GüncelMakaleler

GENÇLİK | Boğaziçi Direnişinden Notlar

Feyzi Erçin’in, Can Candan gibi hocaların ve Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Ofis Koordinatörü Cemre Baytok’un görevden alınması akademisyenler açısından bir gözdağı oldu.

2 Ocak’ta Melih Bulu’nun Boğaziçi’ne kayyum olarak atanmasının ardından 4 Ocak günü gerçekleştirilen eylemle başlayan Boğaziçi direnişi 6. ayını geride bırakırken kayyum rektör Melih Bulu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevinden alındı. Melih Bulu’nun yerine vekaleten Mehmet Naci İnci getirilirken direnişin başından bu yana rektörün tüm üniversite bileşenlerinin (öğrencilerin, akademisyenlerin, üniversite çalışanlarının) yapacağı seçimle belirlenmesini isteyen öğrencilerin taleplerinin üzerinden atlayarak akademisyenler tarafından rektör adaylarının belirlenerek güven oyu uygulaması yürütüldü.

Bu süreçte güven oyu uygulamasıyla başvuran akademisyenlerden Prof. Dr. Fikret Adaman, Prof. Dr. Yavuz Akpınar, Prof. Dr. Yasemin Bayyurt, Prof. Dr. Taner Bilgiç, Prof. Dr. Mine Eder, Prof. Dr. Metin Ercan, Prof. Dr. Emine Erktin, Prof. Dr. Ayşe Gürel, Prof. Dr. Cengiz Kırklı, Prof. Dr. Ayşe Mumcu, Prof. Dr. V. Erkcan Özcan, Prof. Dr. Murat Saraçlar, Prof. Dr. Cem Say, Prof. Dr. Ali İ. Tekcan, Prof. Dr. M. Burçin Ünlü, Prof. Dr. Can A. Yücesoy, Prof. Dr. Ünal Zenginobuz okul akademisyenleri tarafından belli oranda destek alırken, yüzde 95 karşı oyla Prof. Dr. M. Naci İnci’nin, yüzde 93 karşı oyla Prof. Dr. Gürkan S. Kumabaroğlu’nun desteklenmediği açıklandı.

Öğrenciler akademisyenlerin bu uygulamasını kabul etmese de akademisyenler, açığa çıkan tabloyu kamuoyuna açıklayarak rektörün Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesini istediler. Ancak açığa çıkan tabloya akademisyenlerin tüm uzlaşmalarına rağmen devlet saldırıya devam diyor.

Boğaziçi direnişinin ısrarla devam etmesi AKP-MHP iktidarı açısından önümüzdeki süreçte meselenin yeniden tetikleneceği kaygısını yaratırken devlet çareyi rotasyona gitmekte buldu. Melih Bulu’nun görevden alınması devlet açısından bir geri adım, öğrenciler açısından bir kazanımı işaret ederken bu kazanımın akademisyenlere ve onlar eliyle Cumhurbaşkanına teslim edilmesi Naci İnci’nin Melih Bulu’nun atandığı gibi yine bir cuma günü atanmasıyla bizleri pratik olarak direnişin ilk gününe geri götürdü.

Boğaziçi direnişinin başından bu yana söz yetki karar üniversite bileşenlerine çağrılarının, ‘söz akademisyenlerin karar Erdoğan’ın’ diyerek yanıtlanması ayrı bir demoralizasyona yol açarken öğrencilerin ve akademisyenlerin bu süreçten bir deneyim çıkararak, okulların açılmasıyla birlikte bütünlüklü bir süreç değerlendirmesi yaparak ilerlemesi ihtiyacı kendisini dayatıyor.

Öğrenciler cephesinde akademisyenlerin güvenoyu tartışmaları bir yarılma yaratırken esasen bu oylamayı tanımayan kesimler açısından doğru bir tavrın geliştiğini ifade etmek gerekir.

Ancak iki farklı fikri taşıyan kesimler açısından referansların ne olduğu, direnişin hangi öznel ve nesnel sebeplerden dolayı bu adımın gelişmesini engelleyemediği yönündeki sorulara doğru cevapları bulma noktasındaki verileri açıktan verecektir.

Esasen güvenoyu süreci işletilirken akademisyenlerle birlikte bu süreçten karşılık bekleyen öğrencilerle tavır alan kesimler arasındaki bağın zayıflaması önemli bir noktaya işaret ediyor.

Boğaziçi Dayanışması’nın politik-örgütsel sınırları içerisinde-dışında gelişen hatalı tarz ve yaklaşımlar bu konuda etkili olsa da devletin saldırılarından bağımsız bir yerde durmuyor. Bu açıdan kimi çevreler açısından Dayanışmanın ve BÜLGBTİ+’nın pratiklerinin ve söylemlerinin tartışılmaya açılması direnişin ileri kitleleri ile geniş kitlesi arasındaki bağı zayıflatmış, zayıflatmaya yönelik bir süreç işletilmiştir.

Burada doğru tarzın Mao Zedong’un kitle hareketlerine ilişkin “Komünistler hiç bir zaman halkın çoğunluğundan kopmamalı ve sadece birkaç ileri grubun kitlelerden kopuk ve aceleci ilerlemesine önderlik ederek halkın çoğunluğunu ihmal etmemeli, ileri unsurlarla geniş kitleler arasında sıkı bağlar kurmalıdırlar.” vurgularından hareketle geliştirilmesi sorumluğu omuzlarımızda bulunuyor.

Önümüzdeki süreçte dayanışmanın kendisini farklı bir formda örgütleme iddiası bulunurken bizim de Birleşik Öğrenci Meclisleri üzerinden yürüttüğümüz tartışmaların geliştirilmesi önümüzdeki süreçte safları oluştururken birleştirici ve geliştirici bir tarz açığa çıkarmamız bakımından kritik bir yerde duruyor.

Barış akademisyenlerinin ihracının ardından alternatif tek sese izin vermeyeceğiz diyen AKP-MHP iktidarı müfredatlara, akademisyenlerin inceleme alanlarına, kabul edilen tezlere kadar bilumum her alanı zapturapt altına almaya çalışırken KHK’ların ardından Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’nin tırpan olarak kullanılması akademisyenlerin üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor.

Boğaziçi Üniversitesi açısından bu sürecin diğer üniversitelere oranla daha geç devreye sokulması akademisyenler açısından daha somut adımların önünü açarken Feyzi Erçin’in, Can Candan gibi hocaların ve Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Ofis Koordinatörü Cemre Baytok’un görevden alınması akademisyenler açısından bir gözdağı oldu.

Bu saldırılarla birlikte güvenoyuyla süreci atlatabileceğine inanan akademisyenlerin Melih Bulu’nun kayyum olarak atanmasıyla, aylardır Kayyumluk binasına sırtlarını dönen akademisyenlerin, sırtlarını öğrencilere dönmenin özeleştirisini vermesi gerekmektedir.

Feyzi Erçin, Can Candan ve Cemre Baytok örneklerinde olduğu gibi öğrenciler akademisyenlerin haklı mücadelelerinde sırtlarını dayayabilecekleri bir mevziyken güvenoyu adı altında öğrencilerin sözüne taleplerine arkasını dönen akademisyenlerin bir kazanım elde edemeyeceği, eldeki kazanımları da iktidara teslim etmekten öteye gidemeyeceğini belirtmekte fayda var.

Bu süreçte Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin özeleştirel bir yaklaşım geliştirmesi buna paralel görevine son verilen akademisyenlerin iadesi için mücadelenin geliştirilmesi birleştirici bir noktada duruyor.

Devletin, kadınların ve LGBTİ+’ların kazanımlarına dönük saldırılarını, direnişin en ön mevzilerinde yer alan LGBTİ+’lar ve kadınlar en yoğun yaşayan kesim oldu. Hedef göstermelerden tutalım da, görünürlüğüne dönük gökkuşağı bayraklarına getirilen yasak, devletin cepheden konumlanışını gösterdi.

Sergi üzerinden linç girişimi başlatılan LGBTİ+ öğrencilerin tutuklanmasıyla ilk tutuklamaların gerçekleşmesi, BÜLGBTİ+’nın kapatılması, Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu çalışanının ücretsiz izne çıkarılması ve ardından Ağustos ayında görevine son verilmesiyle CİTÖK’un kapatılacak noktaya getirilmesi AKP-MHP iktidarının kadın ve LGBTİ+ düşmanlığını ortaya koyarken bu saldırıların üzerinden kendi tabanını domine etme pratiği olarak öne çıkmaktadır.

Bu açıdan kimi çevrelerce ilk vazgeçilenlerin LGBTİ+’lar olması LGBTİ+’ların yaşama biçimlerinin ve ortaya koydukları eylemlerinin tartışmaya açılması, devletin ataerkil karakterinin devrimci-demokrat saflardaki yankılarını gösterdi.

Bizim açımızdan direnişimizin bir ayağını patriyarkaya karşı mücadelenin oluşturduğunu gençlik açısından bu mücadelenin hayati bir noktada olduğunu tekrardan gösterdi.

Bu açıdan kolektifimizin açığa çıkardığı olumlu deneyimlerin geliştirilerek büyütülmesi önümüzdeki süreç açısından önemli bir sorumluluk oluşturmaktadır. Burada Mao Zedong’un “Ve değiştirilecek olan nesnel dünya, değişikliğin bütün düşmanlarını da içermektedir.” sözünü hatırlamakta fayda var. Yukarıda ifade ettiğimiz şekliyle LGBTİ+’ların kimliğini hedef alan esasen varlığını tartışmaya oturtan yaklaşımlara karşı mücadele, mücadelemizi içermektedir.

Gelişen öğrenci direnişi faşizmin baskı ve zor aygıtlarının yanı sıra küçük burjuva yaklaşımların saldırıları altında ısrarla devam ederken bugün yeni bir sürecin kapısı aralanıyor.

Okulların hibrit sistemiyle yüz yüze eğitime başlayacağı bir süreçte gençliğin biriken öfkesinin kampüsleri ve sokağı saracağı ön görülebilir. Halk kitlelerinin devlete karşı biriken öfkesinin Boğaziçi sürecinde bir çatlaktan nasıl sızdığını gördük. Bu süreçten çıkarılan deneyimle gelişen hareketi karşılayabilecek politik-örgütsel forma kavuşmak bizim açımızdan hayati bir noktada duruyor.

Burada pratik-politik hazırlıklarımızı sürdürürken ideolojik hattımızı daha net ve berrak bir şekilde ortaya koyma ihtiyacı kendisini daha fazla dayatıyor.

Bu çerçevede Demokratik Halk Üniversiteleri mücadelemizin bugün açısından kısa-orta ve uzun vadeli hedefleri, yürüteceğimiz mücadelenin yönü noktasında daha derin tartışmalar yürütmek gerekiyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu