Makaleler

KOBANE KATLİAMI: TC’NİN KABARAN SUÇ SİCİLİ!

7 Haziran seçimlerinde HDP’nin %13 oy alması ama özellikle Türkiye Kürdistanı’nda AKP nezdinde devleti tümüyle süpürmesi ve gücünü katlaması, tam da aynı günlerde YPG’nin Tel Abyad’ı IŞİD’in elinde alması Kürt meselesinde Türk egemen sınıflarının dengesini bozdu. Türk egemen sınıfları Kürt meselesinde istedikleri koşulları sağlayamamanın yarattığı hırçınlığa bu gelişmeler yeni bir halka ekledi.

Ancak Türk egemen sınıflarının hırçınlığı ve saldırganlaşan tutumunun bir bütün tüm klikler tarafından sahiplenilip bir devlet politikası haline gelmediğini belirtmek gerekir. Bu konuda her bir kliğin kendi içinde de klikler arasında da önemli farklar ve ayrışımlar söz konusudur. Ancak özellikle Ortadoğu’da rol model olma iddiasının sahibi ve bunun taşıyıcı unsuru AKP kliğinde bu noktada ciddi bir şahin kanadın olduğunu belirtmek gerekir. Bir yandan Kürtlerin haklarını içeren barış ve çözüm sürecini sahiplenirken diğer yandan özellikle Suriye’de Kürtlerin kazanımından ciddi düzeyde bir rahatsızlık söz konusudur. Zira Kürtlerin İslamiyet temelinde paydaşlıkla kandırılması, Türk egemen sınıflarının politikasına eklemlenmesi Suriye’de ve Irak’ta yaşanan gelişmeler ve çatışmalarla berhava olmuştur. Kürtlerin siyasal şekillenişinde ulusal kimliği bu süreçte Sünni-İslam kimliğini aşındırarak gelişmiştir. Bu durum Türk egemen sınıflarının Kürtlere hamilik yaparak geliştirmeye çalıştığı politikada aşınmış, kirlenmiş, uygulanabilir özelliklerini kaybetmiştir. TC’nin bir yandan Arap-Sünni ılımlı siyasal kimliğe yaslanarak Ortadoğu’da büyük bölgesel devlet olma hayali ile Arap-Sünni kimliğinin cihadist-radikal karakter kazanması arasındaki çelişkiyi yönetememesi durumu ortaya çıkmıştır. Bu radikal-cihadist örgütlerin ehlileştirileceğine olan inanç TC’nin bu gruplarla dolaylı ve doğrudan ilişki geliştirerek özellikle Suriye politikasını şekillendirmesini getirmiştir. TC’nin özellikle Kürtleri zayıflatmak için bu örgütleri teşvik edip cesaretlendirmesi ile yaşanan çatışmalar artık kontrol edilemez bir noktaya ve düşmanlığa evrilmiştir. TC bir yandan bu cihadist örgütlerle kurduğu ilişkilerle boğazına kadar bir batarak kendisini bağlarken, diğer yandan Kürtleri tümüyle kaybetmemek şeklinde de politikasını yürütmeye çalışmıştır. Kürtleri kazanmayı kandırmak ve olabildiğince zayıf düşürmek şeklinde belirleyen Türk egemen sınıfları bu koşulların oluşmadığı durumda bunun oluşması için iç politikada ve Ortadoğu politikasında açıktan ve gizli her türlü düşmanlık politikasını yürütmüştür.

TC Suçüstü Yakalandı!

Seçim sonuçları ve Tel Abyad’ın düşmesiyle birlikte Kürtlerin gözünü korkutacak, sıkıştıracak her türlü argümana başvurmuştur. Cumhurbaşkanı, başbakan ve başbakan yardımcısı (Yalçın Akdoğan) seçimler sonrası HDP’ye karşı provakatif ve saldırgan bir dil kullanmaktan geri durmamıştır. Bunun yanında düne kadar HDP’ye daha “tahammüllü” olan MHP seçim sonrası HDP’yi “terörist” ilan edip, meşru olmadığını dile getirerek keskin bir karşıtlık oluşturmuştur. Bu tutumun koalisyon pazarlıkları ve popülist iç politikayla bağı vardır. Ancak genel olarak hala masada olan Kürtlerle devlet arasındaki pazarlıkta Kürtlerin yeni kazanımlarına karşı psikolojik savaş yöntemleriyle aşındırmayı da içerdiği gözden kaçırılmamalıdır.

Ancak süreç bununla kalmamıştır. Özellikle AKP cenahının bir kanadında YPG’nin Tel Abyad’dan IŞİD’i temizlemesine karşı savaş tamtamları çalan bir saldırı başlatılmıştır. “YPG IŞİD’den daha tehlikeli” söylemlerinden, Arap ve Türkmenlere karşı etnik temizlik yalanlarına ve Rojava’ya askeri müdahale edilmesine kadar varan bir söylem tutturulmuştur. Bizzat Tayyip Erdoğan YPG’nin yeni hamlelerine karşı sessiz kalmayacaklarını, bunu izlemekle yetinmeyeceklerini beyan etmişlerdir.

Tam da böylesi bir ortamda Suriye iç savaşı boyunca gerçekleşen en kanlı ikinci sivil katliamı Kobanê’de IŞİD’in kalleşçe sızmasıyla gerçekleşmiştir. Yüzlerce Kürt kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın bombalanmış, kurşuna dizilmiş, boğazları kesilmiştir. IŞİD’in bu saldırısı kamuflajlı, Kobanê sınırlarında organize edilmiş saldırılardır. Bu bağlamda sızmanın Türkiye sınırından ve Kobanê’nin komşu şehri Cerablustan yapıldığı ihtimalleri gündeme gelmiştir. Türk devletinin dışişleri bakanlığı, Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş olağan şüpheli olduklarını bilerek saldırının Türkiye’den gerçekleşen bir sızmayla olmadığını belirtmiştir. Ancak Kobanê sınır kapısı Mürşitpınar’da patlatılan bombaları devletin ajansı AA basına servis etmiştir. Böylece “bizden sızmadılar” yalanı bizzat kendileri tarafından tekzip edilmiş oldu.

Türk Egemenlerinin Faşist Politikasının Ürünü: Kobanê Katliamı!

Ancak böylesi somut delillere bakmaksızın genel politik tutum içinde TC’nin bu saldırıyla hiçbir ilişkisi olmasa bile bunun bir karşılığı yoktur.  Çünkü Rojava’daki Kürt kazanımlarına karşı bunca saldırgan dil ve tahammülsüzlük Rojava’ya karşı her türlü saldırının ve katliamın asıl sebebidir. Türk devletinin somutta bu saldırıyı organize edip  etmemesi hiçbir şekilde önemli değildir. Esas olan Rojava’ya karşı alınan politik tutumdur. Bu politik tutum Rojava’da gerçekleşecek her katliamın, saldırının sorumluluğunu üstlenmeyi getirir. Bu bağlamda Kobanê’de yaşanan vahşi katliamın politik, ahlaki tüm sorumluluğu Türk egemenlerine ve özelde AKP’ye aittir. Ki gerek Kürtler nezdinde, gerek Türkiye toplumu ve gerekse de dünya nezdinde bu katliamın tüm faturası TC’ye kesilmiştir. 

Türk egemen sınıfları şimdi çıkan bu faturayı karşılamaya çalışmaktadır. Kendi sınırlarından IŞİD’in sızmadığına yemin edebileceklerini söylemektedirler. Bir adım ötesini düşünmeden politika ve yönelim belirlemede usta olan Türk egemen sınıfları “terörist devlet” olarak yaftalanma endişesine düşmüş durumdalar. Bu durumu ise klasik bir şekilde “algı operasyonu” gibi bir argümanla savuşturmaya çalışmaktadır. Özellikle AKP içindeki İslamcı damar Kobanê’deki açık politik sorumluluklarını perdelemek için “vatana ihanet”, “uluslararası komplo”, “Kürt koridoruna müdahaleyi engelleme hesabı” gibi hamasi tutumla karşılamaya çalışmaktadır. Bu söylemin verili politikayı örtme, onun özünü karartma gücü söz konusu olamaz. Ki henüz Kobanê’ye saldırıyı yeni telin eden Tayyip Erdoğan  26 Haziran’da yine Rojava’da kurulacak bir devlete (siz Kürt yönetimi anlayın) ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceklerini de öfkeli bir şekilde dillendirmiştir. Bu tavır Kobanê saldırısının ve bundan sonra ki tüm saldırılarında sorumluluğunu üstlendiklerinin beyanıdır.

AKP İslamcı aidiyetinin bugün Kürt meselesi karşısında esaretini ve açık rol yitimini yaşamaktadır. Bu bağlamda özellikle Kürtler nezdinde kaybettiği toplumsal tabanın Türk egemenlerinin çıkarlarını gerçekleştirme açısından AKP’yi daha işlevsiz kılan süreci bu gerici tayfayı saldırganlaştırmaktadır.  AKP’nin Kürt meselesinde işlevini hızla yitirmesi, üstlendiği rolü oynayacak kabiliyetini kaybetmesi onun aynı zamanda egemenlerin uzun süredir temsilcisi olma rolünü de zayıflatmaktadır. Ortadoğu politikasında işlevli bir aparat olarak gördüğü İslamcılık politikası var olan gelişmelerle Kürt meselesinde kendine dönen bir silah olmuştur.

Bu kendine dönen silahı şimdi Kürt katliamına çanak tutacak, politik zemin hazırlayacak, lojistiğini sunacak biçime büründürerek çevirmeye çalışmaktadır. Elinde yeterince Kürt kanı olan bu devlet şimdi sınırları dışında vahşi katliamlarında kanını eline bulaştırmaktadır. Ne kadar çırpınırsa çırpınsın, bu katliamları ne kadar “telin” ederse etsin politik suçunu karartamayacaktır. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu