GüncelMakaleler

Politik-Gündem | Faşizmi Birleşik Mücadelemizle Yeneceğiz!

"Önemsenmesi, sahiplenilmesi ve büyütülmesi gereken bir diğer yan ise gençlik örgütlerinin Kürt halk gençliği ile böyle bir hedef doğrultusunda yan yana gelme çabasıdır. Devletin saldırılarında düzeyi belirleyen önemli bir noktadır bu"

İzmir’de 6.9 büyüklüğünde deprem yaşandı. Depremde 70’in üzerinde insan hayatını kaybetti ve yüzlercesi yaralandı.

Onlarca bina yıkıldı ve binlerce insan depremden etkilendi. “Öldüren deprem miydi?”, “sağlam olmayan binalar mıydı?”, “iktidar mıydı? tartışmaları hızlıca açığa çıktı. Deprem vergisi olarak yıllardır toplanan paranın nereye harcandığı, “depreme hazır mıyız?” soruları soruldu.

Depremin ardından enkaz altında kalan insanları kurtarmaya çalışan uzmanların elinden telefonu kaparak, enkaz altındaki insanlarla Erdoğan’ı konuşturmayı iş edinen bakanların şovu…

Nefret dilini, ayrımcılığı, kutuplaşmayı iş edinen gerici, ırkçı, erkek egemen faşist kişi ve kurumların dincilik adına depremi zinaya bağlayan akıl tutulması hali… Deprem mağduru bölge halkını sosyal medyada yaşam biçimleri, siyasi eğilimleri vb. üzerinden hedef alanların ertesi gün bırakılmak üzere gözaltına alınması diğer deprem, katliam vb. örneklerdeki aynılıkla yaşanıyor.

Deprem sonrası ülke fotoğrafının tamamlayıcı parçası ise Erdoğan’ın konuşması oldu. Erdoğan, uzun yıllar ülkeye hakim olan vesayetçi zihniyetin en fazla ihmal ettiği alanlardan birinin doğal afetlere dayanaklı yapı inşası olduğunu söyledi. Depremde evleri yıkılanlara enkazlar kalkar kalkmaz yeni ev yapma sözü veren Erdoğan’da aynılığını sürdürdü.

Erdoğan’ın depreme dair konuşmasının tamamlayıcı halkası ise ekonomiye dairdi. Hiç tereddütsüz ev sözü veren, yaklaşık 20 yıllık iktidarın sözcüsü olarak “uzun yıllar hakim olan vesayetçi zihniyeti” eleştiren Erdoğan’ın çaresizliği “ekonomik kurtuluş savaşı” söylemi ile dışa vurdu. “Ülkemizi ekonomi alanında kuşatmaya çalışanlara cevabımızı ekonomik kurtuluş savaşıyla veriyoruz” sözleri, “ekonomide uçuyoruz” un geldiği noktayı anlatması bakımından çarpıcı.

2020’nin başında Elazığ’da yaşanan depremin ardından yaşananlar anımsandığında aynılık daha belirginleşecek. Depremin hemen ardından toplumun dayanışma duygu ve kültürünü sömürmeyi, SMS yoluyla 10 TL’leri toplamayı hedefleyen Kızılay başkanının sosyal medyadan yaptığı paylaşım, yine depremin ardından Erdoğan’ın “Biz her şeyden önce Müslümanız, kadere inanırız. Sabrımız imanımızın bir gereği” sözü egemenlerin bugünkü tutumunun özeti.

Deprem vergisi adı altında sömürü, depreme dayanıksız yerlerde yaşamaya mahkum ederek can kayıplarına davetiye çıkarma, depremi kadere dayandırma, toplumun dayanışma ruhunu suistimal etme, depremi de ayrıştırmanın ve kutuplaştırmanın aracına dönüştürme yaklaşımı sadece 2020 yılı içerisinde farklı farklı bölgelerde yaşanan depremlerin ortak noktaları olarak karşımıza çıktı.

Hem İzmir’de hem de Elazığ ve Malatya’da yıkılmak üzere olan binalarda yüzlerce insan depreme yakalandı. Birçok can kaybı da bu binalarda göz göre göre yaşandı. Coğrafyalar, kültürler, inançlar vs. değişse de sadece ezilenlerin, yoksulların canına kasteden hiçbir felaket doğal değildir. Egemenler aynıdır ve nerede olursa olsun ezilenlere yaklaşımları da aynıdır. Ve kader diye dayattıkları doğal afetlerden ezilenler açısından felakete dönüşüyor olması egemenlerin; insanın, hayvanların yaşamına hükmeden, doğayı talan eden sömürücü politikalarından beslenmektedir. Bu yüzden depremlerde insanlar göçük altında değil AKP’nin siyasi enkazının altında can vermektedir.

 

Yalvarmıyoruz, direniyoruz, hakkımızı istiyoruz

Soma ve Ermenek maden işçilerinin direnişi haftalardır devam ediyor. Maaşları ve tazminatlarının eksiksiz yatırılması, sendika ile Toplu İş Sözleşmesi, işten çıkarılanların işe geri alınması, iş sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması için Ermenek maden işçileri direnişlerini sürdürüyor. Haftalardır karşılarına çıkan bir dizi engellemeye, saldırıya karşı işçiler direnişi bitirmiyor.

Devlet bir dizi bahane ile direnişi kırma çabasında olsa da direniş iki ayı aşkın bir süredir devam ediyor. İçiler direniş boyunca yaptığı çeşitli açıklamalarla duyurdukları talepleri karşılanıncaya kadar işbaşı yapmayacaklarını her fırsatta tekrarlıyorlar.

Direnişi kırmak için işçilerin karşısına asker, polis yığınağı ile çıkıyor devlet. Bir yandan da yaklaşık iki aya varan direniş kazanımla sürüyor. İşçilerin ödenmeyen ücretlerinin bir kısmı yatırıldı.

Bağımsız Maden-İş Sendikası’nda örgütlenerek madenlerde iş güvenliğinin sağlanması ve ödenmeyen alacaklarının ödenmesi için direnişe geçen işçiler, maaşlarının yatmasıyla sorunun bitmediğini yıllık izin paralarının, fazla mesai ücretlerinin ve tazminatlarının hala yatırılmadığını söyleyerek direnişi sürdürüyor. Ekim ayının başından bu yana talepleri eksiksiz karşılanmadığı durumda Ankara’ya yürüyeceklerini söyleyen işçilerin yürüyüşü sürekli engelleniyor.

Yıllardır ödenmeyen tazminatları için maden işçileri Soma’da da direnişte. İçiler gasp edilen hakları için ekim ayında Ankara’ya yürüyeceklerini duyurmuştu. Valiliğin eylem yasakları, salgın bahanesi ile işçilerin karşısına asker ve polis yığılıyor. Ancak engellemeler Soma’da da direnişi kırmaya yetmedi. Burada da direniş iki ayını aştı. 12 Ekim’den bu yana işçilerin iki koldan gerçekleştirmek istediği yürüyüş engelleniyor.

Maden işçilerinin iki ayı aşan direnişinin ilk günlerinde 8 yıllık tazminatlarının ödenmesi için başladıkları oturma eyleminin ardından Ankara’ya yürümek isteyen Soma maden işçilerinin karşı karşıya kaldıkları saldırı hala hafızalarda.

İşçiler jandarma duvarı ile karşılaştı, alanı hemen terk etmeleri söylendi. Aksi durumda jandarma alay komutanının “Yarım saat süreniz var. Terk etmezseniz devletin gücünü görürsünüz!” sözleriyle açıklandı. Devamında 20 işçi gözaltına alındı, çadırları söküldü, ateşleri söndürüldü. Devlet gücünü göstermişti!

Ancak direnişe yön verende, o geceye damgasını vuranda, hafızalara kazınanda “devletin gücü” olmadı. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası Örgütlenme Sekreteri olan 65 yaşındaki bir madencinin alay komutanına hitaben haykırdığı sözler hafızalara kazındı.

“Bir işverene, bir tek adama gücü yetmeyen devlet, şimdi gücünü bizde sınıyor. Biz bir kere daha bağırıyoruz buradan. Devletin gücünü bizde sınamayın! Yerin 7 kat altında alın teriyle yaşamını devam ettirmek durumunda kalıp, kör edilenler, sakat bırakılanlar, ciğerleri çürütülenlerden hesap sormasın devlet! Sanki hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyor devlet. Yani hesabı sorması gerekenlere gidip hesap soramayanlar, bize hesap sormaya çalışıyorlar. Oysa bizim haklılığımızı cümle alem biliyor… Devlet bunları yapanlardan hesap sorsun gücü yetiyorsa! Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak. Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz. Şimdi bize güç göstereceksiniz ha! Ve biz bu güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden!”

Devlet gücünü bir kez daha gasp edilen hakları için direnen işçilere göstermek istemişti. Daha önce birçok kez olduğu gibi. Toprakları için direnen köylülerde, patronların daha fazla kar etmek için her karış toprağı talan etmesine karşı çıkan köylülerde olduğu gibi devlet gücünü ezilenlerle sınamak istemişti.

Bundan kısa bir süre sonra Ordu Üçpınar Köyü’nde fındık üreterek hayatını sürdüren köylülerin, maden şirketinin sondaj çalışmasını engellemek için başlattığı direnişte benzer bir güç sınaması ile karşı karşıya kaldı. “Taşkınlık çıkarmayın bu maden çalışması değil” diyen yine alay komutanıydı.

Alay komutanının konuşması sırasında yollar kapatılmış, sondaj aracı da köye getirilmişti. Köylüler ise topraklarını korumak için başka yollardan giderek sondaj makinesinin önünde oturma eylemine başladı. Yüzlerce köylünün katıldığı eyleme yapılan saldırı köylülerin gözaltına alınmasıyla devam etti.

İşçi direnişlerini, grevlerini bastırmak ve bitirmek için her yolu deneyen devlet için pandemi de aylardır bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Ezilenlerin çeşitli vesilelerle ortaya koyduğu eylemler günlükte olsa uzun süreli de olsa pandemi gerekçe gösterilerek yasaklandı. Aylardır bütün hak arama mücadeleleri engellenirken, şiddetle bastırılmaya çalışılırken, işçiler güvencesiz, sağlıksız koşullarda çalışmaya mahkum edildi. Sömürü, işsizlik, yoksulluk her geçen gün biraz daha derinleşti. Maden işçilerinin bu koşullarda sürdürme kararlılığı gösterdiği bu direniş pek çok açıdan devletin en çıplak fotoğrafını gözler önüne serdi.

Babamın hakkını verin

Ermenekli madencilerden birinin çocuğu direnişin 56. gününde yetkililere, “Okula gidiyorum, babam benim cebime 5 kuruş koyamıyor, babamın hakkını verin” dedi.

Esnaf, işçi, işsiz, memur, köylü, emekli herkes geçinemediğini ilan ediyor. Ekonomik kriz büyüyor, yoksulluk her geçen gün derinleşiyor, pahalılık sürekli artıyor. Yoksulluğun hangi boyutlarda yaşandığı toplumun her kesimi, her yaş grubu tarafından en çıplak hali ile görülüyor. Maden işçisinin küçük çocuğunun sözleri ise bunun en somut ifadesi. Çocukların yoksulluğu yaşama ve ifade etme biçimlerinden biri.

Alınamayan ekmek için ezilenlerin dayanışma örneklerini dahi kullanmaya çalışan, iktidarın popülist siyaset anlayışının ortağı olan MHP’nin “askıya ekmek koyması”nı Erdoğan’ın şaşkınlıkla karşılaması mevcut gerçekliği perdeleyemiyor. “Eve ekmek götüremeyen mi var?” diyerek yoksulluğu yok sayan Erdoğan’a en sade yanıtı küçük bir çocuk verebiliyor.

Saray’da lüks tüketim var mı, çanta markaları ve fiyatları üzerinden yürütülen tartışmaya da en sade yanıt bu. Milyon dolarlık çantaların sahte, çakma, imitasyon ilan edilmek zorunda kalınması, bunun için gazetecilerin kamuoyu oluşturmayı iş edinmesi iktidarın çaresizce “eve ekmek götüremeyen mi var” serzenişini haklı çıkarmak için.

 

Faşizme karşı her mevzide birleşik mücadele

Ezilenlerin öfkesi birikiyor. Biriken öfke toplumun bütün katmanlarında çeşitli şekillerde dışa vuruyor. Ve mevcut iktidar bu öfkenin dışa vurmasından korkuyor. Bu korku öyle bir halde ki 5 insanın bir araya gelmesine bile tahammül yok.

İktidarın korkusunun önemli yanlarından biri de tek tek parçalarda biriken öfkenin bir araya gelme potansiyelinden besleniyor. En küçük hak arama mücadelesine daha bu denli tahammülsüz yaklaşılmasının, “devletin gücü”nün gösterilmesi/kanıtlanması gereken yerlermiş gibi ele alınmasının temel nedeni de bu potansiyel.

Yine Özgür Gelecek Gazetesi tarafından başlatılan “Dayanışma Yaşatır, gerçekler özgürleştirir” kampanyası kendi özgücün ve potansiyelin açığa çıkarılması açısından mevcut koşullar için mütevazi bir adımken değerli bir çalışma olacaktır. Parçadaki enerjinin bütünleşmesi açısından önemli olan bu çalışmanın sahiplenilmesi ve gerçeklerin özgürleştirici gücünün propagandasının açığa çıkması için önemlidir.

Devrimci öznelerin son yıllarda bu duruma ve kendi parçalı duruşlarına dair bir dizi tartışması oldu. Parçalı ve dağınık duruşla bu dönemecin aşılmasının zorluğu pek çok kez söylendi. Birleşik mücadelenin bugün bir ihtiyaçtan öte zorunluluk haline geldiği ortaya kondu. Bununla ilgili elbette pek çok adım ve girişimde oldu. Bu adımlardan birisi de gençlik cephesinden atılıyor.

Gençlik örgütlerinin uzunca bir süredir tartışma ve hazırlık süreci içerisinde olduğu Birleşik Gençlik Meclisleri oluşumunun kampanya startı da devletin saldırısı ile engellenmeye çalışıldı. Hazırlık süreci belli bir olgunluğa ulaşan oluşumun engellenen eyleminde 60’ın üzerinde genç işkence ile gözaltına alındı.

Devletin bu eyleme dönük saldırısı sıradan değildir. Birleşik mücadele hedefi olan bir oluşuma duyduğu tahammülsüzlüğü en açık ve şiddetli hali ile ortaya koydu.

Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın resminin taşınmasını gerekçe göstererek başlayan saldırı aynı zamanda önemli bir mesaj içermektedir. Bu saldırı ve yaklaşım elbette devletin Kaypakkaya korkusunun devam ettiğinin göstergesidir.

Tarihsel olarak bilmekteyiz ki, devlet ideolojik tavır aldığı benzer meselelerde ilk Kaypakkaya yoldaşa saldırmaktadır. Ancak gençliğin ideolojik, politik, örgütsel olarak Kaypakkaya’dan uzaklaşması devlet için yeterli olmayacaktır. Devlet her ne olursa olsun, 68 kuşağının mirası olan bütün devrimci önderlere yönelmeyi sürdürecektir. Egemenler bugün için bir esas ve öncelik belirlemesinden hareket etmektedir.

Önemsenmesi, sahiplenilmesi ve büyütülmesi gereken bir diğer yan ise gençlik örgütlerinin Kürt halk gençliği ile böyle bir hedef doğrultusunda yan yana gelme çabasıdır. Devletin saldırılarında düzeyi belirleyen önemli bir noktadır bu.

Birleşik Gençlik Meclisleri henüz oluşum sürecindeyken ilk elden bu denli tahammülsüz olmalarının; gençliğin sokakları hareketlendirecek, Kürt halkı ile yan yana mücadele edecek, emekçilerin direnişleri ile bütünleşecek, faşizme karşı ortak karşı koyuşu örgütleyecek adımları atma potansiyeline sahip olması ile ilişkilidir. Birleşik Gençlik Meclisleri bu yönüyle gençliğin aktif mücadelesinin önemli bir mevzisi olmayı hak etmektedir ve diğer tüm birleşik mücadele alanlarıyla beraber faşizmi geriletecek bir öze sahiptir.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu