Makaleler

Bir gerçekliğin özeleştirisidir: Üretken olmayan tüketir!

Dünyanın hemen her tarafında emperyalizmin gericiliği, uygarlığı talan etmek adına yok etmek de dahil her tülü savaş, ölüm ve kanı meşrulaştırdığı, azılı bir kerberos olduğu dönemden geçiyoruz. Bu barbarlığın odağına ise coğrafyamız yerleştirilmiştir.

Öte yandan ülkemizin içinde bulunduğu faşist diktatörlüğün, kafatasçı ve Osmanlıcı öğelerinin ülke içinde ve uluslar arası arenada savaş havariliği ve yeni Turancı bir barbarlığı hayal eden klinik kaçkınlarının hâkim olduğu bir dönemdeyiz.

Bu klinik kaçkınları, akıl almaz baskı ve fütursuzlukla milliyetçi ve dini ön plana çıkararak sermayelerini artırma tilkiliği içinde küçük beyinleriyle büyük oyunlar oynamaya çalıştığı ve halkımız için devasa tehlikeler saçtığı rakipsiz bir güç halinde ilerlemektedir.  Bu ilerleme yoksul halkımızı aşağıdaki belalarla sarmış durumdadır:

1- Günden güne çalışma koşullarının işçi/emekçiler aleyhine ayaklar altına alındığı ve yok sayıldığı, derin bir baskı ve açlığa tahakküm ettiği

2-  İşçi örgütlerinin faşist diktanın oyuncağı olduğu ve işçi aleyhine yasaların çıkmasına çanak tuttuğu.

3- Ürettiği ile değil tükettiği ile övün bir toplumsal yozlaşmaya evrildiği,

4- En temel insan haklarının bile askıya alındığı,

5- Kadınların linç edildiği,

6- Eğitimin gerici dinci bir alana çekildiği ve medreseleştirildiği,

7- Sağlığın emperyalist sigorta ve ilaç tekellere bilerek ve açık olarak peşkeş edildiği,

8- Hukuk sistemin keyfi ve mafyavari kararlarla ayyuka çıkan tarafgir ve siyasi boyuta bürünmesi,

9- Kürt halkına akıl almaz baskılarla soykırıma giden yol açılmaya çalışılırken,

10- Kentler batakhanelere dönmüşken,

11- Köylülük tarla süremez hale gelirken,

12- Sanatsal etkinlikler yok edilirken, bilimsel dünya görüşünün yerini hurafeliye bırakırken,

13- Kültürel erozyon her alanda üfürükçü tarikatçı bir yobazlaşma ve sadaka kültürüne bürünürken,

14- Ekolojik denge hiçe sayılarak talan edilen dereler ve obalar varken,

15- Uluslaraarası savaş havariliğine dayanan komşularına saldırma barbarlığına gömülmüşken,

16- TC’nin, NATO üyeliğinin sonlanma koşullarının geliştiği…

Ve tüm bunların içinde işçi ile patronu ulusal birlik ve milliyetçilikte birleştirerek sınıf bilincini ortadan kaldırmayı başarmış durumdadır. Artık kitleler için Demokratik Devrim, Sosyalizm, Komünizm, birer ütopya haline gelmiştir. Sınıf bilinci toplumun önceliğinden silinip uzaklaştırılmıştır. Toplumun temel çelişkisi, Kürtler ve Türkler arasındaki düşmanlığa bırakmıştır. Bu bakış açısı, klinik kaçkını TC hükümetti tarafından daha da körüklenerek tüm dünyaya kafa tutmak gibi Turancı, kafatasçı bir macera peşine dönüşmek üzeredir.

İşte durum bu iken, asıl görevin burada başladığını bilir her devrimci. Çünkü karanlıkların çelişkisi bastırılmışlığın korkusuyla hapsedildiğinde çelişkilerin ortaya çıkması ve belirgin olması daha da anlaşılabilirdir.

Öte yandan, genel olarak emperyalist bunalım dönemlerinde; varoluşçu, nihilist, karamsar bir iklim, kitleleri bezginliğe ve reformist dalkavukluğa sürükler. Bu aynı zamanda üretmenin ve yaratıcılığın azaldığı genel bir bunalım ruhunun hakim olduğu koşullardır.  Ancak genel beylik ifade ile karanlığın en yoğun olduğu an, aydınlığa en yakın olduğu saattir. Elbette bu yan gelip yatma anlamına gelmemeli. Çünkü devrimci hareket ileriye doğru adımlar atmada sıkıntılar yaşamaktadır. Kitle tabanı daralmaktadır. Bu tabloda sorun sorunu başkalarının üzerine atmak için harekete geçmek değildir. Bu kolay olandır, zaten başarısızlık vardır ve her konuda eleştiri yapmak kolaydır ve bu nedenle suçlamalar ve eksiklikler sayfaları alabilir. İşte bu nedenle topu taca atmaya çalışacak yaklaşımlar hakim olacaktır. Bu durum yılgınlığın ve düşmanın karşısında pes etmiş ruhsal durumun dışa vurumu söz konusu olacaktır.

Bir devrimci hareketin en büyük düşmanı hareketin kendisidir. Gothe’nin dediği gibi; başarmak istiyorsan kendi engelini yık.

Çünkü bu karamsar, üretimsiz tüketim, kitlelerde yılgınlık ve moral bozukluğu yaratmıştır. O halde şunu sormak gerekir. Komünist ideoloji bitmiş midir? MLM yetkin ve yeterli bir rehber değil midir? Olamamış mıdır? Yoksa bizler mi yanlış şeyler yapmışız ve yapıyoruz?

1980 faşist darbesi ve arkasını takip eden dönemlerde yaşanan anti demokratik baskı ve yıldırma saldırıları toplum üzerinde olağan bir uzaklaşma yaratmıştır. Toplumu sınıf bilincinden uzaklaştıran bu genel durum, ülkenin çıkarlarını değil kendi bireysel çıkarlarını ön plana çıkaran egemen sınıfların ülkeyi beceriksizce yönetmeleri, yeni bir iklimi yaratmaya ve fırtınayı terse döndürmeye geçecek kritik bir zamandan geçilmektedir. Bu kritik zaman yukarıda saydığımız  olumsuz toplumsal koşullara ek olarak, uluslararası arenada savaşa girmek, TC ordusunun yönetim ve disiplin kadrolarında zayıflamaya neden olacak klikler arası ayrışma, (laik-anti laik, Kemalist, dinci vb.) orduyu zayıflatmıştır. Yakın bir gelecekte savaşın toplum üzerindeki yıldırıcı etkisi belirginleşecek ve saldırgan politikalara karşı hayır dedirtecektir. Öte yandan savaş ekonomiyi olumsuz etkileyecek ve ekonomik yapının bozulmasına neden olacaktır. Enflasyon hızla yükselecek ve toplumsal bunalım egemen güçler tarafından yönetilemez hale gelecektir.

İşte bugün, bu karamsar panoramanın aslında buz dağının görünen kısmı olduğunu anlamak gerekir. Yukarıda saydığımız toplumsal yaraların ancak devrimci bir savaşımla iyileştirilebileceği noktaya sürüklenmektedir. Klinik kaçkını TC içte ve dışta aldığı darbelerle, faşist dişlerini halkımızın kanına boyamıştır. Bu halk üzerinde derin bir kin yaratmaya devam edecektir. İçte ve dışta saldırganlık, ekonomik ve askeri olarak yoracak ve ülkenin devrimci koşullarını daha elverişli hale getirecektir. Bu da uzun dönemli Halk Savaşı’nın en önemli evresinde olduğumuzu söylemektedir.

Uyanmak, yeniden toparlanmak ve yeniden ileriye atılmak zamanıdır. Bu durumda herkes bu devrimci koşulları nasıl olumluya dönüştürüleceğine yönelik program oluşturmalı ve bu programa yönelik hareket edilmelidir.

Bugün içinde bulunduğumuz zor dönemde geçmiş 40 yıllık mirası har vurup harman savuran bir düşünce biçiminden herkesin kaçınması gerekir.

1- Eleştiri özgürlüğünü hizipçilik olarak görmek

2- Zayıflayan yapıdan kendini suçsuzluğa geçirmeye çalışmak

3- Negatif eleştiri ile bozgunculuk yaratmak

4- İnanç eksikliğini oportünizmle kapatmak

5- Çok bildiğini sanarak akıldanelik yapmak

Bunları artırabiliriz. Oysa yakın geleceğe, bir strateji ve planlamayla bakmamız gerekir. Örgütsel olarak gönüllüğün sistematik üretkenlikle gelişimin biricik yolu da budur. Örneğin Stalin’nin ulusal görüş üzerine programatik çalışmaları RKP’nin ulusal sorun konusunda ana çatısını oluşturmuştur. Şimdi bu programlarla ilgi bazı önergeler:

1- Nasıl bir kentleşme öngörüyoruz? Yeni dünyada nasıl bir kentleşme sunacağız.

2- Nasıl bir sanayi toplumu oluşturacağız?

3- Nasıl bir tarımsal yapı uygulayacağız?

4- Nasıl bir sağlık sistemi oluşturacağız?

5- Nasıl bir eğitim sistemi oluşturacağız?

6- Nasıl bir kültür, sanat ve bilim yapısı oluşturulacak?

7- Nasıl bir ulaşım ve trafik yönetimi öngöreceğiz?

8- Nasıl bir alt yapı planlaması yapılacak ve uygulanacak?

9- Nasıl bir çalışma barışı ve eşit işe eşit ücret uygulaması yaratılacak?

Uzatmayalım, ülkemizin sorunları kadar çoğaltabiliriz. Bunun gibi programlarla halkımızın karşısına çıkmamız gerekiyor. Bu teoriler halkımız içinde örgütlenme ve yapılanma zorunluluğumuz olduğunu herkes bilmeli ve saf, ham MLM ezberciliği yerine; somut koşulların somut tahlilini yaratıcı ve devrimci bir kavrayış ve MLM derinlikle analiz etmeliyiz. Halkımız bizden bunu beklemektedir. 

Şimdi birleşme, güçlenme ve yeniden dirilme zamanıdır. Dünya, ülke ve devrimci konjonktür bunu ödev olarak önümüze koymaktadır. Herkes kişisel kaprislerini bir kenara bırakarak ortak aklın işleyişine katılmalıdır.

Çünkü en akıllı hepimiziz!

Birleşip kenetleşirsek yenilmeyiz!

 

Bir ÖG okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu