GüncelPusula

Orhan yoldaşın ardından: Hiçbir yerli ve her yerli…

Ermeni olduğunuysa şehit düştükten sonra öğrendim. Çok konuşmazdı ki! Nereli olduğunu da sormadım hiç. Hem, kimliksizdi O, hiçbir yerli ve her yerliydi. Bunu da övmek için söylemiyorum, inanın ki öyle.

Biliyorsun, gerilladır, şehit düşebilir her an. Ama yine de duyduğunda bir yumru gelip oturuyor içine. Hele de aldığın haber, Orhan yoldaşın, Nubar’ın, Fakir’in şehadetiyse.

O, özel bir insandı. Bize, örgüte, gerillaya kattığı çok şey oldu. Tek kelime etmesin Orhan yoldaş, yaşamı anlatırdı. Yanında dursan, hiçbir şey yapmadan öylece dursan bile öğrenirdin. Örnekti hepimize.

Anlattığım hiçbir şeyi, “Şehit düştü, güzel şeyler söylemek lazım ardından” diyerek anlatmıyorum. Onu hiç tanımamış olsaydım ve biri bana bunları anlatsaydı, “Abartıyordur, kimse böyle olamaz!” diye düşünürdüm ben de. Ama yaşadım ve kendi gözlerimle gördüm ben. Savaşa dair ne öğrendiysem de ondan öğrendim.

 

‘Bu adam mı eğitecek bizi?’

Orhan yoldaşla ilk olarak Medya Savunma Alanları’nda karşılaştık. 2014’ün bahar aylarıydı. Heyecan doluydum. Gerilla alanlarına ilk defa gidiyordum, yoldaşları görecektim, gerilla olacaktım. Çok büyük iş! Upuzun yürüdük. Bir an önce varmak isteyince yol bitmek bilmiyordu. Kamp alanına vardığımda ilk gördüğüm Orhan yoldaş oldu. Hava çok sıcaktı ama o, kafasında bere, elinde balta, odun yarıyordu. Selamlaştık, kucaklaştık. Elimi sıktığında öyle bir kavradı ki… Kısa boyluydu, oldukça yaşlıydı, buna rağmen nasıl böyle güçlü olabiliyordu? İlk şaşkınlığım da buna oldu galiba. 1.60 boy, kocaman ve öyle kuvvetli eller…

Tanıştıktan sonra dediler ki, “Bu yoldaş, bizim komutanımızdır.” Bir şaşkınlık daha… Hani, komutan dedin mi akla, daha atik biri geliyor. Apaçık söyleyeyim: “Bu adam mı bize eğitim verecek” diye geçirdim içimden. Geçirmez olaydım! Sabah spora kalktık. Orhan yoldaş en önde. “Biiirr!” diye bağırdı ilkin, normal tempoda koşuya başladık. “İkiii!” dedi, biraz daha hızlandık. Daha ilk günüm, çok hareketli biri de değilim, iflahım kesildi ama sesimi etmedim. “Üüç!” dedikten sonraysa depara başladı! Sadece ben değil, hiçbir savaşçı yetişemiyordu hızına. Gerçekten de en hızlısıydı hepimizin.

 

Büyücü desem yeri

Hiç durmazdı Orhan yoldaş. Hani beş dakika dursun, dinlensin; yok! Müthiş bir azim, inanç. Her iş de gelirdi elinden. Ocak yapardı mesela. Kırmızı toprak toplatırdı bize, onu tuz ve külle karıştırırdı. Yağ tenekelerinin kenarlarından koskoca, iki metrelik saclar yapardı. Meyve gelsin, öyle bir anda yiyip bitirmemize izin vermezdi, hemen reçel yapmaya koyulurdu. Helva yapardı; onu bırak, dağ koşullarında puding yapardı. Elimize eskaza kahve düşse pudinge çeviriyordu ama nasıl başardığını anlayamadım hiç. “Büyücü” desem yeri.

Müthiş de yaratıcı biriydi zaten. Büyüğünden küçüğüne tüm silahları tanırdı ama özel ilgisi ve uzmanlık alanı patlayıcılardı. Fünye yapıyordu yahu, elinde hiçbir kimyasal olmadan! Nereden, nasıl bulup buluşturuyordu malzemeyi, hiç anlamazdım. Sonra kampın bazı yerlerine bomba kuruyordu. Sırf antrenman olsun, bildiklerini unutmasın diye… Patladı mı korkar, fena da kızardık. Avcuyla gösterip, “Şu kadarcık koydum yoldaş, öldürmez öldürmez” derdi.

 

Kulağının pili bitmiş yoldaş!

PKK’nin bir meşhur bombacısı vardı, ona çok imrenirdi. Sürekli onun maceralarını anlatıp duruyordu. Bir gün o arkadaşla yolda, yürürken karşılaştık. Kolu kopmuş, yüzünün yarısı da gitmiş ama ölmemiş, ölmemeyi başarmış. “Bak yoldaş, bak hele, acayip bir bombacı ha!” diye dürtmüştü heyecanla.

Bisving atmaktan, roket atmaktan kulakları duymuyordu Orhan yoldaşın. Diğer alanlardan yoldaşlar, kulağa takılan cihazlardan göndermiş. Onun da pili bitti mi hemen bulamıyorsun ki! “Bip, bip” diye ses çıkarıyordu cihaz, pili tükendi mi… Herkes duyuyor o sesi, Orhan yoldaş duymuyor! “Kulağının pili bitmiş yoldaş!” diye takılıyorduk ama onu da duyana kadar!

 

Saatsiz ve mülksüz

Hani gerilla denildi mi akla gelen fotoğrafta, illa ki bir saat de vardır; Orhan yoldaşta tam tersi. Saat sevmiyordu, taşımazdı hiç. Mesela yürürdük peşinde, durmak bilmezdi. Öyle saatle program filan da yapmıyor ki, ne zaman yorulduysa… Yorulmuyordu da! Sürekli, “Şu tepeyi de geçelim, dinleniriz” der, oyalardı bizi. Sabah sporunda da öyle. Ona kalsa, öğlene kadar sürecek!

Orhan yoldaşta özel mülkiyet hiç yoktu. Hani, fark edersin illa ki: En ileride duranımızın bile, “Bu benim” dediği bir şeyler vardır. Onunki yoktu. Silahı da dahil nesi var, nesi yoksa, bir yoldaşı istese verebilirdi. Paylaşmak için can atıyordu hatta, mutlu oluyordu bununla. Bildiği her şey için de böyleydi. Hakkında çıkan yazılarda da hep anlatıldı: Genç yoldaşlara sıkılmadan, bıkmadan, yorulmadan anlatır, öğretirdi. Ukala da değildi, bildiğini satmazdı, böbürlenmezdi. Öyle mütevazıydı ki…

Giydiği kamuflajın kolundaki bant eskimişti, artık tutmuyordu. Yeni bir kamuflaj isteyeceğine, çoraplarının lastiğini çıkarır, koluna bağlardı Orhan yoldaş.

Kimliksizdi

Başka ne anlatayım? Sürekli okur, sürekli notlar tutardı. Sadece eğitimlerde değil, her zaman not defteriyle gezerdi. Özellikle de Mao’nun Seçme Yazılar’ı ve Askeri Yazılar’ı hep elindeydi. Her toplantıya, eğitime önceden hazırlanarak gelirdi. Aklı, fikri partiyi güçlendirmekte, savaşı yaygınlaştırmaktaydı.

Ermeni olduğunuysa şehit düştükten sonra öğrendim. Çok konuşmazdı ki! Nereli olduğunu da sormadım hiç. Hem, kimliksizdi O, hiçbir yerli ve her yerliydi. Bunu da övmek için söylemiyorum, inanın ki öyle.

 

Döndü, savaşmaya devam etti

Sonra gün oldu, benim yolum bir başka savaş alanına düştü. Orhan yoldaşın kalması gerekiyordu. Peşimiz sıra baktı, öyle üzüldü ki. Hayali, Dersim dağlarında gerilla mücadelesiydi. Rojava gündemi oluştuktan sonraysa, oraya giden ilk TKP/ML’liler içinde olmayı çok istedi ama ilk anda olamadı.

Başka bir gün: Yaralandım, hastanedeyim. Bilincim tam yerinde değil, bir anlığına uyanıp sonra yeniden uyuyorum. Geldi, ellerimi tuttu, gözlerime baktı. Şöyle bir vurdu elime. Gözleri doldu ama hiçbir şey söylemedi. Geri dönüp gitti, savaşmaya devam etti.

O, hiç gürültü patırtı çıkarmadan imkansızı imkanlı hale getirirdi. Yanında olmak, müthiş bir güven duygusu verirdi. Savaş yaşamına dair ne öğrendiysem, ondan öğrendim. Öğrencisiyim Orhan yoldaşın ve onurunu savaş boyu, yaşam boyu taşıyacağım sırtımda.

 

Nubar Ozanyan Kimdir?

Nubar Ozanyan, 1956 yılında Yozgat’ta doğdu. TKP/ML ile 1977’de, 21 yaşındayken tanışan Ozanyan, o günden bu yana birçok alanda devrimci mücadeleye omuz verdi. Filistin, Dersim, Ermenistan, Fransa, Güney Kürdistan ve Rojava’da mücadele yürüttü. Savaşta TKP/ML’nin Ermeni şehitlerinden Orhan Bakırcıyan’ın adını kod adı olarak kullanan Ozanyan, 14 Ağustos’ta Rojava’da girdiği bir çatışmada şehit düştü.

Kaynak: Yeni Özgür Politika

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu