Makaleler

Pirus Zaferi’nden başı dönenlere vurulan son yumruktan ders çıkarmak

MÖ 280-279 yıllarında Grek kolonisi Tarentum Kralı Pirus Roma’ya saldırır. Aklına koymuştur, “ne pahasına olursa olsun savaşı kazanacaktır”, bu uğurda her şeyini feda etmeye hazır olduğunu her fırsatta dillendirir. Ve aynen de öyle olur. Romalılar son kişisine kadar savaşır, ancak yenilirler; ama Pirus’a savaşa başladığı, 50 filin desteklediği kocaman ordusundan geriye sadece 5-10 kişi ve yerle bir edilmiş Roma kalmıştır. Pirus’un kendisinin bile “Tanrım, bir daha böyle bir zafer verme” dediği söylenen bu “zafer”, “yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan sahte zafer” anlamında kullanılan Pirus Zaferi olarak anılacaktır.

Anılmakla kalmayıp son teknoloji ile donatılmış ordularıyla, askeri gücüyle direnen halkların mücadelelerini bastırmak isteyenlerin kazandığını sandığı geçici her zafer için de kullanılmaya devam edilecektir. Bunun son örneği olarak YPS/YPJ’nin çekildiğini açıkladığı Nisêbîn’de devlet güçlerinin çektiği fotoğraflardan yansıyan TC ordusunun “zaferini” gösterebiliriz. Burada “zafer” elde etmekle övünenler de bu zaferlerinin Pirus zaferi olduğunun farkında ve direnişin sonlanmadığının bilincinde olsa gerekler ki, yaptıkları açıklamalarda “Teröristlerle mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz” (Cumhurbaşkanı RTE) diye beyanlarda bulunmak zorunda kalıyorlar.

Sokağa çıkma yasakları ve ablukalarla harabeye çevirdiği ilçelerden verdiği Pirus zaferi pozları, 64. hükümetin lağvedilmesinin ardından “Yıldırım” hızıyla kurulan 65. hükümetin moralini yerine getirmeye yetmedi. Çünkü TC devletinde, sistem, ciddi bir tıkanıklık ve çözümsüzlük içerisinde; AKP’nin hükümet değişikliği ile bu çözümsüzlüğün giderilebilmesi de mümkün değil, zafer pozlarıyla şehir işgalleriyle de, ağız sularını akıta akıta yaptıkları Afrika turlarıyla da, boksör Muhammed Ali’nin cenazesine katılarak (yarıda da bırakılsa) yapılmak istenen şovla da…

Suriye’de QSD’nin ABD ile işbirliği yaparak başlattığı Rakka hamlesi, Minbîc zaferi karşısındaki çaresizliği ve Suriye’deki sömürü hayallerinin kan bataklığına gömülmesi “kırmızıçizgilerde” renk bırakmayınca, Rojava’yı tehdit eder şekilde konumlanması ve DAİŞ dahil olmak üzere çeşitli cihatçı çetelere desteğini sürdürmesi dışında sessizleşmiş, kaybettiği prestij kaybını yeniden tesis etmenin derdine düşmüştür. Afrika ülkeleri Uganda, Somali ve Kenya’ya yapılan ziyaretlerden verilen pozlar böyle okunmalı. Aynı zamanda klik savaşından yenik çıktığı için bugün “ezilen”, “mağdur” politikası yapan Gülen Cemaati’nin Afrika ülkelerindeki ekonomik ve siyasi temelli sömürü kaynaklarını ele geçirmek isteyen AKP ve Erdoğan söylemde bile Afrika’yı sömürge olarak gördüğünü gizleyemiyor. Patronların da katıldığı bu gezilerde iş görüşmeleri ve zirveler yapan egemenler, Afrika’nın yer üstü ve yer altı kaynaklarına dönük hayaller kuruyor.

Muhammed Ali’nin mirası ve egemenlerin rezilliği

Prestij tesisi için Erdoğan üzerinden yapılan son hamle ise Vietnam Savaşı’nda ve siyahiler ile Müslümanlara dönük ayrımcı politikalar karşısındaki tutumuyla tanınan boksör Muhammed Ali’nin cenaze töreni oldu. Ali’nin yaşamını yitirdiğinin duyulması ile başlayan istismar; güzellemeler, hacdan getirilen örtüler ile şaşaalı bir gidiş (oğul, torun, Diyanet İşleri Başkanı…) organize eden Erdoğan’ın burada yapmak istediği şova izin verilmedi, cenaze töreninde arkaya itildiği görüntüler açığa çıktı ve cenaze töreni sonlanmadan orayı terk ederek ülkeye geri döndü. Bu da yetmedi, Ali’nin cenazesinden verilen mesaj “Türkiye’deki liderlere söyleyin, Kürtleri öldürmeyi bıraksın” oldu.

TC egemenleri başta Kürt ulusunun verdiği direniş ve Suriye’deki gelişmeler karşısında ciddi bir kan kaybına uğramış durumdalar. ABD-TC-İran arasındaki yolsuzluk-rüşvet  ağının kilit ismi Reza Zarrab’ın (Rıza Sarraf) ABD’de süren davasında açığa çıkanlar ise bu kan kaybını hızlandırmakta ve dünyada hızla değişen dengeler Sarraf, Erdoğan gibi isimleri günah keçisi ilan ederek kendini “temizleme” ve “yenileme” gibi yollara her an gidebileceğini göstermektedir. Buna karşı dünya çapında “one minute” benzeri şovlar için fırsat yaratmaya çalışan AKP ve Erdoğan Muhammed Ali’nin cenazesiyle ortaya çıkan bu “fırsatı” kaçırmıştır, öfkeleri bu yüzdendir! Askeri olarak da, siyasi-politik olarak da güç gösterisinde bulunmaktan vazgeçmiyor, yasa üzerine yasa, düzenleme üzerine düzenleme hazırlayarak deforme olmuş sistemlerini, prestijlerini düzenlemeye çalışıyorlar. İsrail ile “one minute” olayı ve Mavi Marmara saldırısından bu yana “soğuk” olduğunu iddia ettikleri ilişkileri yeniden “sıcak” hale getiriyor, Almanya ile tartışmaları “Delikanlı ol, ciğerimi ye” şeklindeki Kasımpaşalı çıkışların ötesine geçmiyor.

Ancak Muhammed Ali’nin ölümü ile açığa çıkan bir başka gerçek var ki, bu sadece egemenleri değil; devrimci ve demokratik güçleri de içine almaktadır. O gerçek, Muhammed Ali’yi dünya halklarının yüreğinde ayrı bir yere konulmasına neden olan duruş ve cesaretin önemidir. Zamanında, yerinde söylenen söz, ortaya konulan irade ve baskılar karşısında yılmayan duruş her zaman halklar nezdinde karşılığını bulmuştur. Muhammed Ali’nin şu sözlerini, coğrafyamıza ve zamanımıza uyguladığımızda hem görevlerimiz açığa çıkacaktır hem de TC egemenlerinin Muhammed Ali’nin bu konudaki mirasına konma çabalarındaki telaşı…

“Neden Lousville’deki ‘zenci’ diye adlandırılan insanlar köpek muamelesi görüp en temel insan haklarından yararlanamazken, bir üniforma giyip memleketimden kilometrelerce yolu Vietnam’daki kahverengi insanlara bombalar ve kurşunlar yağdırmak için gitmemi istiyorlar ki? Hayır, sırf beyaz köle efendileri dünyadaki koyu tenli insanlar üzerindeki tahakkümlerini sürdürebilsin diye başka bir ezilen halkın öldürülüp yakılmasına yardım etmek için evden kilometrelerce yol gitmeyeceğim. Bu tür kötülüklere dur demenin günü bugündür. ”

Halkın gerçek düşmanlarına karşı, devrim ve demokrasi mücadelesi verirken kaybedeceğimiz hiçbir şey yok, aksine kazanacağımız bir dünya var! Ezilenlerin mirasına sahip çıkmak, andaki görev ve sorumlulukları bilinmez bir tarihe ertelememekten geçer. Zamanında ve yerinde sorumluluklarına devrimci misyonla sarılmaktan geçer! Aksi halde emperyalist ABD’nin Vietnam’daki haksız ve kirli savaşına karşı alınan dürüst tavrın mirasını savaş sonlandıktan onlarca yıl sonra sahiplenen rezillerden bir farkımız kalmaz!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu