GüncelManşet

Pirus zaferi…

28 Ekim’de İstanbul Kadıköy’de gözaltına alındık iki kişi. Toplamda dört kişiydik ama 13 günlük gözaltından sonra ben ve Elif Kaya tutuklandık.

8 Kasım’da Silivri 9 No’lu Hapishane’ye getirildim. Beni özellikle içinden geçtiğimiz günler düşünüldüğünde hareketli günler bekliyordu. Nitekim hapishane idaresi bu tahminimin yersiz olmadığını gösterdi.

Dilekçe yazmak için bile neredeyse dilekçe istendiği bir yerdeydim artık. Dergi, kitap adımıza dışarıdan yatırılan hiçbir şey bize verilmedi. Dışarıda bayilerde satılan kitap ve dergiler biz konusu tutsaklar olduğunda “risk” taşıyordu. Örneğin Penguen, Uykusuz gibi dergiler dahi hapishane güvenliğini tehlikeye düşürüyordu. Benzer şekilde tutsakların yakınları, arkadaşları ile iletişim kurmaları da sakınca yaratırdı. Bundan olsa gerek ayda bir olar açık görüş 2 ayda bire, kapalı görüş 2 hafta da bire çıkarıldı. Arkadaş görüşü ise iptal edildi.

Açık ki amaç, içeriyi yaşanmaz hale getirerek dışarıya mesaj vermekti. Zira, özürlük ve demokrasi adına verilen her mücadelenin, her itirazın olası- kaçınılmaz duraklarından biri hapishanelerdi. Muktedirler avuçlarının arasına aldığını düşündüğü kişinin iradesini kırmak, mücadelesinden vazgeçirmek için elinden geleni yapacaktı, yapıyordu da.

İçerdeki her uygulama bu yüzden tam da dışarıdaki bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük mücadelesini hedef alıyordu. Zalimler kendilerini en güçlü hissettiği yerde bu avantajı sonuna kadar kullanmalıydı. Öyle de yaptılar, yapıyorlar!

9 No’ludaki uygulamalar da ilhamını bu fikriyattan alıyordu. İstanbul’da daha önce Metris’te yapılanlar şimdi 9 No’luda yapılmak isteniyordu. Önümüzdeki yıllarda yaşama geçirilmesi düşünülen adımların ilk adresi 9 nolu. Burası bir nevi Türkiye’deki siyasi atmosferin, politik arenadaki minyatürü. Belediye başkanları, hakimler, savcılar, polis şefleri… Hal böyle olunca Silivri 9 No’lunun icraatları da şanına yakışır olmalıydı.

 

“Ben tek başıma yeterim!”

Ne var ki hemen her alanda olduğu gibi evdeki hesap çarşıya uymadı. Daha doğrusu hesapta ihmal edilebilir olarak analiz edilen faktörler dengeleri bozuyor, bilanço içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Tutsakların mücadelesi ve kırılmayan iradesi tüm işleri altüst ediyordu. Hizaya gelmeye, boyun eğmeye itiraz ediyor, doğru bildiklerini okuyorlardı. Öyle olunca da sessizliği istenen hapishaneden her daim sesler yükselmeye ve “huzursuzluk” olmaya devam ediyordu. Yetkili paşaların emir ve talimatları da bir işe yaramayınca çaresizliğin ikliminde nefes almaya ve şiddetin dozunu artırmaya karar verdiler. En iyisi bunlardan kurtulmak, dağıtmak ve parçalamaktı.

18 Ocak cuma günü saat 11’de hücrelerde eş zamanlı olarak giren 15-20 gardiyan da bunun için gelmişti. Ne olduğunu anlamadan beni üst kattan karga tulumba tutup koridora çıkardılar. Sloganlarımız duyulmasın diye ağzımızı kapattılar. Zorla yere yatırarak sürükleyerek koridora çıkarınca sürgün sevk olduğunu anladım. Koridorda çevreden duyduğum uğultular maltaya çıkınca daha da anlaşılır oldu. Önümden arkamdan onlarca tutsak benzer şekilde zorla götürülüyordu. Ve hepsinin de ağzı kapatılmaya çalışılıyordu.

Bu halde kapı girişine getirilip yere fırlatıldık. Üstümüze basıp ellerimizi arkadan kelepçelediler, bu arada üstümüzdekilerden biri “bağırma boşuna, bir şey yapamazsın” dedi. “Elimizdesin, nereye gideceksin?” diyordu. “Bu kadar gardiyanla yapabildiğiniz ancak bu işte” deyince “ben tek başıma da yeterim” dedi. Ancak “o zaman tek gelseydin” sözüme ise yanıt vermedi. Bizi bir süre yerde tuttular. Sağımda solumda önümde yere yatırılmış tutsaklar vardı. Acaba ne yapacaklar diye düşünürken kafamı sola çevirdiğimde C-31’den komşum Ulaş’ı gördüm. Birbirimize gülümsedik ne var ne yok diye. Sonra hepimizi alıp yine karga tulumba bir odaya attılar, darp ederek. Bu arada epey zorlandıklarını da eklemeliyim. Bu odada 15-16 tutsak hep birlikte gülmeye, birbirini tanıyanlar hal hatır sormaya başladı. Ortam bir anda şenlendi.

10-15 dakika sonra yangından mal kaçırırcasına içeri girip sürükleyip ağzımı kapatıp ringe koydular. Toplamda anlayabildiğimim 30 kadar tutsak vardı. Tabi bizden sonra da yapmış olabilirler. Kandıra, Antep ve Kocaeli duyduklarımız arasında. Siyasi tutsakların hepsi ben hariç Halk Cephesindendi. Tehdit ve hakaret sadece gardiyanlardan değil rütbeli askerden de geldi. Asker kelepçe takarken ringe kadar olan kısacık yolu “bağırmadan” yürümemiz istendi. Tahmin edeceğiniz gibi hiç de kibar değillerdi. Üstümdeki pantolon ve kazakla ringe bindirildik. 12 kişiydik, 6 kişi Tekirdağ’da indirildi. 6 kişi olarak Edirne’ye geldik. Ben kendimi şanslı hissediyordum çünkü yanımdaki arkadaşlardan terlik ve eşofmanla getirilenler bile vardı. Neyse yol boyu söylenen türkülerle geldik Edirne’ye…

 

Edirne F Tipi; Silivri’den hallice!

18 Ocak günü akşam 19 gibi Edirne’ye geldik. Koluma giren asker ilginç bir şekilde çok ciddiydi. Sorularımın hiçbirine yanıt vermedi. Ortamın ciddiyeti bozulmasın diye gülmek istemedim(!) Silivri’nin aksine ortam tıkır tıkır işler hızlıca hallediliyor. Ne oluyor yoksa bu bir rüyamı demeden gerçek ortaya çıktı. Rutin işlemlerden sonra kibarca üstümdekileri çıkarmamı istediler. Ben de aynı nezaketle zaten sürgün geldiğimi, çıkışta iki defa arandığımı, ellerinde hassas detektör olduğunu ve üzerimdekileri çıkarmayacağımı ifade ettim. Tabi ikna olmadılar! Devamında zorla ve sloganlarım eşliğinde üzerimdekileri çıkardılar. Akabinde de şimdiki hücremize konulduk. Tahminime göre en az 6 aydır kullanılmayan hücrede petek çalışmıyor ve dışarıda da kar yağıyordu. Verilen battaniye sığınağımız oldu. Çeşmeleri açtığımızda da dakikalarca sarı su aktı. Gardiyanı çağırdık, su istedik önce yok dedi, sonra başgardiyan veriyor, o da şuan burada değil dedi. O da olmayınca kantinden veriliyormuş ama kantin kapalıymış yine veremiyormuş!

Ertesi gün yine istedik bu defa da kantin paranız gelince alırsınız denildi. Tamam, suyu getirin paramız gelince düşersiniz dedik ama olmazmış!

Neyse ki ısrarlarımız sonucu ikinci günün sonunda sabun, sünger ve su alabildik. Şu anda adli tutsakların bulunduğu koridordayız. Nedenini sorduk, gözlem süreci olacakmış. Hücrelerin duvarları dökülüyor, boyalar akmış ve viran bir yer burası. Burası ilk açılan F’lerden olsa gerek. Biz alışmaya çalışırken içeri bir sağlık memuru, doktor ve 10 gardiyan girdi. İdare sağlımızdan duyduğu endişe ile soluğu hücremizde almıştı. Doktor yeni geldiğimiz için muayene yapılması gerektiğini söyledi. Bizi kendi odasına almak yerine kendisi gelmişti. Biz böyle olmayacağını, kabul etmediğimizi söyledik. Ama biz konuştukça cevap veren gardiyan oldu. Velhasıl gerisin geri gittiler.

Tecrit her yerde farklı gerekçe ve yöntemlerle yaşama geçiriliyor. Bizim kaldığımız koridorda tutulmamız bunun küçük bir örneği. Her sayımda doluşan onlarca gardiyan da öyle!

Şuanda bir haftayı geride bıraktık. Yastık yüzüyle kurulanıp el sabunu ile duş aldık. Çöp poşetini terlik niyetine kullandık. Zamanımız bol, çokça gülüp sohbet ediyoruz. Bazen de kendimize gülüyoruz. Bunca çok gülüyoruz diye. Umut biliyoruz ki insanın yüreğinde, bilincinde! Yaşama verdiği anlamda! Bundan sebep ulaşılması da bir o kadar imkansız! Bakmayın öyle böbürlenmelerine. Eni boyu 40 m2’lik bir hücrede tutsak edilen bir insandan bile bu kadar ürken bir zihniyet ne kadar güçlü olabilir? Ya da gücü neye yetebilir? Özgür geleceğe sevdalı yürekler en büyük ilham kaynağımızdır. Korku ve yılgınlık atmosferiyle önümüze çıkan sis bulutlarıyla değil onun ardındaki ışık huzmeleri ve yıldızlarla arkadaşlık, dostluk ve yoldaşlık etmek gerekir. Doğanın ve toplumun akışı ne söylenirse söylenin değişmez. Bundan sebep her kışın bir baharı vardır. Baharı getirecek olan da bunca ayaza rağmen toprağa tutunan, yüzünü güneşe sımsıkı dönenler olacaktır.

Tam da bu nedenle kapılardan sesler getirirken gardiyan geldi ve mazgal açtı ve “ne oldu, bir şey mi var?” dedi, birbirimize baktık ve “yok özel bir durum değil tecridi protesto ediyoruz” dedik. Herhalde kapının avazı fazla çıkmış olacak ki gardiyan soluğu yanımızda aldı. Demek ki mücadeleye devam!

Ha unutuyordum, ünlü komutan büyük ordusuyla kendisinden sayıca çok daha zayıf bir düşmanla çarpışır. Savaş sürüyor. Rakip her şeyiyle, tüm imkansızlıklara rağmen direniş ortaya koyuyor. Ne var ki güçler dengesiz. Yenilgi kaçınılmaz. Ancak Pirus, zaferi kazansa da ordusunun hem büyük bir kısmını hem de askerlerinin moral ve motivasyonunu yitiriyor. Bir anlamda mağluptur.

30-40 siyasi tutsağı yüzlerce gardiyanla, ülkenin dört bir yanına dağıtanların zaferi de Pirus zaferidir. Zira direniş ve mücadele tohumları ekilecek şimdi her yana; her tutsağın konulduğu hapishaneye.

Pirus zaferi ifadesi güçlerin dengesizliğine karşı irade ve kararlılığından vazgeçmeyenlerin yarattığı tabloyu anlatır. Tel örgüler, yüksek duvarlar özgürlük düşlerini hapsetmeye sığar mı, ey gafiller!

 

(Tutuklu ÖG muhabiri Toğay Okay)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu