GüncelMakaleler

POLİTİK GÜNDEM | Kriz Derinleşirken Çelişkiler Keskinleşiyor! Örgütlenelim!

Hakim sınıflar ile ezilenler arasındaki çelişkiler derinleşirken, devrimci komünistler sınıf mücadelesine daha güçlü müdahaleler yapmak için olanca gücüyle çalışmalıdır!

ABD emperyalizminin öncülüğünde Afganistan’ı işgal eden emperyalist bloğun Taliban’la anlaşmalı olarak çekilmesi, yeni bir sürecin arifesine işaret ediyor. ABD’nin apar topar Afganistan’dan çekilmesi ve geriye bıraktığı yıkım, enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları nezdinde emperyalizmin bir kez daha açlık, yoksulluk, sömürü, baskı, işkence ve ölüm olduğu gerçeğini teyid etmiş durumdadır.

Afganistan’da iktidarı ele geçiren Taliban ise bizzat ABD emperyalizminin “yeşil kuşak projesi”nin ürünü-sonucu olarak emperyalizm ve bölge gerici devletleri tarafından beslenen, yeri geldiğinde çıkarlar için masaya oturulan ve önü açılan bir örgütlenme olarak Afganistan halkının ve özellikle kadın ve LGBTİ+ların üzerinde keskin bir kılıç gibi sallanıyor. Bir kez daha emperyalizmin ve bölge gericiliğinin proletarya ve ezilen emekçi halklara vaat ettiği şeyin baskı, katliam ve sömürü politikaları olduğu kanıtlanmış oluyor.

Dolayısıyla Taliban gerçeği, emperyalizmin ve bölge gerici devletlerinin ürettiği, beslediği ve şimdi de emperyalist ve bölgesel çıkarlar adına her gerici emperyalist ve bölgesel gücün kendi çıkarları için kullanacağı bir araç olarak görülüyor. Emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerinin daha şimdiden Taliban’ı şirin gösterme ve onu meşru bir aktör olarak görüp, iktidarını tanıma yarışına girmeleri bununla ilgilidir.

Emperyalizmin ve bölge gericiliğinin ideolojik aygıtları özellikle de medya, enternasyonal proletaryaya ve ezilen dünya halklarına Taliban’ın değiştiğini, onun El-Kaide ve IŞİD’den farklı olduğunu propaganda ediyor. Taliban, El-Kaide ve IŞİD arasındaki ince nüansları yazıyor ve söylüyorlar. Ancak bu gerici güçler arasındaki fark, bir elmanın iki yüzü gibidir. Gericidirler, emperyalizmin işbirlikçisi, katliamcı, özellikle kadın düşmanıdırlar.

Şimdi bir kez daha tıpkı daha önce Suriye iç savaşında IŞİD’ın “özgürlük savaşçısı” olduğuna benzer biçimde Taliban’ın da ABD emperyalizmine karşı savaştığı ve hatta zafer kazandığı ilan ediliyor. Böylelikle emperyalistler, yeni süreçte kullanacakları-işbirliği yapacakları gerici güçleri meşrulaştırıyorlar. Bir kez daha bu gerici güçleri, ezilen dünya halklarının başına bela eden en önemli gerçeği gizlemiş oluyorlar.

Emperyalistler ve bölge gerici güçleri, bu insanlık düşmanı-gerici güçlerin ortaya çıkışında kendi sorumluluklarını yok sayıyorlar. Her adımını, -özellikle dış politika da- emperyalist çıkarlara göre atan, politikasını emperyalist çıkarlar doğrultusunda ya da emperyalist çıkarlar arasındaki çelişkiye oynayarak atan Türk hakim sınıfları ve onların devleti, Afganistan ve Taliban gerçeğinde de aynı yolu izlemiştir/izlemektedir.

NATO’da ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda, kendi çıkarlarını da gözeten biçimde Kabil Havalimanı’nın güvenliğine asker yazılan TC, Taliban’ın ikna olmamasıyla bu hedefini gerçekleştirememiş olsa da havalimanının işletilmesine talip olduğunu gizlemiyor. Bu amaç doğrultusunda “Taliban’la aynı olduklarını” dahi itiraf eden AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, TC’nin bir NATO üyesi olarak Taliban’ın meşrulaştırılması ve dünya halklarına pazarlanmasının aracı olarak rol oynuyor.

Taliban’ı Türkiye halkına “şirin” ve hatta kadın hakları konusu başta olmak üzere “devrimci” göstermeye çalışan Perinçek ve hempalarının oynadıkları uğursuz role ise değinmek bile gereksiz.

Ekonomik kriz derinleşirken saldırılar artıyor!

Türk hakim sınıfları ve onların andaki temsilcisi R.T.Erdoğan, başta ekonomik kriz olmak üzere iç politikada yaşanan sıkışmışlığı ve ABD emperyalizminin çıkarları için Afganistan görevinde başarısız olduğu için 21 Eylül’de ABD’de gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantılarına katılmak için hazırlık yapıyor.

ABD tarafından toplantıya katılacakların salgın nedeniyle mümkünse gelmemeleri, mesajlarını video yoluyla iletmeleri istenmesine rağmen toplantıya doğrudan katılımdaki ısrar R.T.Erdoğan’ın sıkışmışlığıyla ilgilidir. R.T.Erdoğan bir kez daha tıpkı NATO toplantısında olduğu gibi şansını deneyerek, ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmek isteyecek ve duruma göre kendisine bir yol haritası çizecektir.

Şimdiki durumda görünen, ABD ve AB emperyalistlerinin iç politikada R.T.Erdoğan’ın elini serbest bıraktıklarıdır. Başta mülteci meselesi olmak üzere, bölgedeki emperyalist çıkarların bekçiliğini yapmak karşılığında emperyalistlerin R.T.Erdoğan’a desteğinin sürdüğü anlaşılmaktadır. Dış politikada TC’nin hemen hemen her alanda yaşadığı hezimet ve yalnızlaşma hali, içerde faşist diktatörlüğe tam destek olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu sayede faşist diktatörlük, Kürt ulusunun kazanımlarına yönelik işgal saldırılarını artırıyor.

Başta mülteci düşmanlığı olmak üzere ırkçı şovenist saldırılara yol veriliyor. Kürt ulusuna, Alevilere, kadın ve LGBTİ+’lara ve doğaya yönelik talan ve yağma saldırısı hız kesmeden sürdürülüyor. Hemen her noktada emperyalizme bağımlı olan Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin sürdüğü bu saldırganlık politikasının, emperyalistlerin yol vermesinden bağımsız olmadığı açıktır.

Türkiye halkı hiç olmadığı kadar açlıkla, yoksullukla, pahalılıkla ve işsizlikle terbiye edilmeye çalışılıyor.  Halkın giderek daha geniş kesimleri geçinemez hale gelirken, faşizm elindeki olanca propaganda aracını kullanarak gerçekleri gizlemeye, “ekonominin uçuşa geçtiği” yalanını söylemeye devam ediyor. Ne var ki, gerçekler her defasında kendini gösteriyor.

Bütün propaganda ve yalan haberlerin hiçbiri ücretlerin düşüklüğünü, ev kiralarının yükselişini, doğal gaz ve elektrik başta olmak üzere faturalardaki artışı, her alışverişte bir kez daha deneyimlenen yüksek gıda enflasyonu başta olmak üzere yaşam pahalılığı gerçeğini, eğitim ve sağlıktaki krizi, iklim krizini vb. örtemiyor.

Devletin resmi yalan veri kurumu TÜİK bile bütün çabasına rağmen gerçekleri gizleyemiyor. TÜİK verilerinde Ağustos’ta enflasyon % 19.25 olarak açıklanıyor. Bunun üzerine bizzat R.T.Erdoğan; “Euro Bölgesi son 10 yılın en yüksek enflasyonuyla baş etmeye çalışıyor. Küresel düzeyde emtia fiyatlarında yaşanan yüzde 25’e yakın artışın etkileri sanayiden tarıma her alanda hissediliyor” diyerek açıktan yalan söylüyor. (3 Eylül. 2021)

Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise geçen yıl Avrupa’da Euro Bölgesi’nde yer alan 19 ülkenin 5’i eksi enflasyon açıkladığı koşullarda; TÜİK’in enflasyon verisi elbette gerçeği yansıtmıyor. Bağımsız araştırmacıların kurduğu Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre enflasyon Temmuz ayında yüzde 4.89 arttı. Yıllık enflasyon da yüzde 25.14’e yükselmiş durumda. (3 Ağustos)

ENAG’a göre, Ocak-Ağustos 2021 dönemi enflasyon oranı yüzde 30.39 olarak kayıtlara geçmiş. Bunun anlamı markette, pazarda, mutfakta hissedilen tek şeyin hayat pahalılığı olmasıdır. Örneğin salatalığın % 56, kabağın % 43, limonun % 36 oranında zamlanmasıdır.

20 yıldır ülkeyi yöneten R.T.Erdoğan, gelinen aşamada başta enflasyon olmak üzere uygulanan ekonomi politikalarından doğrudan etkilenen halkın, artan öfke ve tepkisi karşısında “Enflasyonu da en kısa sürede kontrol altına alarak, raflardaki, etiketlerdeki fahiş fiyat artışlarının önüne geçeceğiz” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştır. (10 Eylül. 2021) “Ben ekonomiden iyi anlarım”, “Ekonomi benim işim” diyen R.T.Erdoğan’ın anladığı “kendi ailesinin ekonomisi olduğu” için 20 yılda halktan çaldıklarıyla muazzam bir servet yaratmış, bunun karşısında ise halk daha fazla yoksullaşmıştır. R.T.Erdoğan’ın ekonomiye dair her açıklamasının halk açısından daha kötü sonuçlara yol açtığı bilindiğinden, önümüzdeki süreçte ekonomik krizin daha da derinleşeceği tahmin edilebilir.

Ülkemizde sorun sadece alım gücünün düşmesi ve pahalılık değildir. Örneğin işsizlik de önemli bir tırmanıştadır. Artış, resmi kurumlar tarafından da gizlenememektedir. TÜİK bütün çarpıtma çabalarına rağmen işsizliğin 1.4 artarak yüzde 12 olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. DİSK-AR ise dar tanımlı işsizlik oranının yüzde 12 olduğunu, fakat geniş tanımlı işsizliğin yüzde 23.6 olduğunu ifade etmektedir. DİSK, işsizlikteki artışın nedeni olarak Temmuz ayında işten çıkarma yasağının kalkmasına dikkat çekmektedir.

TÜİK’in işsiz sayısını 4 milyon 237 bin kişi olarak verdiğine dikkat çeken DİSK-AR, “bunun ‘dar tanımlı’ işsizlik olduğunu, geniş tanımlı işsizliğin Temmuz 2019’dan Temmuz 2021’e 1 milyon 790 bin kişi artarak 8 milyon 421’e” ulaştığını açıklamaktadır. (10 Eylül. 2021) DİSK-AR ayrıca İŞKUR’un açıkladığı Ağustos 2021 istatistiklerine ilişkin yaptığı değerlendirmede de, “Temmuz-Ağustos aylarında 244 bin artan kayıtlı işsiz sayısının 3.2 milyona yaklaştığına” ve “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü” başlıklı raporunda “TÜİK verilerinden yararlanarak hesaplanan geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2021 2. çeyreğinde 9 milyon 38 bin” olduğuna vurgu yapılmaktadır. (18 Ağustos.2021)

Kısaca 10 milyona yakın işsizden bahsedilmektedir.

Hakim sınıflar arasında kayıkçı kavgası

Enflasyonun çift haneli rakamlara demirlediği, hayat pahalılığının ve geçim derdinin hiç olmadığı kadar gündemde olduğu, yoksulluğun açlık sınırına vardığı, işsizliğin on milyonlara vardığı koşullarda, hakim sınıf klikleri arasında tam bir kayıkçı kavgası yaşanmaktadır.

1 Eylül’deki “Adli Yıl Açılış” törenini, Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanı ve Yargıtay Başkanı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bulunduğu protokolün dualarla gerçekleştirmesi laiklik tartışmalarına yol açtı. TC devleti, kurulduğu günden itibaren laik bir devlet değildir. Bu anlamıyla yaşanan tartışma esasa ilişkin değildir. Türk hakim sınıf kliklerinin öteden beri tıpkı bu örnekte olduğu gibi “şekilsel” tartışmalarla kitleleri saflaştırdıkları ve kendilerine yedekledikleri bilinmektedir. Ülkemizde laiklik meselesi bir devrim sorunudur ve ancak devrimle çözülecektir.

Yaşanan tartışmanın arka planında ekonomik krizle birlikte yoğunlaşan hakim sınıf klikleri arasındaki dalaş vardır. Faşizmin HDP’yi kapatma davası, seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesi, seçim yasasındaki değişiklik tartışmaları ve elbette yeni anayasa tartışmaları bir erken seçim hamlesinin işaretleridir. Türk hakim sınıflarının her iki kliği de buna hazırlanmaktadır.

Devrimciler açısından dikkat çeken olgu ise yayınlanan anketlerde AKP-MHP’nin oylarının düşüşte olmasına rağmen, burjuva muhalefetin oylarında da önemli derecede bir yükselişin olmadığıdır. Bu durum, genel olarak kitlelerin kararsızlığına işaret ettiği kadar bir bütün olarak sistemden umudu kestiğine de yorumlanabilir.

Diğer bir ifade ile kitlelerin dikkate değer bir kesimi ne iktidardaki ne de muhalefetteki burjuva partilere yönelmektedir. Bu objektif gerçeklik, devrimci hareketi göreve çağırmakta ve her iki hakim sınıf kliğinin ittifakının dışında bir “ikinci yol”u -demokratik halk devrimi yolunu- örgütlemeyi dayatmaktadır.

Demokratik devriminin güncelliği kitlelerin içine düşürüldüğü durumda ve hakim sınıf klikleri arasındaki yaşanan gelişmelerde kendini göstermektedir. Krizin derinleştiği, çelişkilerin keskinleştiği durumda Türk hakim sınıflarının önemli temsilcilerinden Bülent Eczacıbaşı’nın, eşi ve silahlı korumasıyla beraber “Burada hukuksuz iş yapılıyor” diyerek bir şantiyeye girmesi; kendisini uyaranlara, “Biz ister çıkarız ister çıkmayız, kimse bir şey yapamaz” demesi olayında da rahatlıkla görülebilir. (4 Eylül 2021)

Krizin derinleşmesi ve keskinleşmesi, hakim sınıf kliklerinin “pastadan aldığı pay” küçüldükçe artmaktadır. Bu durum önümüzdeki süreçte hakim sınıf klikleri arasında yeni saflaşmaları gündeme getireceği gibi, her iki hakim sınıf kliğinin de kendi saflarını güçlendirmek için kitleleri kendileri arkasında yedeklemek için yeni yeni hamleler yapacağı anlamına gelir.

Bu, kitlelere yönelik yeni saldırı ve katliamlar olabileceği gibi ırkçılığın, şovenizmin, mülteci düşmanlığının körüklenmesi ya da tıpkı “laiklik” tartışmasında olduğu gibi “şekilsel” tartışmalar da olabilir.

İşçi sınıfı ve halkın direnişi görülmeli ve saflar dizilmelidir!

Türk hakim sınıfları arasında bu düzeyde bir saflaşma yaşanır ve başta erken seçim sath-ı mâiline girilmişken, işçi sınıfı ve halk katmanlarının direnişleri mayalanmaktadır.

Dipten gelen dalganın işaretleri kendini göstermektedir. İşçi sınıfının sarı sendikaların bütün engelleme girişimlerine rağmen irili ufaklı direnişleri sürmektedir. Soma ve Ermenek madencilerinin yürüyüşleri, CHP’li belediyelerdeki işçi grevleri, enerji işçilerinin direnişleri, sağlık işçilerinin hareketlenmesi ve özel eğitim kurumlarında çalışanların sendikalaşma hamlesi, Adıyaman tütün üreticilerinin eylemleri vb… örnekler çoğaltılabilir.

Öte yandan kadın ve LGBTİ+ hareketinin başeğmez direnişi, kendi içindeki farlılıklarının bilinciyle birleşik bir zeminde ısrarla sürdürülmektedir. Gençlik hareketi Boğaziçi direnişiyle kitlesel bir çıkış yaşamış olsa da yaz sürecinde anlaşılır bir geri çekilme içine girmiştir ancak kendi içinde canlılığını korumaktadır. Boğaziçi direnişi ayları aşan bir sebatla sürmektedir.

Benzer biçimde kapitalizmin rant ve talana dayalı yapısı nedeniyle doğaya yönelik saldırganlığına karşı gelişen kitle direnişleri, -her ne kadar öncelikle kendi yaşam alanını savunmayı öncelese de- tıpkı İkizdere örneğinde olduğu gibi belli bir bilinçlenmeye de hizmet etmektedir.

R.T.Erdoğan’ın İkizdere direnişi vesilesiyle; “Bunlarda ar yok, bunlarda haya yok. Türkiye’nin değişik yerlerinden ne kadar sol varsa, komünist varsa alıp buraya geliyorlar. Neymiş, bizim önümüzü kesecekler. Siz bu milletin önünü kesemezsiniz, kesemeyeceksiniz. Sizin gücünüz bunların önünü kesmeye yetmez. Yeter ki benim milletim burada dimdik ayakta dursun” (3 Eylül. 2021) açıklamasıyla komünistleri, devrimcileri hedefleyen sözleri, ilk kez kendi memleketinde protesto edilmesine yol açmıştır. Bu oldukça önemlidir.

Özetle irili ufaklı işçi sınıfı mücadeleleriyle kadın ve LGBTİ+ hareketi mücadelesinin, Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesiyle ekoloji mücadelesinin, gençlik mücadelesiyle Aleviler başta olmak üzere ezilen inançların demokratik mücadelesinin ortaklaşabileceği-buluşacağı bir zeminde ilerlemektedir.

Birleşik devrimci mücadele güçlerinin bu pratik deneyimlerden, kitlelerin mücadelesinden fazlasıyla öğrenmesi gerekir. Direniş odaklarını tek bir havuzda birleştirerek devrimci bir halk hareketi yaratmak göreviyle karşı karşıyayız.

Bu anlamıyla Birleşik Mücadele Güçlerinin yürüttüğü “Birleşirsek Kazanırsak” kampanyası önemlidir. Kampanyanın ikinci ayağında bölgelerde yapılacak atölye ve seminerlere kitle katılımının önemsenmesi, bahsini ettiğimiz kitlelerin direnişi ve mücadele pratiklerinden öğrenmemiz açısından belirleyicidir.

Kampanyanın ikinci ayağı bu anlamıyla illerde, mahallelerde halk buluşmalarıyla geniş kitlelerle bağ kurulmasına, örgütlenmeye vesile olmalıdır. Çalışma, Birleşik Mücadele Güçlerini kitlelere anlatma ve örgütlülüğü geliştirme perspektifiyle ele alınmalıdır. Bu kapsamda bölgeler kendi gerçekliklerine uygun olarak, kahvaltı, piknik, yemek, toplantı vb. çeşitli yol ve yöntemler hayata geçirebilir.

Hakim sınıflar ile ezilenler arasındaki çelişkiler derinleşirken, devrimci komünistler sınıf mücadelesine daha güçlü müdahaleler yapmak için olanca gücüyle çalışmalıdır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu