GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Faşizm Virüsten Daha Tehlikeli!

"Faşizme karşı mücadele içinde bulunduğumuz koşullarda her zamankinden daha fazla önem kazanmış durumdadır. DAİŞ’leşen faşist rejim virüs salgını koşullarında uygulamaya koyduğu her politikayla insanlık ve halk düşmanı yüzünü göstermektedir"

AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan’ın “kurallara uyulmadı” diyerek halkı suçlu ilan ettiği koşullarda korona virüs salgını tüm hızıyla sürüyor. “Çarklar dönmeli” diyerek işçi sınıfını virüs salgınında çalışmaya zorlayanlar, turizm sektörü için sınavları erkene alıp, Ayosafya’yı camiye çevirerek, mitingler yapıp, partilerine üye kampanyaları gerçekleştirerek yayılmasına hizmet ettikleri salgının nedenini “halkın kurallara uymaması” olarak açıklama yüzsüzlüğüne başvurabiliyorlar.

Bunu neden yapıyorlar? Birincisi; her fırsatta halk düşmanı yüzlerini ortaya koyuyorlar. Faşist rejimin Türkiye halkı açısından virüsten daha tehlikeli olduğu açığa çıktıkça virüs salgınında kontrolü kaybetmiş görünüyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla faşist rejim, virüs salgını karşısında “kontrollü sürü bağışıklığı” politikası izlemekte ve deyim yerindeyse “ölen ölür kalan sağlar bizim” demektedir.

Bu politikada elbette kaybeden bir avuç zengin ve patronlar değildir. Onların her gün test yapma, ambulans uçak kullanma ve “evde kalma” koşulları bulunmaktadır.

Üstelik bu koşulları halktan çaldıkları ve gasp ettikleri paralarla yapmaktadırlar. Halkımız ise bu koşullarda bir yandan virüs salgınıyla mücadele edip, gelecek kaygısı altında işine gücüne bakarken, diğer yandan da faşist rejimin içerde ve dışarda uygulamaya koyduğu politikaların sonuçlarıyla karşı karşıya kalmaktadır.

Türk lirasının dolar karşısında tarihinin en düşük seviyesine indiği ve bununda tüm zamanların rekoru olduğu koşullarda, Türkiye toplumunun yoksullaşması daha da artmış durumdadır. Dolar kurundaki her yükseliş karşılığında halkın daha fazla yoksullaşması, hayat pahalılığı, enflasyon olarak pazara yansımaktadır. Virüs salgınının yanında geçim derdi, işsizlik, yoksulluk, açlık ve pahalılık artmakta, halkımızın yaşam ve çalışma koşulları her zamankinden daha fazla kötüleşmektedir.

Faşist rejim her alanda bir tıkanma yaşamaktadır. Ekonomiden, sağlığa, eğitimden iç ve dış politikaya kadar bütün alanda yolun sonuna gelinmiş durumdadır. Hal böyle olduğu içindir ki, hakim sınıf kliğinin muhalefette olan temsilcisi CHP, “M. Kemal mi, Atatürk mü?” tartışmasını daha fazla gömülmüş durumdadır. Hiçbir döneminde halkın sorunlarına duyarlı olmayan bu partinin faşist niteliği, bu sayede bir kez daha kendini göstermektedir. CHP, MHP-AKP iktidarının içinde bulunduğu sıkışma halinin kendilerine iktidar yolu açacağını beklemekte, halkın öfkesi ve tepkisinin faşist rejime doğrudan yönelmemesi için elinden geleni yapmaktadır.

Rejimin içerde sıkışma haline iki örnek verebiliriz. Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan’ı hedef aldı. Nedeni ise AYM’nin “şehirler arası kara yollarında gösteri ve yürüyüş düzenlenemez” hükmünü iptal etmesi.

Soylu; “Madem özgür bir ülkeyiz, ana caddelerde, sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım. Anayasa Mahkemesi Başkanı’na söylüyorum kendi arabamla tek başına gitmeye ben varım sen var mısın?” (14 Eylül) “Güvenlik” adı altında halka saldırı bürokrasisinin başında bulunan atanmış bir memurun, rejimin protokolünde önemli bir konumda bulunan bir başka bürokratı alenen hedef göstermesi, rejimin kendi içinde işlerin hiç de iyi gitmediğini göstermektedir.

Hemen ardından AYM’nin CHP’li Milletvekili Enis Berberoğlu ile ilgili “hak ihlali” kararı, beraberinde HDP’lilerin milletvekilliklerinin düşürülmesi kararlarına yönelik alınan kararlar üzerinde şaibe yaratmış durumdadır. Kuşkusuz bunun hakim sınıf klikleri içinde dalaşın ürünü olduğu açıktır. Ancak bu dalaşın göstere göstere yapılmış olması hayra alamet değildir. Ankara’nın karanlık koridorlarında yoğun bir tepişme ve dalaşın söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Benzer bir gelişme virüs salgınıyla mücadele eden Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB), MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından açıktan hedef alınmasıyla yaşandı. Faşist D. Bahçeli, TTB’yi korona virüsü salgını hakkındaki açıklamaları gerekçesiyle “ihanet oluşumu” olarak nitelendirdi. TTB’nin vefat eden sağlık çalışanları için siyah kurdele takma eylemine tepki gösteren Bahçeli, “Türk Tabipler Birliği Korona kadar tehlikelidir, tehdit saçmaktadır. Çağrım şudur: Türk Tabipler Birliği, bugünkü hassas dönemde, insan ve toplum sağlığı hakkında asılsız şaibe ve şüpheleri körüklemektedir. Bu nedenle sadece adında Türk bulunan Tabipler Birliği derhal ve gecikmeksizin kapatılmalıdır. Yöneticileriyle ilgili adli işlem yapılmalıdır” ifadelerini kullandı. (16 Eylül) Faşist Bahçeli, TTB’ye yönelik tehdidini 2 gün sonra aynı şekilde yeniledi.

Elbette rejimin özellikle meslek örgütlerini hedef alması yeni değildir. İktidara biat etmeyen bütün örgütlenmeler, rejimin hedefindedir. Afrin işgaline karşı çıkan TTB yöneticilerine operasyon yapıldığı ve bir kısmının tutuklandığı biliniyor.

Ve yine hatırlanırsa kısa bir süre önce “Çoklu Baro” yasası çıkartılmış ve baroların bölünmesi amaçlanmıştı. Ne var ki rejimin bu adımı karşılığını bulamadı. Çoklu baro yanlısı avukatlar gerekli imza sayısını bulamadı. Bu durum gerçekte rejimin kitle desteği hakkında bir fikir verse de esasen avukatların AKP-MHP iktidarı sonrasını düşündükleri anlaşılmaktadır.

MHP’li faşistin TTB’yi hedefe koyması bu açıdan anlaşılır olmakla birlikte bu saldırının salgın koşulları içinde gerçekleşmesi, rejimin sıkışma ve şirazeden çıkma haline iyi bir örnek oluşturmaktadır. Rejimin hedefinde TTB’nin olması tesadüf değildir.

Faşizm halktan gerçekleri gizlemektedir. Rejimin virüs salgınında halkı değil de patronları düşündüğü, salgına yönelik doğru dürüst önlemler alınmadığı ve giderek vaka sayısının arttığı koşullarda gerçekleri ortaya koyanları hedefe koymaktadır.

Rejim aynı zamanda halka saldırıda yeni örgütlenmeler kurmayı sürdürmektedir. İletişim Başkanlığı bünyesinde Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı adı altında yeni bir örgütlenme kurulduğu bildirilmektedir. Bu dairenin halka yönelik savaşta “Algı Operasyonları Dairesi” olarak kullanılacağı açıktır.

“Stratejik Derinlik”ten Değerli Yalnızlığa!

TC rejimi, içerde yaşadığı tıkanma halini aşmak adı altında dış politikada aktif ve saldırgan bir tutum aldı. Rejimin Kürt düşmanlığından beslenen politikasının ürünü olarak Rojava’da ve Irak Kürdistanı’nda giriştiği işgallere benzer şekilde bölgede yeni gerilimler ve provokasyonlar izleme siyaseti seçti. Ancak emperyalistlerin TC rejimine Kürtlere yönelik saldırılarında göz yumma politikası burada ters tepti.

Başta Doğu Akdeniz olmak üzere Ortadoğu’da son süreçte yaşanan saflaşma ve şekillenme TC rejiminin dış politika da uğradığı hezimete dair net bir tablo sunmaktadır.

Rejim dış politikada uygulamaya koyduğu işgalci, ilhakçı ve saldırgan politikasında iflas etmiş görünüyor. Libya’da gerek askeri gücünü sahaya sürerek ve gerekse de cihatçı çeteleri Libya’ya transfer ederek attığı adımların sonucunda desteklediği Serrac istifa edeceğini açıkladı. Fransız emperyalizminin devreye girmesiyle Libya’da savaşan tarafların Paris’te buluşacağı açıklanıyor. Bu durum TC rejimi için tam bir kayıp olarak ortaya çıkıyor.

Rejim içerde yaşadığı tıkanmayı aşma adı altında Kürt bölgeleri dışında attığı her adımda kendi karşısında biri Kuzey Afrika’dan Doğu Akdeniz’e uzanan petrol ve gaz havzaları üzerinde, öbürü Ortadoğu’da şekillenen iki ittifaklar ekseninin karşısında yer aldı. Rejimin Libya’dan Doğu Akdeniz’e izlediği politika, ülkeyi Mısır, Birleşik Arap Emirliği, Yunanistan, Fransa, İsrail, Kıbrıs’tan oluşan, ABD tarafından da desteklenen bir blokun karşına koydu hem NATO hem de AB karşısında zora soktu. Yunanistan’ı silahlandırmasını kolaylaştırdı.

Hal böyleyken İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, Yunanistan’ın 12 milyar dolarlık yeni silahlanma programını değerlendirirken; Yunanistan’ın silah anlaşmasından korkmayız, biz o kadar parayı Telekom’da dolandırıldık ifadelerini kullanması, hakim sınıfların muhalefette de olsalar yüzsüzlükte ne durumda olduğunu göstermektedir. Hangi klik olursa olsun hakim sınıflar açısından halkın vergilerinin zenginleşme aracı olarak kullanıldığı, her türlü yöntemle iç edildiği, gasp edildiği, yandaşlara peşkeş çekildiği bir kez daha pişkinlikle açıklanmaktadır.

Rejimin dışta sıkışma haline bir diğer örnek ise Sünni Arap dünyasının en önemli ülkelerinin, İsrail ile ilişkilerini “normalleştirmeye” sürecinde yaşanmaktadır. Rejim, Ortadoğu’da, “Yeni Osmanlı” hayalleri ve Sünni İslam’ın dünya lideri olma hevesiyle hareket etti. Sünni Arapların İran’dan daha büyük bir istikrarsızlık kaynağı olarak gördüğü ülke konumuna gelmeyi başarmış durumdadır.

Rejimin Ortadoğu Arap dünyasında tek dostunun Katar kalması durumu özetlemeye yetmektedir. Üstelik Katar’ın da Doğu Akdeniz’de TC’nin karşısında yer aldığı dikkate alınırsa belli bir süre sonra bu ülkenin de İran karşısında, İsrail’le iş tutma olasılığı bulunmaktadır. Kısacası rejim bölgede tam bir çıkmazla ve “değerli yalnızlıkla” karşı karşıyadır.

DAİŞ’leşen Faşizme Karşı Anti-Faşist Mücadele

Popülist bir tarikat şeyhinin ekranlarda ülke içinde selefi cihatçı çetelerin silahlandıklarını açıklaması ve iç savaş hazırlığında bulunduklarını ima etmesi, kendi başına bir anlam taşımamaktadır. Çünkü TC rejimi geldiği aşama itibariyle, ordusu, polisi, MİT’i, yargısıyla tümden DAİŞ’leşmiş durumdadır. Faşizm bütün kurumlarıyla halka karşı savaş yürütmektedir.

Üstelik bu savaş sadece fiziki saldırılarla değil, “Algı Operasyonları Dairesi” örneğinde olduğu gibi psikolojik, kültürel, ekonomik saldırılarla sürdürülmektedir. Son virüs salgını da halka saldırının bir aracı haline dönüştürülmüştür.

Faşizme karşı mücadele içinde bulunduğumuz koşullarda her zamankinden daha fazla önem kazanmış durumdadır. DAİŞ’leşen faşist rejim virüs salgını koşullarında uygulamaya koyduğu her politikayla insanlık ve halk düşmanı yüzünü göstermektedir.

Faşizmle örgütlü temelde mücadele etmeden, özgür bir gelecek yaratmak imkansızdır. Bu nedenle bulunduğumuz her alanda örgütlü mücadeleyi geliştirmek temel yaklaşımımız olmalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu