DünyaMakaleler

MAKALE | Çöl Aslanı; Ömer Muhtar

“Biz Allah’a aitiz ve ona döneceğiz. Teslim olmayız, ya kazanırız ya da bu uğurda ölürüz. Sizler bizimle savaştınız. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince... Ben cellâtlarımdan daha uzun yaşayacağım.” (Ömer el-Muhtar)

Emperyalizmin Ortadoğu coğrafyasını parçaladığı 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda en dikkat çeken coğrafyalardan birisi de Libya’dır. Ortadoğu coğrafyasına dönük emperyalist işgal, Osmanlı’nın yıkılışı ile öne çıkarken aynı zamanda Osmanlı’ya bağlı topraklarda ulusal direnişlerin ortaya çıktığı bir süreci de görmekteyiz.

Ulus devlet kurma hedefi ile Osmanlı’ya karşı emperyalistlerin desteğini alan direnişler söz konusuysa da emperyalizme karşı direnen ulusal hareketleri de görmekteyiz. Libya, emperyalist işgale karşı çıkan ve 20 yılı aşan bir direniş ile tarihte yerini almıştır.

Libya’nın bu tarihsel direnişinin önderliğini çeken ise Libya ulusal burjuvazisi olarak tarif edeceğimiz ancak dini bir içerikle örgütlenmiş Senusi tarikatıdır. Osmanlı devleti içinde eyalet statüsü halindeki Libya, 4 Ekim 1911’de İtalya tarafından işgal edilmiş ve bu işgal Musoli’nin iktidarı döneminde şiddetlenerek devam etmiştir. Bu dönemde işgal, İtalya emperyalizmi için farklı bir algıyla yönetilmiştir. İtalya halkı içinde Libya’nın işgali meşrulaştırılmakta ve Libya’nın İtalya toprağı olduğu iddia edilmekteydi. İtalya kendisini Roma İmparatorluğu’nun tarihsel devamı olarak ilan ederken Libya’nın işgalini “Vatan topraklarına dönüş” olarak ilan etmekte bunu tarihsel bir hak olduğunu belirtmekteydi.

 

Islahat ve Direniş Hareketi olarak Senusîlik

İtalyan işgaline karşı Libya halkının direnişinde en büyük rolü Senusilik tarikatı üstlenmiştir. Bu örgütlenme, Selefi bir inanca dayanmakla birlikte sosyal örgütlenmesi çöl kanunlarına dayalı olduğundan kabileler içindeki toplumsal dayanışmayı daima diri tutmuştur. Mekke’de kurulmuş bir hareket olması nedeniyle düşüncesi içinde Muhammed bin Abdülvehhab’ı etkilerini görmek mümkündür.

Bu durum Senusilik hakkında ciddi tartışmaları yaratmıştır. Zira Abdulvehhab’ın düşünceleri yabana atılır türden değildir.

Abdulvehhab’ın selefi düşüncesi kılıçlar üzerine kurulu olmakla beraber kendi düşüncesi haricideki tüm inanışların katliamını vacip görür. Ancak Senusilik’in Abdulvehhab’tan aldığı düşünceler sadece yaşam tarzına ilişkindir. Senusî tarikatı, klasik bir mistik karakter taşımamakla beraber pasifist, durağan ve içe dönük, kuru bir düşünce ve zahidlik anlayışının aksine eğitim, tâlim, zanaat, çalışma, askerlik gibi sosyal ve siyasal karaktere sahiptir.

Adını Muhammed bin Ali es-Senusî’den alan hareket, 1873 yılında Mekke’de Ebu Kubeys dağında ilk zaviyenin inşası ile kurulmuştur. Muhammed es-Senusî, öğretisini yaymak için birçok eser yazmış ve bu eserlerin hemen hepsi diğer tarikatlarla polemiğe dayanmıştır. Bu eserlerinden “Es-Selsebilu’l-muayyen fi’t-turuki’l-erbain”de yaklaşık kırk tarikatın düşünce ve usüllerini inceleyerek bunların yozlaştığı belirtilmektedir. Bir diğer eseri olan “İkazu’l-vesanen fi’l ameli bi’l-hadis ve’l-Kur’an”da ise Allah’a, Peygamber’e bağlılık ve gerekleri, sünnete sadakat ile hadislerin yanlış yorumlanması konuları işlenmiştir.

Bu eserler Libya’nın dışında Sahra ve Sahra altı ülkelerinde de büyük etki uyandırırken sade bir dini yaşantıyı, hurâfelerden uzak bir anlayışı benimsemiştir.

Onun selefiliğini kendisine katılan başka milletlerin gelenek ve adetlerini reddederek Allah’ı yeterince kavrama ve ona bağlanmaya yönelen  sahih sünnete sadık kalmayı önemseyerek akıl ve hikmeti ön planda tutan, tarikatlardaki ilahili, sözlü, müzikli, rakslı törenleri reddeden anlayışında görebiliriz.

Senusiliğin en dikkat çeken özelliği Müslüman olanın fıkhi tutumu ne olursa olsun onu düşman olarak görmeyip onla fıkhı tartışmalara girmek üzerine kuruludur. Askeri anlamdaki şiddeti ise genel anlamda batılı ülkelere karşı şekillenmiştir.

Bu açıdan Senusilik tarihi aynı zamanda haçlı seferlerine karşı tutumla şekillenir. Özellikle  Afrika’daki Hristiyan Haçlı saldırılarına karşı sürekli bağımsızlık için direnmişler, Libya ve Fizan çöllerinde, Trablus’ta, Cezayir’de, Senegal’de, Gambiya’da, Sudan’da, Somali’de mescit, okul, hastane, askeri birlik gibi çok amaçlı olarak kullanacakları zaviyeler kurarak geniş bir coğrafyayı kontrol etmişlerdir.

Bu örgütlenmenin temel taşları ise zaviyelerdir.

Zaviyeler hem medrese, hem askeri kışla, hem hastane anlamına gelmektedir. Bu zaviyelerde  uhuvvet ve muâvenet konusu işlenir ve bunun pratik ayakları örülür. Uhuvvet ve muâvenet kardeşlik ve yardımlaşma anlamına gelmekte pazartesi ve Cuma geceleri zaviyelerde toplanan Senusîler zaviye şeyhinin gözetiminde ve öncülüğünde Kur’an okumakta, bu arada yoksulların karnı doyurulmakta ve sorunlar konuşulmaktadır. Hareketin üyelerinin meslek ve iş durumları önemsenir, eğer sakat ve malül değilse kişiler mutlaka çalışmaya, üretmeye ve bununla diğer insanlara yardım etmeye yönlendirilir.

İşi olmayanlara ise bu zamanlarda iş ayarlanır. Hareketin her üyesi her an cihada hazırlıklı olmak, her hususta emirlerine itaat etmek ve sadakat göstermek konularında yemin ederdi. Çünkü her üye, silah bulundurmalı ve bir bineğe sahip olmaya çalışmalıdır. Bunlara gücü yetmeyenlerin ihtiyaçları mümkün mertebe zaviye tarafından karşılanmaktadır.

Zaviye şeyhinin önderliğinde bir yönetim modeli uygulanan harekette, şeyhin yanısıra ayrıca dört tane şeyhten oluşan bir istişare heyeti bulunurdu ve işler bu mekanizmalarla karara bağlanırdı.

Bu özellikleriyle Senusiliğin  örgütlü, düzenli, sosyal ve siyasal bir hareket olarak  kuzeyden başlamak üzere güneye doğru bütün Afrika’yı etkilemiş bir harekettir. Mısır, Trablus, Sudan, Tunus, Cezayir, Senegal ve Gambiya’da zaviyeler kuran dönem içindeki üye sayısının 5 milyona ulaştığı belirtilmektedir.

Bu rakamın bu kadar yüksek olmasının nedeni Afrika’nın pagan kabilelerini örgütlemiş Çad gölünden Akdeniz’e kadar olan bölgedeki bütün paganları bünyesine katmış olamsıdır. Muhammed Ali es-Senusî 7 Eylül 1859’da öldüğünde hareket Tunus, Cezayir, Mısır, Hicaz ve Yemen’e kadar yayılmıştı. Bunun yanısıra o Cağbub Zaviyesi’nde 8000 cilt kitabın bulunduğu bir kütüphane kurmayı da başarmıştı. Cağbub Zaviyesi bu büyük kütüphanesiyle adeta bir İslam Üniversitesi’ni andırıyordu.

 Mondros ateşkesi, ihanet ve Ömer Muhtar

Senusi hareketi açısından Seyid İdris dönemi yeni bir sürecin başlangıcı anlamına geliyordu. Muhammed ali es Senusi’nin ardından sırasıyla gelen El Mehdi ve el Şerif gibi hareket liderlerinden farklı olarak Seyid Osmanlı padişahı Sultan Reşad’a bağlılık mektubu göndermiştir. İdris döneminde İtalya’ya karşı direniş devam ederken 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkesi’yle Osmanlı Afrika’dan çekilmiş ve İdris de İtalyanlarla 25 Ekim 1920’de Cağbub ve Kufra’nın bağımsız hükümdarı olarak kalmak şartı ile anlaşma imzalamıştır.

Bu anlaşma karşılığında İdris silahlı direnişe devam eden bütün Senusî direnişini sona erdirmeyi taahhüt etti. İdris’in emperyalizm ile olan bu anlaşması karşısında askeri hareketinin komutanı olan Ömer el-Muhtar anlaşmayı reddetti.

Ona göre işgalciler bütün topraklardan kovulmalıydı ve bu uğurda şahadet ya da zaferden başka seçenek yoktu. Ömer el-Muhtar’ın birçok cephede etkin olması sebebiyle İdris verdiği sözü yerine getirememiş oldu.

Böylece hem işgal hem de direniş devam etti. Bu durum aynı zamanda Ömer Muhtar’ın hareket içinde askeri bir önderin dışında siyasal bir önder olarak öne çıkarmıştır. Libya’daki en büyük Arap kabileleri arasında sayılan Menife’ye mensup Gays ailesine mensup olan Ömer Muhtar emperyalizme karşı çölün kanunlarını bir silaha dönüştürerek emperyalizmi birçok kez sıkıştırmıştır.

Hareketin birçok şeyhinin tedavi bahanesi ile direnişi terk ederek Mısır’a kaçması karşısında Ömer Muhtar Mısır’a geçiş yaparak bu şeyhlerin politikalarını ve amellerini angaje etmiş ve direniş çağrısı yapmıştır. İngiliz emperyalizmine sığınan İdris es-Senusî ile de bir görüşme gerçekleştiren Muhtar buradan bir sonuç elde edememiştir.

Muhtar’ın Mısır’da olduğunu öğrenen İtalya  buraya bir heyet gönderip cihaddan vazgeçmesini ve Mısır’da yaşamasını, kendisine bir köşk tahsis edilerek maaş bağlanacağını bildirdiler. Bu teklifleri reddeden Ömer el-Muhtar, dönüşü esnasında Ebyarülguba’da 23 Nisan 1923’de İtalyanların saldırısına uğradıysa da kurtulmayı başardı. İdris es-Senusî’nin kendisine hiçbir ümit vermemesi üzerine Ömer el-Muhtar, tüm Senüsi şeyhlerine bu ihaneti anlatan bir mektup göndererek direnişi tek bir irade altında toplamaya çalışmıştır. İtalyanlar  Ömer el-Muhtar’a destek sağlayan Cağbub, Ücla, Calü, Fizan ve Kufra gibi bölgelerin irtibatının kesilmesi için çabalayan Ahmed Şerif es-Senusî’nin kardeşi Seyyid Safiyyüddin ile görüşmeler gerçekleştirdi.

Bu görüşmeler neticesinde Seyyid Safiyyüddin İdris es-Senusî’den aldığı emir üzerine direnmeksizin 9 Şubat 1929’da Cağbub’u İtalyanlara teslim etti. Bu Ömer Muhtar’ın ikmal ve istihkam anlamındaki desteğinin sona ermesi anlamına gelirken emrindeki ordulara dağlık alanda gerilla savaşına geçmesi talimatını verdi. Bu durum direnişi daha farklı bir evreye dönüştürmüştür.

İtalyan işgal güçlerine karşı çatışmalar şiddetlendi. Bu çatışmalardan ilki Rahlbe’de meydana geldi ve burada çok sayıda İtalyan askeri esir alındı. İkincisi Akiretü’l-Matmüra’da oldu ve İtalyan birlikleri zırhlı araçları ile imha edildi.

22 Nisan 1927’de Deme’de Ömer el-Muhtar’ın İtalyan ordusunun yedinci taburuna büyük zaiyat verdirmesinin ardından İtalyan işgalindeki bölgelerde mevcut Senusî zaviyeleri kapatılıp şeyhler tutuklandı. Bingâzi işgal edildiği halde buranın çevresindeki Berka bölgesi direnişin merkezine dönüştüğü için İtalya 1928’de burayı topyekûn işgale karar verdi. Berka bölgesine 1923-1929 yılları arasında atanan 5 işgal valisi başarısız olmuş ve görevinden alınmıştır.

Muhtar’ın direnişi ve askeri kabiliyeti karşısında çaresi kalan İtalyanlar bir heyet oluşturarak 6 Nisan 1929’da Ömer Muhtar ile görüştüler. Heyetin Muhammed Rıza es-Senusî ve Şarif el-Garyani  gibi Senusi tarikatının önde gelenlerinden oluşması Ömer Muhtar için ihanetin belgesiydi.

10 Ocak 1930’da sömürge genel vali yardımcılığı ve Sirenayka valiliğine Rodolfo Graziani getirildi. Ömer el-Muhtar kumandasındaki direnişin desteğinin kesilmesi için bölge halkı kamplara kapatıldı ve Mısır’dan gelen desteğin engellenmesi için Akdeniz sahilindeki Sellum deniz kıyısından güneydeki Cağbub’a kadar uzanan yaklaşık 270 kilometrelik bir mesafeyi 2 m yüksekliğinde ve 3 m genişliğinde dikenli tellerle kapattırdı. Kurulan Aynügazele Akile, Makrun, Suluk ve Berika kamplarına doldurulan halk içinden her ay onlarca kişi idam edilerek direnişin kaynağı yıldırılmak istendi.

70 yaşını geçmesine rağmen askeri harekatı yönetmekle kalmayan ve çöl koşullarında savaşan Muhtar, birçok rahatsızlık yaşamasına rağmen hareket tarafından Mısır’a gönderilmek istense de bunu reddetti. Onun bu kararlılığı karşısında savaşçılar ona “Çöl Aslanı” diyorlardı.

11 Eylül 1931 tarihinde İtalyan kuşatması altına kalan Ömer Muhtar saatler süren çatışmanın ardından yaralı olarak esir düştü.

Tutsak düşünden 6 gün sonra 20.000 Libyalı idam edildi. Muhtar’ın idam esnasında kullandığı “Ya şehadet ya zafer” sloganı idamının ardından dilden dile dolaşarak direnişin asli sloganına dönüştü. (Bir ÖG okuru)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu