Güncel

Halkın Gündemi | İzmir Depremi, Devlet Gerçekliği ve Halkın Dayanışması

"Bugün İzmir de yaşanan deprem sonrası durum da bunun göstergesidir. Mevcut iktidar söz konusu müteahhitler olduğunda sınırsız kaynak yaratırken, depremzedeler için tabiri caizse elini bile kıpırdatmamıştır"

Merkez üssü İzmir Seferihisar ilçesi açıklarında olan 30 Ekim’deki deprem 116 insanın yaşamını kaybetmesine neden olmuştu. Depremin üzerinden iki haftayı aşkın süre geçmiş olmasına rağmen mağduriyetler giderilmedi. Devlet söz konusu halk olunca sağır ve dilsiz oluverdi. Konuştukları ise hangi partinin yerel yönetimi iyi yaptığı, kimin yapamadığından ibaret. Depremin ardından ilk tartışma konusu; Kandilli Rasathanesi 6.8, Yunanistan kaynakları tarafından 7 gibi yüksek değerlerle depremin şiddeti ifade edilirken AFAD 6.6 olarak açıklaması olmuştu. Bu kafalarda ilk soru işaretlerinden biriydi. Pek çok uzman tarafından da tartışıldı.

Büyük bir can kaybı ve yıkımın olduğu İzmir depremiyle açığa çıkan bu tabloyu tarihsel hataların birikmesi ve sonucu olarak değerlendirebiliriz. Türkiye’nin pek çok şehrinde de rastlanabileceği gibi çarpık kentleşme veya imara açılmaması gereken alanlarda inşaat yapılması ilk göze çarpanlar arasındadır.

İzmir özgülünde bakıldığında özellikle bu depremde yıkılan veya hasar gören binaların bulunduğu alanın inşaat yapmaya müsait olmamasını uzmanlar çokça ifade etti. İzmir’de depremden en çok etkilenen bölge olan Bayraklı ve Bornova’nın tarımsal faaliyet açısından verimli topraklar olması bu boyutuyla da başka bir plansızlığın ifadesidir. Sürekli bahsedilen tarım alanlarının imara açılmasının sadece İzmir’e özgü olmadığını ifade etmek gerekir. Bu tarihsel bir politikadır.

TC’nin kuruluşundan bu yana benzer politikalar katlanarak devam etmiştir. İzmir depreminde en çok etkilenen bölgenin Bayraklı ve Bornova olmasının nedenini uzmanlar “alüvyon denilen yumuşak toprak alanlarına binaların inşa edilmesi” olarak ifade etmişlerdir. Öte yandan hem akademik alanda hem de resmi anlamda tarım alanlarının imara açılmaması veya farklı açıdan bakarak tarım alanlarının daraltılmaması üzerine kurulan sözlerin bir karşılığının olmadığını veya para karşılığında anlamsızlaştığını bu süreç bize göstermektedir.

Kentlerin plansız büyümesi her geçen gün katlanarak devam ediyor. Maalesef ki gelecek süreçte daha kötü tablolarla karşılaşmamız kaçınılmaz. Türkiye’de burjuvazinin siyaset anlayışıdır; iş işten geçtikten sonra gelecek vaatlerinde bulunmak. İzmir depremi de bunun bir örneği oldu. 1999 Marmara depreminin ardından geçen yirmi bir yılda deprem vergisi adında vergi toplandı.

Yıkılan veya hasar gören binaların çoğunun hakkında yıkım kararı olmasına rağmen imar affı nedeniyle kullanılmaya devam edilmiş. Bu noktada ortaya çıkan çözümsüzlüğün nedeni devletin, yetkili kurumlarının bizzat kendisidir. Binaların riskli yapı statüsüne alınması için halkın başvuru yapmasının beklenmesi yıkımı da beraberinde getirmiştir. Kaldı ki esas mesele halkın başvuru yapmamış olması da değildir. Başvuru eksikliğini dahi bahane haline getirerek bu meselede de halkı suçlu çıkarma derdi taşıyan devlet anlayışıdır.

Son yıllarda İzmir bölgesinde sık sık yaşanan depremlere rağmen araştırma yapılarak önleyici tedbirlerin alınmaması, önemli bir ihmal olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumsuzluğunu ortaya koymaktadır.

Devletin niyet olarak dahi halkın barınma problemini çözmek gibi bir derdi yoktur. Sözde sosyal devlet anlayışının ne temelinin, ne kolonunun, ne de çatısının olmadığını bir kez daha görmüş olduk. Gasp ile elde edilen ekonomi sayesinde temelleri atılmış bir ülkenin kolonları dışa bağımlılıkla dikilmiş, çatısı köylünün alın teriyle dikilmiş, bir bütün olarak sömürü düzeniyle ayakta tutulmaya çalışan, yıkılmayı bekleyen bina benzetmesini yapabilmek mümkün.

Bu durumda olan bir devlet anlayışının halkın çıkarlarını gözetmekten ziyade bir avuç insanın zenginliğini koruması tamda kendi yapısına uygundur.

Yıkılan binalar hakkında açılan soruşturma dâhilinde binaların yapımını üstlenen sorumlular olarak belirlenen 7 kişi tutuklandı. Türkiye’nin özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerinde geçmişte kırdan kente göçün yaşandığı senelerle beraber artan konut ihtiyacına dikkat çekmek gerekebilir.

Bahsettiğimiz yıllarda bu ihtiyacı karşılamak adına herhangi bir denetim söz konusu olmaksızın parası olanın müteahhit olduğu sürecin ürünü olan konutların bedelini her halükarda yoksul halk ödemek zorunda kalmıştır. Bugün İzmir’de ise 7 müteahhit tutuklanarak kitleselleşmiş ve kaynağı devletin sorumsuzluğu olan bir hezeyandan kendisini aklamanın çalışmasını görüyoruz. Lüzumsuz yerlere halkın parasını yağdırırken halkın ihtiyacı olduğunda yok, satanın adıdır TC.

Kapitalizm öldürür, dayanışma yaşatır!

Depremin ilk anından itibaren zarar görmemiş insanlar depremzedelere yardım etmeye başladılar. İnsani bir yaklaşımın ürünü olarak ortaya çıkan dayanışmanın politik atmosferi içerisinde devletin gerçekliğinin teşhiri her geçen gün artarak devam etti.  Biz biliyoruz ki devletin önceliği hiçbir zaman halk olmamıştır.

Bugün İzmir de yaşanan deprem sonrası durum da bunun göstergesidir. Mevcut iktidar söz konusu müteahhitler olduğunda sınırsız kaynak yaratırken, depremzedeler için tabiri caizse elini bile kıpırdatmamıştır.

Aslında devlet deprem alanın da kendi teşhirini yapmıştır. Halkın kendi çabalarıyla topladığı ve gönüllülerin depremzedelere dağıttığı yardımlara bile el koyması ya da devlet yardımı olarak göstermesi çabası vardı. Ancak gönüllüler bu çabaya karşı durarak onlara bu fırsatı vermedi.

İnsanlar deprem için toplanan vergilerin nereye gittiğini sorgularken aynı zamanda devletin toplanan yardımlara el koyma çabalarını da ilk elden görmüş oldu. Devletin çadır alanlarında bulunan tüm gönüllü çalışan ve dayanışmayı büyütenleri alandan çıkartma çabalarına karşı çadır alanlarında bulunan depremzedeler buna izin vermedi.

Depremin üstünden haftalar geçmesine rağmen devletin çadır dışında hiç bir yardımı neredeyse yok. Buna rağmen devlet gönüllü olarak çalışan insanları alandan çıkartmak için fırsat kolluyor.

Biz daha önceki örneklerden biliyoruz ki, alanda halkın dayanışması kesildiğinde depremzedelerin şuan yaşadıkları mağduriyetler her geçen gün artacak. İzmir belediyesi veya devletin, herhangi bir bakanlığın, kuruluşun ne kadar bağış toplarsa toplasın depremzedelere ev vermek gibi bir fikirleri bulunmamaktadır, bulunmayacaktır. İzmir halkıda bu süreçten kendi dayanışma ağları yaratarak, güçlenerek çıkmaya çalışmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu