DerlediklerimizGüncel

Ertuğrul Kürkçü | Demokratik siyasetin 2020 misyonu

Rejim, kamuoyunun dikkatini bu ürkütücü hakikatten uzak tutacak yeni hinlikler peşindeyken gündeme birden MİT’in de Cumhurbaşkanını “ekonomik çöküntü ve toplumsal patlama olasılığı”na karşı bir “rapor”la uyardığı haberleri düşüverdi.

Yeni yılda faaliyetlerini büyük ölçekli ve sarsıcı değişimleri yönetecek şekilde planlamayanlar için 2020 büyük hayal kırıklıkları ve büyük başarısızlıklarla dolu geçebilir. Bütün alametler, devlette, toplumda ve uluslararası ilişkilerde işlerin artık “her zamanki gibi” yürüyemeyeceğini gösteriyor.

Dünya Bankası (DB), 2019 sonbahar “Bölgesel Ekonomik Görünüm” raporu Türkiye’de 2018’de 7,35 milyon olan yoksulların mutlak sayısının 2020’de 7,53 milyona çıkacağını öngörüyor. İşsizlik asıl, “düşük gelirli hane halklarının istihdam edildiği sektörlerde” yükselecek.

DB’ye göre, yüksek enflasyon, “gelir kaybı ve artan kırılganlık”la sonuçlanabilir. Bu bulanık ifadenin meali şu: “Tahammül edilemez yoksulluk karşısında insanlar artık sadece kendi canlarına kıymakla yetinmeyebilirler.

Diktatörlüğün istilacı ve hegemonyacı dış politikası da başlı başına bir ekonomik engel olarak tanımlanıyor. DB, jeopolitk gerilimler bağlamında “ABD’den gelebilecek malî yaptırımlar”ın büyümeyi engelleyebileceğine dikkat çekiyor.

Rejim, kamuoyunun dikkatini bu ürkütücü hakikatten uzak tutacak yeni hinlikler peşindeyken gündeme birden MİT’in de Cumhurbaşkanını “ekonomik çöküntü ve toplumsal patlama olasılığı”na karşı bir “rapor”la uyardığı haberleri düşüverdi. DB’ninkiyle neredeyse bire bir örtüşen “rapor”a göre “baharla birlikte protestoların sokağa taşması” riski vardı.

“Rapor” yalnızca ekonomik sorunlarla sınırlı da değildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı “siyasallaşmak”la suçluyor; hatta parmağını zımnen Erdoğan’ın kendisine uzatıyordu. MİT, daha birkaç hafta önce “Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz” diye meydan okuyan Erdoğan’ı uyarıyordu:

“Din, inanç ve İslam artık birleştirmiyor ayrıştırıyor.” Raporun “yüksek nüfus artış hızı dolayısıyla Suriyeli göçmenlerin bir iç güvenlik riski halini aldığı ve sınır illerinde yerli halk ile çatışma olasılığı oluşturduğu”na dair uyarılarını da, Erdoğan’ın Suriye siyasetinin sürdürülemezliğine dönük dolaylı bir eleştiri olarak okumak pekala mümkün.

Devletin güvenlik harcamalarında en büyük payı ayırdığı Kürt Sorunu ve süregiden çatışmaya bir “toplumsal patlama” bağlamında hiç yer vermemiş olması raporun “otantiklik” iddiasını gölgeliyor. Ancak, tekzip de edilmemiş olmasına bakarak en azından bir iç tartışmayı yansıtan bir “bilgi notu” olduğu söylenebilir

“MİT raporu” sosyal medyada dalga dalga yayılırken gündeme bu kez Erdoğan’ın baş askeri danışmanı ve siyasal İslamcıların kontra gücü SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin meydan okuyan video kayıtları düştü.

Tanrıverdi, İstanbul’da düzenlenen “3. Uluslararası İslam Birliği Kongresi”ni değerlendirirken “Görevimiz Mehdi’nin gelişi için ortam hazırlamaktır!” diye baklayı ağzından çıkarıyor; 15 Temmuz sonrası TSK yapısında meydana gelen bütün değişikliklerin de 2011’de hükümete sunduğu öneriler doğrultusunda gerçekleştirildiğini ileri sürüyordu.

Bu çelişki, bir soru doğuruyor: Biri, TSK’den bir “Mehdi Ordusu” çıkarma peşindeyken, Suriyeli göçmenlerden de denizaşırı “İhvan lejyonu” kurmaya kalkışan; öbürü Diyaneti siyasal alandan çekme ve Suriye göçünü geri çevirmeyi başlıca dert olarak gören iki siyaset eş zamanlı yürütülebilir mi?

Bu eninde sonunda rejimde bir kırılmaya yol açmaz mı?

“MİT raporu” haberinin esasen kamuoyunu “rapor” ekseninde şekillendirmeye, Tanrıverdi videolarının da “rapor”un dikkat çektiği “riskler”i doğrulamaya güdülendiği apaçık. Ancak, her iki eğilim de sahici ve rejime içkin.

Erdoğan, bu gerilimden çelişen eğilimler üzerine yükselerek rejimin her iki kanadını da demokratik muhalefete karşı tahkim için yararlanma gayreti içinde olacaktır. İstihbarat örgütünü halkın öfkesini örgütsüz ve dağınık protestolara kanalize ederek “toplumsal patlama”ya erken doğum yaptırmakla görevlendirirken “Mehdi ordusu”nu “Allah adına” halkın üzerine göndererek demokratik muhalefetin enerjisini heder etmeyi gözetecektir.

Zor zamanda demokratik siyasetin misyonu, rejimin zor aygıtları arasındaki muhtemel gerilimleri izleyerek “dünyayı yorumlamak” değil, halkların mücadele biçim ve temposunu kendi kararlarıyla biçimlendirecekleri zeminlerin inşası için çaba göstermek; halklarımıza kendi canına kıymakla, rejimi tahkim sunağında kurban edilmenin ötesinde dünyayı değiştireceği kurucu bir seçenek sunmaktır.

(Yeni Yaşam. 2 Ocak 2019)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu