Makaleler

G20 görüşmeleri ekseninde Katar, Suriye, Filistin ve Türkiye…

Katar krizi ile gündemde yer edinmeye devam eden ve son olarak G20 görüşmelerinde ABD ve Rusya arasında varılan ateşkes ile Ortadoğu halen güncelliğini korumaktadır. Suudi Arabistan ile Katar’ı karşı karşıya getiren krizin kuşkusuz ki arka planı münferit bir zaman dilimini ifade etmiyor. Zira “Arap Baharı” denilen süreç bölgede siyasal olarak kimi siyasal akımların öne çıkma süreci olarak kendini gösterdi. Katar krizi her şeyden önce bölgede yükseliş gösteren bir siyasal figürün yani Müslüman Kardeşler’in artık bölgede iktidara alternatif bir düşünsel akım olarak öne çıkması ile bölge devletlerini tedirgin etmiştir.

Müslüman Kardeşler’in Mısır’da ABD tarafından görevden alınması belki de bölgede en çok Türkiye’nin tepkisi ile karşılaştı. Bunun da sonrasında Müslüman Kardeşler ile ilişkili bir başka ülkeye, Katar’a yönelik ambargo bölgede artık Müslüman Kardeşler’in ve rol oynadığı siyasal iktidarların hedef alınacağı anlamına geliyor. Türkiye’nin Katar’a dönük ambargoya bu kadar sert çıkması TC ve Müslüman Kardeşler ilişkisinin nasıl bir boyutta olduğunu ortaya koyuyor.

Öyle ki tüm bu gelişmeler Suudileri Suriye ile yakınlaştırma koordinatları taşıyor. Zira Suudiler tarihsel olarak Osmanlı’ya karşı Arap isyanlarını desteklemiş bir ülke olarak bilinmekle beraber bugün de Yemen’de zafer elde etme umuduyla hareket etmekte ve bu umuduyla TC’yi karşısına almaktadır. Ancak uluslararası ilişkiler TC’nin bölgesel faktörünü ve denge statüsünü göz önünde bulundurarak hareket ediyor ve bundan mütevelli TC’ye doğrudan bir tavır takınamıyor. Siyasal kararlarla TC bir şekilde ablukaya alınmak istense de bunlar siyasal iktidarı sıkıştıracak türden değildir. Her ne kadar AKP iktidarına karşı “tükürmek” Batı’da gelenek haline gelmiş olsa da, NATO, Türkiye’nin Kıbrıs, Suriye, Irak ve Katar’da asker konuşlandırmasını hiçbir çekincesi olmaksızın desteklemektedir.

 

“Doğa boşluk bırakmaz”

Ortadoğu’daki mevcut ittifaklar zincirinde yaşanan değişimin ardından Suriye hemen Katar ile ilişki geliştirmiştir. Bu Suriye devlet Başkanı Beşar için büyük olmasa da önemli bir zafer olarak nitelendirilmektedir. Bu her şeyden önce Suriye bataklığı içinde ABD’nin müttefikler zincirinde bir eksilmenin yaşandığını gösteriyor. 7 Temmuz 2017’de Hamburg’da düzenlenen G20 zirvesi sırasında Vladimir Putin ve Donald Trump’ın buluşmasında görüldüğü kadarıyla masa devrildi! Yarım saat sürmesi öngörülen buluşma, diğer devlet ve hükümet başkanlarını bekleme odasında sıralarını beklemek zorunda bırakarak, dört kat daha uzun sürdü. Ancak iki devlet başkanı ve Dışişleri Bakanlarının ne kararlar aldıkları tam olarak bilinmemektedir.

Öte yandan Mısır ve Birleşik Arap Emirliği Suriye’ye karşı yürütülen savaşın bitirilmesini önermekle beraber İsrail’in Filistin karşısındaki hâkimiyetini de onaylamaktadır. Filistin direnişi bugün yönetim merkezi Ramallah’ta bulunan El Fetih ile Gazze’den yönetilen Hamas arasında ikiye bölünmüştür. Oysa Mahmut Abbas’ın El Fetih’i gün geçtikçe daha çok yolsuzluğa bulaşmıştır ve İsrail ile açıkça işbirliği içerisindedir. Buna karşın El Fetih’i zayıflatmak üzere İsrail gizli servislerinin himayesi altında Müslüman Kardeşler tarafından kurulan Hamas, önce sivillere yönelik gerçekleştirdiği eylemlerle, ardından da Suriye’ye karşı yürütülen savaş sırasında takındığı tutum nedeniyle bölgede güvenirliliğini kaybetmiştir. Daha önce FHKC yöneticilerini Suriye’deki Yermuk Kampında katletmek üzere 2012 yılında Mossad ile ittifak yapan Hamas, bugün İsrail ile yakın ilişkiler gerçekleştirmenin derdindedir. İsrail denetimini ve onun üstünlüğünü kabul eden Filistinli iki fraksiyondan bahsetmek mümkün. Bir tarafta giderek direniş gücü zayıflayan El Fetih diğer yandan Müslüman Kardeşler ile ilişkisi nedeniyle itibarsızlaşan Hamas.

Bugün İsrail iki Filistinli fraksiyonunun birleştirilmesi, yaşlı Mahmud Abbas’ın (82 yaşında) ayağının kaydırılması, kukla bir Filistin devletinin tanınması ve onun başına da General Muhammed Dahlan’ın getirilmesine yönelik hayrete düşüren plan ortaya çıkmış durumdadır.

Muhammed Dahlan, gizlice İsrail ajanı olan, Hamas’a karşı acımasızca savaşan ardından da Yaser Arafat’ı zehirleyen El Fetih lideridir. Maskesi düşünce El Fetih’ten ihraç edilmiş, Karadağ’a kaçmış ve burada gıyaben mahkûm edilmiştir. Son yıllarda, Filistin Özerk Yönetimi’nden çaldığı 120 milyon dolar tutarındaki bir serveti yönettiği Birleşik Arap Emirliklerinde yaşıyordu. Bu plan, eğer yürürlüğe konulursa, 70 yıl süren mücadele sonrasında Filistin direnişinin nihai olarak tasfiyesi anlamına gelecektir.

Putin-Trump arasında Suriye’nin güneyinde üç bölge üzerinde varılan mutabakat bu bağlam içerisinde değerlendirilmelidir. Sözde barışı korumak, ama aslında Suriye’nin Golan bölgesiyle ülkenin geri kalanı arasında askerden arındırılmış bir bölge oluşturmak için ABD birliklerinin burada konuşlanmasına izin verilmek istenmekte ve İran’a bağlı birliklerin İsrail’e yaklaşmalarına izin verilmemektedir. Böylece kırk yıldan beri gayrimeşru bir biçimde İsrail’in işgali altında bulunan Golan, adı konulmasa da facto olarak ilhak edilmiş olacaktır. İsrail yasalarına uygun olarak Ekim 2018’de buradaki köylerde yerel heyetler seçilecektir. Rusya sesini çıkarmayacak ve ABD de bunun karşılığında Kırım’a yönelik saplantısından vazgeçecektir.

Görüşmelerden çıkan bir sonuç ise Kürtlerin kaderinin Filistin kaderi ile eşdeğer kurulmasıdır. ABD her şeyden önce Kürtleri bir geçiş süreci olarak değerlendirmektedir. Bu noktada ilerleyen süren DAİŞ, TC ve Kürtler arasında kilitlenen Suriye merkez hükümetinin tarafsız kaldığı bir savaş sürecinde kilitlenebilir. TC’nin Efrin saldırısı bu savaşın yoklama süreci olarak görülebilir.

Ortadoğu’da gelinen aşama yeni dengelerin kurulacağına işaret etmektedir. Müslüman Kardeşler’in nüfuz sağladığı ülkeler genel olarak emperyalistler tarafından kabul görmemektedir. Bu aslında başta ABD emperyalizmi olmak üzere “Terörizm ile Küresel Savaş” konseptinin bir parçası olarak görülebilir. Önce imkan sağla sonra bahane et ve işgal et, sonra da yönet. Bugün Müslüman Kardeşler aracılığı ile Filistin direnişi kırılmış ve içi boşaltılmış, Suriye’de başlayan siyasal öfke yönlendirilmiş, aynı şekilde Irak’ta yıllara varan birikim boşaltılmış ve son olarak da Yemen’de başlayan isyanlar Siyasal İslam’ın denetimi altına sokularak “mukabbiliyet” çerçevesinde stabilize edilmiştir.

Emperyalizmin yeni konsepti bölgede Müslüman Kardeşler’in nüfuz ettiği ülkelerin yeni bir dizayna sokulmasıdır. Ki bu durakların başında Türkiye gelmektedir. Erdoğan’da somutlaşan Müslüman Kardeşler liderliği söz konusuyken bunun siyasal liderliğine Türkiye soyunmaktadır. TC’nin ABD ile yaşadığı gerilimin elbette ki tek tarafını Kürt meselesi oluşturmamaktadır. Dünya genelinde niteliği açığa çıkmış olan Müslüman Kardeşler’i siyasal arenada tasfiyesi söz konusudur. AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ayrışmanın bir yanını da bu oluşturmaktadır. Gülen Cemaati daha pasif bir akım olarak Hasan El Benna’nın ideoloji üzerine kurulu bir hareketken AKP-Erdoğan ise daha aktif ve radikal bir siyasal akım olarak Seyid Kutup’un siyasal çizgisinde ısrarcıdır. Bu çizgi AKP-Erdoğan’ın Ortadoğu’daki izdüşümü olarak DAİŞ-Nusra gibi tekfirci çeteleri desteklemesi ve örgütlemesidir.

Bugün Müslüman Kardeşler’in bir ideolojik kolu olarak Hasan el Benna düşüncesi büyük oranda etki gücünü kaybetmiş ve bölgede cihatçılık gibi radikal, fundementalist akımlar öne çıkmıştır. İşte tüm bu tablo içinde tekfirci çeteler içinde nüfuz sağlayan AKP-Erdoğan bugün bölgede çete gruplarının merkezi olarak dünyada terörizmin baş sahnesi konumunda olup ilerleyen dönemlerde ciddi uluslararası bir krize de ev sahipliği yapacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu