilan etmektedir. Açıkça bu ülkenin kanunlarını geçersiz kılacağız ve biz gitsek de yandaş müteahhitler vaat ettiğimiz paraları tahkim aracılığıyla çatır çatır bu ülkeden alacak demektedir. Erdoğan’ın bu açıklamalarında net olarak ifade edilen şey uluslararası emperyalist tahkim sözleşmesiyle bu ülkenin boyunduruk altına alındığı, bağımsızlığının sözde olduğudur. Yarı sömürgelik statüsünün itirafıdır.

Öte yandan bu açıklamalar sistemin burjuva muhalefet lehinde değişimi olasılığına da işaret etmektedir. Erdoğan ilk kez “iktidarı kaybetme” olasılığına değinmektedir. Yağma ve rant projesine para bulabilmek için bir karşı-söylem üretmek isterken, hem iktidar değişimi ihtimalini zımnen kabul etmekte hem de kof bir propagandadan ibaret “yerli-milli” söylemini bir kenara bırakarak gerçek yüzünü açık etmekte ve uluslararası emperyalist tahkimin yılmaz bir savunucusu olarak ortaya çıkmaktadır.

Korkularını Daim Kılalım Birleşik Devrimci Mücadeleyi Örgütleyelim

R.T.Erdoğan ve şürekası her ne kadar yalan ve manipülasyon siyasetiyle gerçekleri gizlemeye çalışırsa çalışsın, TC faşizminin içinde bulunduğu duruma ve çökme rejiminin çöküş kaygısını rejimin sahipleri bile dillendirir olmuştur. Pandemi sürecinde karlarına kar katan Türk hakim sınıflarının örgütü olan TÜSİAD bile ortaya çıkan duruma ilişkin kaygılarını dillendirmektedir. 17 Haziran’daki TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu (YİK) toplantısında Tuncay Özilhan “Yüksek enflasyon satın alma gücünü azaltıyor. Pandemi koşullarında işini kaybedenler, borca girenler, hayat pahalılığı nedeniyle refahı gerileyenler, zora düşen esnaf, çiftçi ve KOBİ’ler, adil rekabet kurallarına uyarak iş yapan girişimciler, artan büyümeden kendi paylarına düşeni alamıyorlar” demekte ve iktidarı uyarmaktadır.

TC’nin sahipleri ortaya çıkan tablo karşısında korku ve kaygılarını dile getirmekte ve AKP-MHP iktidarını uyarmaktadır. Türk hakim sınıflarının temsilcileri bile halk kitlelerinin içinde bulundukları duruma işaret edip, devrimci patlamalardan çekindikleri koşullarda faşizmin izlediği siyaset yalan ve manipülasyonlar eşliğinde baskı, gözaltı ve tehdittir. Faşist zulmü ve saldırıları daha da artırmaktır. Örneğin Rize’de bir muhabirin “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğiz sözleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?” sorusuna “Saçmaladığını düşünüyorum, işsizim” cevabını veren vatandaş gözaltına alınmıştır (1 Temmuz). Örnekler çoğaltılabilir. Yine iktidarın ortaklarından MHP lideri faşist Devlet Bahçeli: “Herkesi uyarıyorum, çok daha kaotik bir dönem önümüzdedir” diyerek açıktan halkı tehdit edebilmektedir (29 Haziran).

Faşizmin bütün baskı ve tehdit pratiğine rağmen direniş de sürmektedir. HDP il binasına yönelik faşist saldırı ve Deniz Poyraz’ın katledilmesine yönelik sokaklarda ve meydanlarda güçlü ve birleşik yanıt verilmiştir. LGBTİ+ların “Onur Yürüyüşü”ne yönelik polis saldırısı, direnişle yanıtlanmıştır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı kadınların duruşu Türkiye çapında kitlesel bir isyana dönüşmüştür. Son olarak 2 Temmuz katliamı anmaları yaygın ve kitlesel bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin yağma ve çökme rejimi koşullarında yaşamak istemediği durumda, faşizmin tıpkı HDP’ye yönelik saldırısında olduğu gibi, yeni saldırılarına karşı uyanık olmak ve birleşik devrimci mücadeleyi ısrarla örgütlemek dışında çözüm yolu bulunmamaktadır. Kitleler pandemi sürecinde iktidarın uygulamaya koyduğu “korku” siyasetini parçalamıştır. Bunun en somut örneği kadın ve LGBTİ+ların Taksim’de barikatı yıkmalarıdır. Öyleyse barikatları yıkmaya, ileri… Daha ileriye…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu