Güncel

NURAY TÜRKMEN | “AKP ihraç akademisyenler dahil olmak üzere bütün muhalefeti Kürtleştirdi”

Ankara: Tarihler Şubat 2017’yi gösterdiğinde çıkan bir KHK ile işinden edilmişti öğretim görevlisi Nuray Türkmen. Çünkü “Bu suça ortak olmayacağız” diyenlerdendi. İşinden edildikten sonra “şimdi değilse, ne zaman” diye sordu kendisine ve HDP’den vekil adayı oldu. Ankara 2. bölge adayı olan Türkmen ile akademisyenleri, Ankara’yı ve de kadınları konuştuk.

MİLLETVEKİLİ ADAYLARI ANLATIYOR -7-

– İhraç sürecinden başlayalım isterseniz. Şubat 2017’de 686 numaralı KHK ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğretim görevlisiyken mesleğinizden ihraç edildiniz. Bu “ihraç”ın politik yaşamınıza nasıl bir etkisi oldu? Ardından Ankara kamuoyu sizi HDP milletvekilliği adaylığı ile tanıdı. Bu doğrultuda HDP milletvekili adaylığına giden süreci biraz anlatabilir misiniz?

– Kendimi bildim bileli örgütlü bir insanım, Toplumsal Dayanışma siyasetindenim. Dolayısıyla ihraçtan önce siyasetimle yaptığım sohbetlerde tekçi-otoriter rejim ve Kürt meselesi benim gündemimde olan meselelerdi. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metni üzerinden anlatmam gerekirse süreci; ben ikinci imzacıyım. Bugüne kadar hiç imza kampanyalarına imza atan bir insan olmadım, olmamıştım o zamana kadar. Çok kıymetli bulduğum bir eylem biçimi değildi, hatta bir eylem biçimi olarak bile görmüyordum imza kampanyalarını. Bildiri imzacılarına Recep Tayyip Erdoğan’ın “aydın müsveddeleri” vb. gibi kimi hakaretleri sonrasında, “bakayım şu bildiriye” dedim. Tam olarak 10 Ekim sonrasıydı. İçeriğinden bağımsız bir tavır göstermek gerektiğine inanıyordum. Benim açımdan içerikten bağımsız olarak iktidarın bizim nezdimizde bütün o eleştirel bilgi, bilimsel bilgi, aydın sorumluğu, bir entelektüelin yapması gereken ne varsa onlara laf söylemesiydi beni etkileyen. Buna karşı imzamı attım diyebilirim. Daha sonra Rektörlük okulda soruşturmamı başlattı. Ardından 15 Temmuz’da yaşananlar, KHK’lar ve ihraçlar… Ben çeşitli fakültelerden 100 arkadaşımla birlikte ihraç edildim.

Bu sürece baktığım zaman siyasal öğrenme deneyimleri açısından oldukça verimli ve dönüştürücü bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Ancak yepyeni bir şey değildi. Sonuçta ben bir taraftım ve bu tarafın, bu safın savunucusuydum. İhraç edildikten sonra “ah, vah” demedim. Çünkü bu ihraç benim taraf olmamın bir sonucuydu. Tabii yaşananlar beni mevcut politizasyonumdan daha fazla politize etmiş oldu. İnsanın hayatında bu tip hamleler; sizin daha önce ilişki kuramayacağınız kimi meselelerle, kimi kesimlerle, kimi tarafla daha güçlü, daha dinamik ve daha özgürleştirici bir ilişki kurmanıza olanak sağlıyor. İşten atılmanız, Barış imzacısı olmanız, KHK’lı olmanız, bir tarafta görünmeniz özne olarak tanınmak anlamında sizi daha fazlasını yapmaya sevk ediyor. Size “şimdi değilse ne zaman” sorusunu sorduruyor.

Ben 24 Haziran’da seçim olacağını duyduğum gün karar verdim, “bu seçimde aday olacağım” dedim. HDP’den aday olmanın kendisinin bile bu dönemde farklı bir önem arz ettiğini düşünüyorum. Ben bunu onur verici bir şey olarak kabul ederim ama en genel düzeyde bu memlekette yaşamak açısından riskli bir şeydir. O süreçte başvurmadan önce görüşebileceğim herkesle görüştüm, konuşabileceğim herkesle konuştum. Dolayısıyla ben kendi adaylığımı bir kolektif adaylık olarak kabul ediyorum. HDP’den milletvekili adaylığı noktasında ben 1. Sıra ile 10. Sıra arasında çok da farkın olduğunu düşünmüyorum.

“AKP bütün muhalefeti devletin tanımında Kürtleştirdi”

– Bir ihraç akademisyen perspektifinden değerlendirme yapmak gerekirse, HDP’nin 24 Haziran açısından yüklendiği misyona dair neler söylenebilir? Bununla birlikte bugün 8 barış imzacısının HDP’den milletvekili adayı olduğu biliniyor, 8 barış imzacısının HDP’den milletvekili adayı olması ise kamuoyu nezdinde farklı bir algı oluşturuyor. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?

– Şu anda bir beka siyaseti yürütülüyor. Bu, uzun zamandır AKP’nin yürüttüğü bugün ise AKP-MHP ortaklığıyla yürütülen bir siyaset. Bizler şunu biliyoruz; bu beka siyaseti memleketin bekası üzerinden kurulmuş bir siyaset değil. “Memleket barış içerisinde olsun, özgürlük içinde olsun” üzerinden kurulan bir beka siyaseti değil. Doğrudan AKP’nin kendi varlığını korumaya, daha da daraltırsak Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin, şürekâsının, kendi bekasını korumaya yönelik bir siyaset olduğunu düşünüyorum. Uzun zamandır savaş koşullarında yaşıyoruz. Son zamanlarda ise Kürt halkının yok sayılma pratiklerinin giderek sıklaştığını söyleyebiliriz. Biz imzaladığımız bildiride bunu doğrudan yaşadık. Sonuçta biz bu bildiride yaşanan savaşın sona ermesi gerektiğini, barış istediğimizi söyledik. Buna karşı “aydın müsveddeleri” söylemi bizim açımızdan Kürt halkını yok sayma pratiklerinin bir tezahürüdür. Ancak bu süreçte AKP yalnızca Kürt halkını yok saymakla kalmadı aslında bütün muhalefeti devletin tanımında Kürtleştirdi. Yani bütün sosyalistleri, sosyal demokratları, Alevileri, kadınları, engellileri, emeklileri bütün toplumsal kesimleri Kürtleştirdi.

Bu süreçte, en fazla barıştan, özgürlükten, bütün ezilen haklarından yana olabilecek, Kürt halkının, Alevilerin sesinin daha fazla çıkmasını sağlayabilecek olan HDP’nin sesi bugün tüm muhalefeti temsil ettiği bir yerden çıkmaktadır. Bu ses çıkmazsa biz sesimizi duymayacağız. Ben bir sosyalist, bir alevi, bir kadın, bir barış imzacısı olarak bütün kimliklerimle şunu söyleyebilirim; 24 Haziran’dan sonra önümüzü açacak bir şey varsa, bir olanağımız olacaksa; bu memlekette hakikaten işçilerin, emekçilerin, kadınların, kürtlerin, alevilerin ve tüm ezilen kesimlerin birazcık nefes almasını sağlayacak bir şey olacaksa 24 Haziran bunun için bir olanak yaratacak. 24 Haziran elbette bir devrim olmayacak. 25 Haziran’da uyandığımızda elbette neşeli olacağız ama tüm sorunların çözüldüğü bir memlekete uyanmayacağız. Ancak bizim için bir umudu güçlendirme anlamında çok güçlü bir ivme olacak. HDP’nin misyonunu bu olanağı güçlendirme noktasından doğru değerlendiriyorum. HDP şu anda bizim daha önce düşündüğümüz ya da ona biçilen rolle tek bir yeri değil çok daha kapsayıcı bir yeri temsil ediyor. Doğrudan bütün muhaliflerin, iktidarın karşısında bulunan herkesin 24 Haziran ve sonrası için HDP ile dayanışması gerektiğini düşünüyorum. Buradan doğacak dayanışmadan biz çok şey öğrendik ve de öğreniyoruz. 7 Haziran’da CHP’nin “emanet oy” verdiği söyleniyordu ya bu seçimde emanet oy değil daha fazlası var aslında. CHP’lilerle konuştuğumuzda bize; “artık rahat olalım, bir arada olalım” diyorlar. Açıkçası “yeniden bir kardeşliğe yüzünü dönme” durumu var. Bunu karşılaştığımız Saadet Partililer de söylüyor, yıllarca AKP’ye oy vermiş olan insanlar da söylüyor. Ortak bir dayanışma çağrısı var açığa çıkan. Biz 24 Haziran’da ve 24 Haziran sonrasında bu çağrıya ses vermek zorundayız.

“Asıl seçim çalışmamız memlekette bir HDP havası estirmek üzerine”

– AKP hükümetinin güçlü bir HDP korkusu ve HDP’yi baraj altında bırakmaya yönelik ciddi pratikleri söz konusu. Bunlardan bir tanesi T.Kürdistanı illerinde uygulanan sandık birleştirme pratiğiyken Batı’daysa bu korku daha çok sivil-faşist saldırılar olarak gündeme geliyor. Bu sivil-faşist saldırıların en yoğun yaşandığı yer ise Ankara, siz de seçim aracı içerisindeyken bir sivil-faşist saldırıya bizzat maruz kaldınız.  AKP’nin HDP’den bu kadar korkmasının, HDP’yi baraj altında bırakmak için böylesi örgütlü bir biçimde saldırmasının nedeni ne olarak görüyor, bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Makro anlamda ben zaten devletin Kürt dostu olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla da bütün bu pratikler dostane olmayan bu ilişki üzerinden gelişiyor. Bu iktidar bir buçuk yıl öncesinden seçim kararı aldı. Hiçbir iktidar bir buçuk yıl daha iktidarda kalabileceğini biliyorken öncesinden seçim kararı almaz. İktidar, bu kararı bir buçuk yıl öncesinden alıyorsa, bu yalnızca iktisadi krize bağlanabilecek bir mesele değildir. Bu aynı zamanda toplumsal bir krizdir. İktidarın kendi eliyle yarattığı ve sonrasında yönetemediği kaosun sonucudur. Bu bağlamda iktidar bu yönetememe çıkmazından seçimleri gündeme alarak çıkmanın planlarını yapıyor. Biz HDP’ye karşı örgütlenen bu saldırılarda toplumsal kesimlerde dostane olmayan ilişkilerin tarihsel yansımalarını görüyoruz. Özelde ise Ankara 2. bölgede bu saldırılara sıkça tanık oluyoruz. Örneğin Esertepe’ye gittiğimizde “burada milliyetçiler var gitmeyelim, burada AKP’liler var gitmeyelim” demedik, gittik. Biz ısrarla gidiyoruz, gideceğiz diyoruz. Seçim aracımızla da gideceğiz, daha kalabalık gideceğiz ve kendimizi göstereceğiz bu alanlarda.

Bizim seçim çalışmamız şöyle bir seçim çalışması değil; tek tek insanlarla görüşüp HDP’ye oy verme yönünde ikna etmeye yönelik bir çalışmamız var ama asıl seçim çalışmamız şöyle: Memlekette bir HDP havası estirmek, barış havası estirmek. Dolayısıyla biz HDP’nin her yerde olduğunu göstermek için; Esertepeye’de gideriz, Mecidiye’ye de gideriz, Ufuktepe’ye de gideriz, Hüseyingazi’ye de geliriz. Dolayısıyla Esertepe’de bizim seçim aracımızın kolluk güçleri tarafından yolda durdurulması fiili müdahaledir. Orada polis aracılığıyla saldırıya uygun ortam hazırlandı ve o uygun ortamla birlikte; taşlar atıldı, camlar kırıldı, küfür ve hakaretler edildi, “sizi burada barındırmayız, siz buraya nasıl geldiniz” diyerek bize sürekli öfkeyle “buraya giremezdiniz siz, nasıl geldiniz?” diye nefretle bağırmışlardı. Biz yüzlerine “Buraya da geliriz” dedik. Esertepedeki saldırının ardından sonra Piyangotepe’den aşağıya doğru yürümeye başladığımızda şöyle bir güzellikle karşılaştık; kadınlar, saldırı olduğunu öğrenmişler sosyal medyadan ve Esertepeye doğru bize sahip çıkmak için yürümeye başlamışlar. Böyle bir güzellikle karşılaştığınızda uğradığınız saldırı sizi geriye atmaz, siz çalışmanıza daha güçlü bir biçimde devam edersiniz.

“En güçlü muhalefeti yapanlar, kadınlardır”

– OHAL sonrası AKP’nin ilk emri “kadınları vurun” olmuştu. Bunun beraberinde Figen Yüksekdağ’ın vekilliği düşürülmüş, kadın kurumları kapatılmış, T. Kürdistanı’nda kadın belediye eş başkanları tutuklanmış, belediyelere kayyum atanarak kadın eş başkanlar fiili engellemelerle karşı karşıya kalmışlardı. Bugün AKP hükümetinin siyasette var olan kadına karşı özel bir tahammülsüzlüğünün olduğu gün gibi ortadadır.  Bahsini ettiğiniz saldırılarda en vurucu nokta Piyangotepe’den vekil adaylarına ve HDP’ye sahip çıkmak için yürüyüşe geçen kadınlardı. Bizce bu yürüyüşe geçme hali kadın dayanışmasının somut bir pratiği idi. Siz bir kadın vekil adayı olarak özelde Ankara’da, genelde ise ülke çapında süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Türkiye’de en güçlü muhalefet yapan kesimin kadınlar olduğunu düşünüyorum. Seçim çalışmalarına baktığımız zaman ise seçim çalışmalarında en önde olan, 24 Haziran’ın emektarı olanların en fazla kadınlar olduğunu görüyoruz. Bana kalırsa seçim çalışması, başlı başına bir kadın çalışması, dolayısıyla biz seçim çalışması yaparken bir araya geldiğimiz kadınlarla 24 Haziran sonrası planlamalar yapıyoruz. Atölye çalışmaları, sohbetler… Bunların organizasyonunu yapıyoruz. Sadece seçim, oy vs. çalışması değil bizimkisi. Özellikle kadınların biraraya gelebileceği programlar çıkarmaya çalışıyoruz. Ovacıklı kadınlarla bunu konuştuk, Hüseyingazi’de yaşayan kadınlarla bunu tartıştık.

Bugün akademi ihraçları arasında kadınların sayısı erkeklerden fazladır ve kadınlar için ihraç yalnızca ihraç değil aynı zamanda eve kapatılmaktır. İhraç akademisyenlerinin yerine koyulanların hepsi erkektir yahut erkek zihniyetinde düşünen kadınlardır. Dolayısıyla AKP bugün bir erkeklik halini üniversitede, akademide toplumsal yaşamın her kesiminde yeniden üretme pratikleri izliyor. Bu pratiklere karşın 24 Haziran seçimleri, kadınların önde olması yönüyle de oldukça anlamlıdır. Bütün sürece baktığımızda ülkede bir kadın havası esiyor ve bu kadın havasına karşı bir kin, öfke ve nefret var. Öyle ki;  AKP iktidarı hegemonyasını tesis etme yolunda ilk saldırıların hedefini kadınlar olarak belirlemişti. Kadınların eve kapatılması, söylemde kadınlara sürekli annelik ve ev içi rol biçilmesi örnekleri hedef olma durumunun pratikteki karşılıklarından yalnızca bir kaçıdır.

“Ne kadar güzel olan şey varsa bu birliktelikten doğuyor”

– Son olarak Ankara’daki seçim atmosferine dair neler söylemek istersiniz?

Ankara’da 2. bölgeden milletvekili adayı olduğum ve bu bölgede seçim çalışması yürüttüğüm için; özelde bu bölgeyle ilgili olarak söyleyebilirim ki Ankara’da HDP’den güçlü seçim çalışması yürüten bir parti daha yok. Çünkü Ankara’da seçim havası yok. HDP’ye baktığımız zaman her sokağa giriyor, her mahalleye giriyor, tüm provokasyonlara, tüm saldırılara karşı çalışmalarını ısrarla yürütüyor. Diğer partilerin özellikle de AKP ve MHP’nin yürüttüğü seçim çalışmaları daha çok ülkede bir provokasyon havası yaratarak, bir kriz ortamı doğurma ve bu kriz ortamında HDP’yi baraj altı bırakma stratejisi üzerine kurulmuş durumda.

Biz HDP olarak seçim çalışması yürüttüğümüzde şunu görüyoruz. Bizim seçim çalışması yürüttüğümüz profilde; barış imzacıları var, işsizler var, işçiler var, emekçiler var, engelliler var, kadınlar var, Aleviler var, Kürtler var, Türkler var, Çerkesler var, öğrenciler var. Dolayısıyla seçim çalışmalarına bu profilin çağrısıyla gittiğimizde halkların çağrısı birbirine denk düşüyor ve umut buradan doğuyor, nefes buradan doğuyor. Barış, özgürlük, eşitlik her ne kadar güzel şey varsa buradan, bu kesişmeden bu biraraya gelmeden doğuyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu