GüncelMakaleler

MAKALE |   Suriye: Başı dönmek, başa dönmek…

"Kürtlerin ABD ile ittifakta ne denli ısrar edeceği yahut Esad yönetiminin “özerklik bölünmedir, müsaade etmeyiz” tezini daha ne kadar sürdüreceği bilinmez, lakin savaşın sonuçları açısından şimdiden görülen şey, Kürtlerin kazanım sağlamadan noktayı koymayacağı, elindekini bırakmayacağıdır. Bu da kangren olmuş TC dış politikasının iflası anlamına gelmektedir"

Herkesin kendi hesabına ve başka kaygılarla bir şekilde dahil olduğu Suriye savaşı özellikle Amerikan politikaları açısından ise neredeyse hezimet denecek gelişmelere sahne olurken, tıpkı Irak ve Lübnan’da olduğu gibi emperyalist müdahale ve dayatmacılık, ters etki yaratarak elleri ile mayaladıkları savaşın aradan geçen 7 senesinin ardından hiçbir somut bakiye bırakmadan sürdüğünü belirtmek gerekmektedir. Bu iddia iki istisna barındırmaktadır: Kürtler ve Türkiye…

Ortadoğu’da siyasal yapılara müdahale adına mezhepsel rekreasyon girişimi ABD emperyalizmi açısından İran’ı markaja almak ve İsrail’in güvenliğini tesis etmek hatlarına dayanan dış politikanın omurgasını teşkil etmektedir.

Arap Baharı döneminde toplumsal kabarmayı fırsat bilen emperyalizm bunu bölgesel müdahalenin kaldıracına dönüştürmeye yeltenirken muhtemelen Suriye’de bu denli tıkanıklık yaşamayı öngörmüyordu. Şüphesiz ki bu tıkanıklığın bir yüzü Rusya’nın sahadaki dengeleri terse çeviren müdahalesine dayanıyor. Lakin çelişkinin merkezinin bu olmadığını, son süreçteki birkaç gelişme dahi bu tıkanıklığın temelde ABD kaynaklı politikalardan teşkil olduğunu özetlemektedir.

Bu örneklerin ilki şüphesizdir ki “IŞİD’ın yenilgisi ve zafer” açıklaması ile gün yüzüne vurmaktadır. Bilindiği üzere Trump’ın seçim kampanyasında da çokça dillendirdiği asker çekme söyleminin IŞİD, Heyet- Tahrir el Şam vb El Kaide tandanslı örgütler henüz sahadayken karara bağlanması ABD açısından hem Uluslararası Koalisyondaki ortaklarınca tepkiyle karşılanmış hem de Körfez’deki dostlarının dahi Suriye’yi Arap Birliği’ne yeniden davet ettikleri bir dönemde bölgede etkisiz bırakmıştır.

Bu adım ile sahaya dahiliyeti halihazırda zaten gayrimeşru olan ABD’nin yerini Avrupa’daki ortaklarına bırakma hayallerinin tutmayacağını görmesi için bir Varşova Konferansı ve Münih zirvesi yeterli oldu.

Gelinen aşamada ise Trump asker çekme kararından ürkekçe çark ederek “200 civarı askerin uluslararası güçlerin içerisinde kalmasına rızam var” mealindeki açıklaması ile her ne kadar bu karardan caymış da olsa yine de bölgede tutunmasının günden güne zorlaştığını ve aradan geçen 7 yıla rağmen Suriye’de istediğini almasının imkanlarının günden güne daraldığını söyleyebiliriz.

Diğer yandan asker çekme kararını “Uluslararası güçler içinde sınırlı güç barındırmaya” döndüren etken ise sahada ittifak kurduğu SDG’nin ve denetiminde tuttuğu Rojava Kürdistanı’nın geleceğidir. Zira IŞİD karşıtı operasyonların askeri gücü olarak SDG’nin ve denetim altında tuttuğu Suriye topraklarının %30’dan fazlasının geleceği, ABD’nin masada kalmak adına elinde tuttuğu tek anahtar halindedir. Ve bu anahtar ABD çekilmeyi dillendirdiği günden itibaren bir yandan Türkiye’nin operasyon tehdidi, diğer yandan ise Esad yönetimi ile anlaşma ihtimali ile ABD’yi kuşatmaktadır. Zira Türkiye’nin sahaya dahil olma niyeti ile ABD’nin Türkiye’yi katma çabası arasındaki kaygı farkı Rojava özgülünde Suriye yönetimine alan açmakta ve en son Menbiç örneğinde olduğu gibi Amerikan bayrağının indiği yerde Suriye bayrağının dalgalanması Trump’ı ve Amerikan politikalarını baştan dizayna zorlamaktadır.

Bu minvaldeki sıkıntının bir diğer örneği ise Irak üzerinden dönmektedir. ABD’nin İran’ı abluka altına alma girişimi için, Trump Suriye’de aradığını bulamamasının akabinde gözleri yeniden Irak üzerine dikti.

Burası hep bir elinin olduğu lakin ayaklarının mayın tarlasında yürüdüğü bir yerdi. Suriye’dekine benzer şekilde burada yürüttüğü savaş da isteneni vermemiş, aradan geçen onca yılın ardından İran’ın Irak üzerindeki nüfuzu günden güne artarken, kendi dayanağı olan güçlerde bile bir anti-Amerikancılık rüzgârı eser olmuştu. Gelinen aşamada asker çekme yönelimini Anbar vilayetindeki “inanılmaz ve pahalı” askeri üssüne Suriye’den asker göndermek şekline çeviren Trump, “Ortadoğu’daki her yeri gözlemlemek için muazzam bir yer” dediği üssün de bekleneni vermemesi muhtemel. Zira şimdiden buradaki ABD varlığına yönelik tepkiler ve üsse yönelik yasa hazırlama girişimi meclisin gündeminde.

Bu gelişmelerin gösterdiği ilk sonuç, ABD merkezli bölge politikalarının istenileni vermediğidir. Sahaya müdahale eden Rusya’nın diplomatik adımlarla süreci kontrol eden ana güç haline gelmesinin akabinde bölgedeki Şii varlığına ve Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut ortaklığının güçlenmesine karşı elinde pratik hiçbir araç barındırmayan ABD’nin bölgedeki ısrarı günden güne daha kör bir sokağa girmekte, evine eli boş dönmek dışında bir seçenek bırakmamaktadır.

Diğer yandan ABD kendi ittifaklarını da sarsmakta, bölgede İran’ı ablukaya almak adına girdiği yolda kendi saflarını bozmaktadır. Bunun bir ispatını Avrupa’dan yeterli desteği görmediğini söyleyerek tutuklu Avrupalı IŞİD’lileri salma tehdidini yaparken gösterirken diğer ispatını ise Arap devletleri ile Suriye ve Rusya arasındaki yakınlaşmada görmek mümkünüdür. “Stratejik ortağı” Türkiye ise gelinen aşamada çok zamandır Rusya masasındadır.

 

Kazananlar-Kaybedenler: Türkiye ve Kürtler

Suriye’deki savaş, cihatçı çetelerin saldırıları, mezhepsel temelde Ortadoğu’nun yeniden dizaynı vb tüm girişimlerle birlikte son kertede ulaştığı sonuç başlanılan noktaya dönmenin bir adım ötesinde değil. Lakin burası iki istisna barındırıyor. Burada TC’nin politik kayıplarını ve Kürtlerin kazanımlarını es geçmek olmaz.

TC’nin bölge politikasını çıkış noktasından bugüne neredeyse tam bir hezimet olarak resmetmek mümkündür. Cihatçı çetelere açtığı sınırları, gönderdiği silahları, Esad’sız Suriye hayalleri ile çıkılan yolda sahada kalmak adına neredeyse hamiliğine soyunduğu İdlip’teki cihatçı çetelere silah doğrultmak zorunda kalacak bir siyasal perspektifin öngörüsüzlüğünün bedeli son olarak Soçi’deki konferansta bir kere daha teyit edildi. Bilindiği üzere bir yandan Astana platformu ile Rusya ile yakınlaşan, diğer yandan ABD çekildiği anda IŞİD’e kaşı operasyon adı altında asker sokarak Rojava’ya saldırmak için icazet bekleyen Türkiye’nin 7 yılın ardından ulaştığı sonuç tüm politikalarının çöktüğü bir aşamaya doğru hızla ilerliyor.

Burada bir yandan sahaya yönelik niyet uyuşmazlığının diğer yandan hamiliğini üstlendiği güçler üzerindeki denetimsizliğinin altını çizmek gerekli. Bölgeye dair son süreçte İdlib’de çatışmasızlık bölgesi kurulması ve cihatçı çetelerin M4 ve M5 karayollarından uzaklaştırılması görevini üstüne alan TC’nin Soçi’ye sıfır sonuçla gitmesi İdlib’e operasyon ihtimalini yeniden masaya yatırdı.

Bu sonuç, Türkiye’nin çetelere yönelik yatırımının boşa düşmesi demek olurken, diğer yandan Kürtlerin karşısına dikmeye niyetlendiği sözde “muhalif”lerin Heyet Tahrir el Şam karşısındaki güçsüzlüğünü de gözler önüne serdi. Soçi’de TC’nin beklentisinin aksine İdlib’deki cihatçı varlığının kabul görülemez olduğu belirtilirken, İran ve Suriye güçleri Latemina, El Buwayda, Latmin, Han Şeyhun ve Maarat el Numan şehirlerinde şimdiden çatışmaları şiddetlendirdi.

Diğer yandan Türkiye’nin Rojava’ya operasyon niyetine rağmen İran ve Rusya’nın YPG ile müzakerelerden sonuç almayı beklemesi Soçi’de yeniden teyit edildi. Buna ek olarak Soçi’deki konuşmasında Ruhani’nin “Suriye’deki Kürtler ülkenin bir parçası, hakları verilmeli” demesi TC ile niyet farkını ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bunda, Suriye’de Kürtlerle bir cephe açılması ve ABD’nin kalıcılaşmasının istenmemesi bir etken olmakla birlikte eldeki sonuç TC’nin hareket alanının günden güne daraldığını göstermektedir ki, bu gidişatta Afrin gibi bölgeleri bile kendi planından öncesinde elden çıkarması olasıdır.

Suriye’de belki de tek kazançlı çıkacak yapının Rojava olduğu söylenebilir. Başta Kürt halkı olmak üzere Arap, Süryani, Ermeni vb ulusların bir araya gelerek demokratik bir yapı tesis ettiği Rojava gelinen aşamada pazarlıkların, saflaşmaların merkezi konumdadır.

Savaşma ve direnme gücü, operasyonal kabiliyeti göz önünde tutulduğunda IŞİD’e karşı kazandığı zaferlerle Suriye’nin geleceği açısından her planda bir yere yazılmak zorunda olan PYD, bugün Suriye’deki keşmekeşin çözümü açısından ise kilit rolünü perçinlemiştir. Bir yandan ABD ile diğer yandan Rusya ile ittifak kuran PYD, savaşın sonuna doğru ise, çok fazla yerden kıskaç altındadır.

Güncel olarak ABD’nin çekilme kararı ile birlikte TC’nin operasyon tehdidi altında olmakla birlikte diğer yandan Suriye’nin de “Fırat’ın doğusuna operasyon” tehdidine maruz kalmaktadır.

Bu tablo diğer cephede ise hem ABD’nin sahada kalmak adına vazgeçemeyeceği, hem Suriye’nin bu denli yıpratıcı bir savaşta cephe açmaktan çekineceği bir tezatlığı da içermektedir. Bu hali ile Kürtlerin ABD ile ittifakta ne denli ısrar edeceği yahut Esad yönetiminin “özerklik bölünmedir, müsaade etmeyiz” tezini daha ne kadar sürdüreceği bilinmez, lakin savaşın sonuçları açısından şimdiden görülen şey, Kürtlerin kazanım sağlamadan noktayı koymayacağı, elindekini bırakmayacağıdır. Bu da kangren olmuş TC dış politikasının iflası anlamına gelmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu