GüncelManşet

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA -3-

“… Devrimci taktikle çoğunluk olunur!”

Yukarıda Lenin’den alıntıladığımız politikacılık sanatı tanımında en temel noktanın, iktidarın ele geçirilmesi ve devrim sonrasında da iktidarın devam ettirilmesi ve korunması için kitlelerin eğitilmesi ve komünist partinin yanına çekilmesi olduğunu görüyoruz. Proleterlerin ve geniş emekçi kesimlerin, komünist partisine inanması ve onun hegemonyasında hareket etmesi iktidar savaşımını başarıyla vermenin teminatıdır. Komünist Parti, ürettiği politikayla kitlelerle bağlarını sağlamlaştırır, kitlelerin yüzünü kendisine dönmesini sağlar. Bu gerçekleşmiyorsa, aradan on yıllar geçtiği halde “kitlesiz bir devrimcilik” söz konusuyla sorgulanması gereken konulardan biri de politikanın ne için, kim için ve nasıl üretildiğidir.

Politika, “emekçi kitlesini harekete geçiren düşünceleri cisimlendirir.” (Lenin, S.E., c. 6, s. 299) “Düşünceler kitleleri sardığı anda güç haline gelir.” Aksi her durum, fikirlerin soyut dünyasında hapsolmaktır. Politikanın emekçi kitleyi harekete geçirmesi, kitlelerin kendi “bağımsız politik ve özellikle de devrimci mücadelesinin” içerisinde öğrenmesi, eğitilmesi demektir. Kitlelerin eğitimi, burjuva eğitiminden etkilenerek öne çıkan aydınlanmacı tarzla akıl hocalığı yapılması, bilgiçlik taşlanması teorik olarak MLM’ye hakim olmalarının sağlanması, “farkındalık” yaratılması vs. değildir. “Güç toplamak için önce kitleleri eğitelim” demek, kitlelerin “aydınlandığı” oranda mücadeleye geleceğini varsaymak reformizmdir. Devrimi imkansız bir tarihe atmaktır. Bu yukarıda yazdığımız Marks/Engels’in Genç Hegelcilere yönelik eleştirilerinde görüldüğü gibi; gerçekliğin kafalara yeni düşünceler koymakla değişeceğini savunmaktır. Hem kitleleri hem kendini kandırmaktır. Kendini “kurt sanan kuzular” olmaktır!

Politika, pratik faaliyetle yaşam bulur. Kitlelerin eğitimi de, komünist partinin “doğru bir görev, doğru bir siyaset ve doğru bir çalışma tarzı” (Mao) ile kitlelerin taleplerine uygun düşen ve kitlelerle bağını sağlamlaştıran bir hat tutturmasıyla mümkün olacaktır. Bu komünist partinin tüm militanları ve kadrolarıyla kitleler içerisinde olmasını zorunlu kılar. Halkın tüm çelişkileriyle birlikte, o ülkenin ekonomisini, kültürünü, politik şekillenmesini, dinsel saflaşmasını, ulusal, cinsel sorunların tezahürünü, özcesi somut tüm özelliklerini çok berrak şekilde bilmeyi, bunları sentezlemeyi gerektirir. Dolayısıyla kitleleri saracak, onları devrimci mücadelede ve kendi bağımsız politik mücadelesinde eğitecek şiarları, eylemleri, hareket tarzını en iyi şekilde belirleyebilmek, politik önderliği iyi yapabilmekle ilgilidir. Kitleler; legal-illegal, silahlı veya barışçıl girişilen her türlü eylemde, atılan sloganlarda ezen-ezilen ayrımını devlet karşıtlığı temelinde durumlarını daha net bir şekilde görmelerini sağlayan bir politik çizgiyle eğitilirler.

 

Hiçbir çelişkiye gözleri kapamamak

Gerçekleştirildiği zaman çokça tartışılan “Adalet Yürüyüşü” konusuna da kısaca değinelim. Aslında CHP’nin “sol” çevreler, demokratik aydınlar ve reformistlere “umut” olduğu örnekler ilk değildir. Şu sözlere bakalım:

“1940’ların faşist Hitlerci CHP’si, 1950’lerin ortasından itibaren ‘demokrasi’ havariliğine kalkmış, ‘hak’, ‘adalet’, ‘hürriyet’ diye bağırmaya başlamıştır.

… CHP ile orta burjuvazinin geniş kesimleri arasında kısmi burjuva demokratik haklar” talebi etrafında bir ittifak doğdu! 

“CHP, muhalefetin önderliğini ele aldı ve orta burjuvazinin ve gençliğin heyecanlı atılımını, kendi iktidarı yönünde ustalıkla kanalize etti.” (İ. Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Umut Yayımcılık, s. 374-375)

Kitlelerin bir CHP, bir DP geleneği etrafında, bu partiler tarafından kendi iktidar savaşlarında bir kaldıraç gibi kullanılmalarının önüne geçilmesini yolu, bu kliklerden “muhalefette” olanının ya da daha “ileri” olanının arkasında dizilmek, onunla birlikte hareket etmek, kitleler üzerinde egemenliğini artırması için çalışmak değildir.

“Komünist hareket, ikisini de [her iki gerici kliği de –bn] düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olan tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini kışı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz.

Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir.” (age, s. 369)

Birinci olarak, AKP ve CHP’nin egemen blokta yer alan iki gerici klik olarak tespitini ve mevcut durumda devletin hemen hemen tüm kurumlarında kendi örgütlemesini sağlayan AKP’nin “en gerici” olduğunu, ilk ve en şiddetli saldırılarının AKP’ye ve onun ideolojisi/politikasına, örgütlerine yönelik olması gerektiğini bileceğiz. CHP ile ise, onunla düşmanlık çizgisi sıkı sıkıya muhafaza edilerek yeni “mahiyetini” [sınıfsal durumunu, halk karşıtlığını, muhalefetinin nedenini vs] teşhir ederek mücadele verilecektir. CHP, artık devletin askeriyeden, yargıya tasfiye edilmiş son olarak yapılan referandumda da yasamadaki etkisi en aza indirgenmiş bir burjuva partisidir bu “boğuşmaya” gözlerin yumulması, apolitikliği beraberinde getirir. Soru, bu boğuşmadan azami derecede faydanın nasıl sağlanacağıdır! Hem CHP’nin hem de AKP’nin peşinden sürüklenen geniş emekçi kesimleri, sistemi teşhir düzleminde ne kadar etkileyebileceğiz?

Burada politika üretiminde, politik öznenin büyüklüğü, kitleselliği ve bunlara bağlı olarak etki gücünün ne olabileceği de özel bir değerlendirme konusudur. Daha iyi anlaşılması için örneklendirirsek, Kürt hareketinin alacağı bir kararın etkisi ile TDH’nden herhangi bir yapının (çünkü TDH bileşenleri arasında değerlendirmeye konu olacak ölçüde niceliksel olarak bir fark yok) alacağı kararın etkisi tamamen farklıdır. Bu farklılık, hareket tarzını da etkiler/etkilemek zorundadır. Geniş bir kitleselliğe ve ülke dengelerini etkileyecek bir güce sahip olmayan bir yapı olarak, kurumsal anlamda yürüyüşe katılıp katılınmaması esasta sadece ideolojik olarak değerlendirilmesi gereken (burjuva liberalizminin peşinden sürüklenme) bir mesele olur. Fakat CHP’nin kitlesine ulaşma, aradaki aktif kesime ulaşma söz konusuysa bunun açık kurumsal katılım olmasının bir faydası yoktur. Nitekim, CHP de buna yönelik çok katı tedbirler almış, egemen bir sınıfın partisi olmasının tüm deneyimlerini kullanmıştır. O zaman geriye özellikle OHAL sonrası artan “adalet” talebini kendi ideolojik süzgecinden geçirerek buna dair bağımsız eylemliliklerde bulunabilmek, yürüyen binlerin miting alanındaki yüz binlerin içerisinde yarı-legal tarzda esasta AKP’ye vuran ve CHP’nin teşhirini yapan bildirileri dağıtmak ve daha gelişiş bir askeri güç varsa “adalet” arayan ve “devlet benim, ben” diyen köyünü, deresini savunanlar için ilgili şirkete yönelmek, işten çıkarılanlar için mevcut sendikaları harekete geçirmeye çalışmak, ayrı sokak eylemleri organize etmek gibi pek çok yol ve yöntemin geliştirilmesi gerekir. Oysa TDH sadece Adalet Yürüyüşü’ne katılıp katılmama şeklinde kısır ve sonuçsuz bir tartışmaya girmiştir. Yayınlarında, katılma ve katılmama meselesini, özellikle ideolojik temelde ele almıştır. Bu tartışmalar bitirilmeden, yürüyüşün kendisi bitmiştir.

Bu örnekten hareketle, AKP’ye tepki duyan kitlelerin, sistemin diğer partisi CHP’nin de maskesinin düşürülerek pratik içerisinde pratik içerisinde saflarını netleştirmelerinin, eğitilmelerinin ana çizgileri, işaretleri ortaya çıkmaktadır. “Yürüyüşün sonucu ne oldu?” sorusunu şu anda da önemli bir kitle kendine sormaktadır. Bu soruyu cevaplandırma görevi, en başta kolektifimize aittir. Bu iddiaya sahip olunmalı ve uygun politikalarda sebat ederek var olan tüm güçlerimizle, planlı programlı bir şekilde kitlelerin içine gitmeliyiz. Bunun dışındaki hiçbir yol/yöntem, kolektifin öncü parti olmasını ve kitlelerin onu böyle görmesini sağlayamaz. Kitlelerin çelişkilerini, her türlü çelişkiden, baskıdan faydalanarak, politik hedefimizden gözümüzü ayırmadan ezen-ezilen ekseninde derinleştirmeliyiz.

Rosa Lüksemburg’un sözleriyle ifade edersek: “Çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez, devrimci taktikle çoğunluk olunur.” (Devam edecek)

 

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA -1-

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA -2-

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu