Makaleler

Gıda fiyatlarındaki artışın ardında emperyalist sermaye var -3-

Tarımsal Yakıt (Agro-Yakıt)

Emperyalist sermaye satın aldığı topraklar üzerinde, sadece pazarda satmak için üretim yapmıyor. Tarımsal yakıt için de üretim yapıyor.

Yaygın olarak tarımsal yakıt yerine biyo-yakıt tanımı kullanılıyor. Biyo-yakıt, “biyolojik yakıt” kısaltması olup bitkisel veya hayvansal kaynaklardan elde edilen yakıt olarak tanımlanıyor. Bu tanımlamada yakıt olarak kullanılanın ne olduğu belirsiz ve muğlak. Dolayısıyla durumun ciddiyetini gölgeleyen, yaratılan sorunu hafifleten, tarım ürünlerini yakıt olarak kullanılmasını meşrulaştıran bir tanımlama. Bitkisel denilerek genişletilirken, yakıt olarak kullanılan bitkiler, mısır, buğday, şeker kamışı gibi gıda maddeleri mango, soya fasulyesi gibi hayvan yemi olarak kullanılan ürünlerdir. Daimi açlık sorununun olduğu, insanların açlıktan öldüğü bir durumda sermaye petrole bağımlılıktan kurtulmak adına tahılları yakıta çeviriyor. Bunun adına da biyo-yakıt denilerek olumlu-pozitif bir algı yaratılıyor. Yapılan işin adı tarımsal yakıttır, biyo-yakıt değil. Doğru tanımlama da tarımsal yakıttır.

Sermayenin agro-yakıta yönelmesinin nedenleri olarak; enerji ihtiyacında agro-yakıtın petrolden daha ucuz olması, petrole bağımlılığın giderilmesi, elde edilen karın petrol ülkeleri ile bölüşümü sıralanabilir. Bu yönelim 1973 petrol kriziyle önem kazandı. Tarım ürünlerini yakıta çevirme konusunda araştırma-geliştirme için yatırım yapıldı. Gelinen aşamada, dünyanın dört bir yanında agro-yakıt üretimi için kullanılan tarım alanları hızla artıyor. Agro-yakıt üretimini yaygınlaştırmak ve artırmak için, çiftçiler tarımsal yakıt için teşvik ediliyor. ABD, 2005 yılında açıkladığı teşvik programı sonrası 2005-2006 döneminde agro-yakıt için kullanılan mısır üretimi % 70 artış gösterdi. Tarımsal yakıt üretimi için yeni hedefler belirleniyor. Daha şimdiden, dünya mısır ihracatında birinci olan ABD emperyalizmi, mısır tarlalarının % 33’ünü agro-yakıt için ayırmış durumda. Sadece 2008 yılında ABD’nin yakıt olarak kullandığı mısır miktarı, gıda açlığı yaşayan 82 ülkenin tahıl ihtiyacına denk geliyor. Almanya; toplam yakıt üretiminin % 17’sini agro-yakıttan karşılamayı hedefliyor. Fransa; üretilen tahılların % 7’sini yakıt üretimine ayırıyor. Veriler, dünya gıda ihtiyacının karşılanması için ekilmesi gereken tarlaların, sermayenin karı için yakıt üretimine ayrıldığını gösteriyor. Daha kötüsü, Brezilya’daki Endonezya’ya onlarca ülkede agro yakıt üretimi hızla çoğalıyor.

Tarlaların agro-yakıt için ayrılması gıda fiyatlarını tetikleyen önemli etkenlerden biri. Üretilen tahıl piyasaya sürülmüyor, yakıt için ayrılıyor. Dolayısı ile gıda olarak tüketime ayrılan tahıl miktarı azalıyor.

Bu azalma arz-talep dengesini bozuyor. Spekülatörlerin gıda fiyatları üzerinde oyun oynamalarına da güçlü bir zemin sunulmuş oluyor. 2008 gıda krizinde, agro-yakıtların gıda fiyatlarını yalnız % 3 oranında etkilediğini savundu ABD. Fakat ABD baskısı nedenli yayınlanamayan DB raporu agro yakıtların gıda fiyatlarını % 75 gibi yüksek oranda etkilediğini gösteriyordu. Tarlaların, sermayenin alternatif yakıt üretimi için ayrılmasının kaçınılmaz sonucudur bu.

Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Amerika’ya, tarlaların agro-yakıt için ekilmesi, insanların tüketimini karşılayacak tahıl üretim alanlarının daralması anlamını taşıyor. Bu aynı zamanda, piyasada tahıl arzı sorununun, dolayısıyla gıda fiyatlarının daimi dalgalanma ve artış içerisinde olacağı anlamını da taşıyor. Agro-yakıt üretimi arttıkça, gıda fiyatlarına etkisi de o derecede artacaktır.

 

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)

Tahılların yakıta çevrilmesi için sermayenin talebine uygun aşırı tahıl üretiminde GDO’nun rolü büyüktür. Bitkilerin genleri ile oynanarak kısmen daha fazla üretim sağlayan olanak tanıyor GDO teknolojisi. GDO’nun marifeti bununla sınırlı değil. Tarımsal üretimin başlangıcı olan tohum aşamasında sermayeye tekelleşme olanağı da sağlıyor.

Sermayenin genetik mühendisliği kapsamında GDO’ya yönelimi tabii ki tarımda aşırı üretim ve azami karı elde etmektir. Bunu sağladığı oranda gıdaları kontrol etmeyi de sağlamış olacak. Ki bugün yaşanılan da budur. Sermaye, bu amaçla çalışmalarına 1950’lerde başladı. Temel sloganı “Yeşil Devrim”di ve açlık sorununu çözecekti. Kuşkusuz bu bir aldatmacadan ibaretti. Zira 60 yıldır açlık sorununu çözemedi “Yeşil Devrim”. Üstelik her geçen yıl daha da arttı. Bugün 1 milyar insan aç yaşıyor. Açlığı çözecek olan “Yeşil Devrim”in bizzat kendisinin yarattığı sonuç budur.

GDO ikinci “Yeşil Devrim” olarak adlandırılıyor. 30 yıllık bir tarihi var. Temel amacı yine aynı; “açlık sorununu çözmek”, slogan “verimlilik” tezine dayandırılıyordu. Normal bir tohuma göre GDO’lu tohumlar dönüm başına daha fazla ürün veriyor. Bu doğru. Ama işin gizi tohumlarda. GDO’lu tohumlar tek ekimlik. Kimyasal ilaç kullanımını da artırıyor. Kimi tohumlar zirai ilaç kullanmadan yeşermiyor. Kimyasal ilaç kullanımındaki artışa paralel ekim yapılan topraklar 2-3 yıl sonra ölüyor. Dolayısıyla verim düşüyor. GDO’lu tohumlarla ekim yapılan alanlarda yapılan araştırmaların genel sonuçları aynı idi. Örneğin; Kenya Tarım Araştırma Enstitüsü, bir virüse karşı dayanıklı geliştirilen tatlı patatesin, 3 yıllık deneme sonrası, normal türlerinden daha savunmasız ve veriminin de daha düşük olduğunu gözlemlemiştir.

Sermayenin açlık sorununu çözme gibi bir derdi yoktur. Onun hedefi dünyadaki tüm çiftçilerin tohum üretimi engellendiğinde büyüklüğü 73 milyar dolara çıkan tohum pazarına hakim olmaktır. Bu pazara hakim olmak sadece GDO teknolojisi ile değil, bu teknolojinin uluslararası alanda kabul edilmesi ve bu kapsamda politik düzenlemelerle mümkündür. Sermaye bu politik düzenlemeyi fikri mülkiyet adı altında patent hakkı ile sağlıyor. Doğada bulunan bir geni, başka bir tohuma ekleme ile patent elde ediliyor ve o tohum patent alanın oluyor. Böylece tohumda tekelleşme sağlanıyor. İkinci olarak DTÖ kapsamında, Fikri Mülkiye Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Anlaşması (TRIPS) ile meşrulaştırılıyor. Bu anlaşma tohum ve bitkilerden yararlanma hakkı ile su, toprak ve biyolojik farklılaşmayı ortak kamu mülkiyetinden koparıyor, ticari bir metaya dönüştürüyor. Özcesi emperyalist tekelleşmenin önünü açıp, meşrulaştırıyor.

Irak işgalinde, Saddam’ın devrilmesinden sonra yapılan ilk düzenlemelerden biri, TRIPS kapsamında tohum pazarı üzerinedir. Geçici Koalisyon Güçleri’nin hazırladığı 100 Kanundan 81. Kanun: “Patent Endüstriyel Tarım, Gizli Bilgi, Birleşik Devletler ve Bitki Çeşitleri Kanunu”. Bu kanunla Irak’ın bitki ve tohum çeşitliliği, tarımsal yapısı tamamen emperyalist tekellerin denetimine verildi. GDO’lu tarım modelinin uygulanmasının zemini yaratıldı.

GDO teknolojisi, sermayenin tohum pazarında tekelleşmesini hızlandıran bir teknolojidir. Şu an itibariyle tohum pazarı emperyalist tekellerin denetiminde. Dolayısıyla temel tüketim maddelerinin üretiminin ana hammaddesi tohum sermayenin elinde. Tohum yoksa üretim de yoktur. Sermayeye tabi olmanın yakıcı noktası burasıdır.

GDO’lu üretim, maliyetli bir üretimdir. Tohum, gübre, zirai ilaç ve bunlar için gerekli olan makineler, makineler için yakıt, bir bütün olarak üretim maliyetini yükselten girdilerdir. Yüksek maliyetli üretim, orta ve küçük ölçekli üreticinin ekonomik olarak yapabileceği bir üretim değildir. Filipinler’de 1 torba normal mısır tohumu 2006 yılında 1.200 peso, GDO’lu mısır tohumu ise 6.500 pesoydu.

Dolayısıyla GDO, hem tohum tekeli yaratıyor, hem üretim maliyetini artırıyor hem de orta ve küçük üreticileri tarım dışına itiyor. GDO taşımış olduğu bu niteliği ile gıda fiyatlarını yükselten GDO’yu kullanması GDO’nun gıda fiyatları üzerindeki etkisini de artırıyor.

Gıda fiyatlarındaki artış nedenleri ve etkenlerini bize emperyalist sermayenin gıdalar üzerindeki hakimiyetini gösteriyor. Sermaye, bugün gıda fiyatlarını azami karına göre şekillendirebilecek bir tekele sahip. Gıdalar üzerindeki hakimiyet, doğrudan yaşam hakkı üzerinde tasarruf keyfiyetidir. İnsanların, beslenme güdüsünü kar alanına çevirmek, besin maddelerine ulaşımı zorlaştırmak yaşam hakkı üzerinde keyfiyettir. Sermaye bu keyfiyeti sınırsız kullanıyor. Dünya gıda sisteminin merkezinde tarım tekelleri, piyasa ve azami kar var. Keyfiyetin sınırsız kullanımının maddi temeli budur.

Sermayenin gıda hakimiyetine karşı uluslararası alanda birçok çevre çeşitli biçimlerde mücadele ediyor. Fakat bu mücadele sermayenin etkinliği karşısında yeteri güce sahip değil. Daha doğrusu sermayenin gıda egemenliğine karşı yeterli ilgi-duyarlılık uyanış durumda değil. Kitlesel anlamda en yoğun ilgi Gıda Krizi’nde (2008) gösterildi. Yani en uç noktada, bıçak kemiğe dayandığında…

Gıda fiyatlarının 3-5 milyon artışının ardında, sermayenin gıda tekeli var. Dolayısıyla devrimcilerin bu soruna karşı daha duyarlı olmak gibi bir zorunluluğu vardır. Bu kapsamda, sermayenin gıda hakimiyetine karşı mücadele eden muhalif kesimlerle ilişkili olmalıdır. Sermayeye karşı birlikte örülecek mücadeleyi, meselenin tam özüne kapitalist sisteme karşı sınıfsal ve siyasal örgütlü bir mücadele içine çekme etkinliğinde olmalıdır. (Bitti)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu