Makaleler

Efrîn’e sefere ve cihada gidenlere yanıtımızdır: Ne olursa olsun son muhteşem olacak, zafer ise direnenlerin!

“Düşersek kahramanlar gibi düşeriz!” diyordu Gavrilovskili Zoya, yoldaşlarının tehlikeli görevlere kendini adayan bu genç Komsomol’a dönük her uyarısına böyle cevap veriyordu. Bizler onu “Tanya” olarak tanırız. Rus Bolşevik partisi SBKP’nin Komsomol üyesi olan Tanya’nın 29 Kasım 1941 sabahında asılarak idam edilene dek Naziler karşısındaki kahramanca süren direnişidir onu bize miras bırakan.

Bir de onun direnişini on yıllar sonra yasatmaya devam edenlerin varlığıdır Zoya’yı bugün bir kez daha değerli kılan.

Faşist ve işgalci TC devletinin 20 Ocak 2018 günü Efrîn’e dönük başlattığı işgal saldırısı sırasında TSK ve çetelerine karşı feda eylemi gerçekleştiren Avêsta Xabur’dur bugün Zoya/Tanya’yı yaşatan. Kuşkusuz Avêsta; Zoyaların, Arin Mîrkanların soyundan gelmekte ve halkı için kendini feda etmekten çekinmeyerek “Düşersek kahramanlar gibi düşeriz!” söylemine bir kez daha can vermektedir.

YPJ Komutanlığı Avêsta’nın kahramanca düşüşünü anlattığı açıklamasında direnişin 8. gününde AKP rejiminin tanklarıyla ve uçaklarıyla Cindires ilçesinin Hemam köyüne saldırdığını hatırlattı ve “Çetelerin köye saldırısı savaşçılarımızın direnişiyle karşılaştı. YPJ savaşçısı Avêsta Xabur; Jinda, Newal ve Silav yoldaşlarından aldığı güç ve ısrarıyla, Arin Mirkan ve Revan Kobanê’nin fedai iziyle bombalarıyla Hemam köyüne girmeye çalışan tankın üstüne giderek fedai eylem gerçekleştirdi” dedi. Bir de direniş sözü verdi YPJ, Avêstaca, Arînce: “Biz YPJ komutanlığı olarak şehidimize ve halkımıza sonuna kadar mücadelemizi yürüteceğimizi ve demokratik meşru haklarımızı savunacağımızı belirtiyoruz. Savaşçılarımız fedai Avêsta, Arin ve Revanların yolunda yürüyerek Efrîn’i faşist Türk devleti için mezarlığa çevireceklerdir.”

Nazi Almanya’sına ve Hitler’e özenenler varlıklarını sürdürdükçe, Zoyalara özenenler ve faşizme karşı yaşam alanlarını Stalingrad direnişi ile savunacaklar da varlıklarını sürdüreceklerdir. Bunun kanıtıdır Avêsta, bunun kanıtıdır cenazelerinde “Biz korkmuyoruz, bir yere gitmiyoruz. Efrîn halkı korkmuyor, buradayız” diye haykıran Efrînliler!

 

Emperyalistler hem gönüllü hem gönülsüz!

Yaklaşık bir milyona yakın nüfusu olan Efrîn, Mart 2011’de Suriye iç savaşın başlangıcından bu yana Suriye’nin en güvenlikli görülen alanı olarak biliniyordu. Milyonlarca insan başta Türkiye olmak üzere dünyanın dört bir yanına göç etmek ve mülteci olmak zorunda kalsa da 400 bin civarında insan da Efrîn’e sığınmış, kendi topraklarından kopmadan burada yaşamlarını kurmuşlardır. Fırat Kalkanı Harekatı ile Rojava’nın diğer kantonları ile ilişkileri kesilen ve Suriye rejim güçleri ile TC faşist güçleri arasında kalan Efrîn’e dönük bu işgalle aslında daha önce dolaylı olarak çeteler üzerinden saldırtılan Kürt halkı ve coğrafyasına bu kez bizzat TC devleti eliyle bir saldırı başlatılmıştır.

TC devletinin bu işgal saldırısı elbette tek başına aldığı ve uygulamaya koyduğu bir karar değildir. Efrîn öncesi Fransa, Almanya, Rusya gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kodamanları, emperyalist-kapitalist efendilerinden icazet almaya çalışmakta, son iki yıldır dışlandığı ve sürekli değişkenlik gösteren Ortadoğu projesinde yeniden “oyun kurucular”, hadi en olmadı “yancılar” arasında yerini koruma çabasına girişmektedir.

Yarım ağızla TC devletini kınayan emperyalist-kapitalist devletler ise silah satışları konusunda en yüksek satışı yapmanın ve rant elde etmenin peşindeler. Bu konuda Rusya ve Almanya’nın önde gelen rantçılardan olduğu açıktı. Keza Kısa bir süre önce S-400 füzelerinin alımı için Rusya’ya karşı büyük bir borcun altına giren TC devleti, buğun Efrîn sınırlarına Alman yapımı ana muhabere tankı olarak bilinen Leopard 2’leri sürmektedir.

Alman basını operasyonda Leopard 2 A4 panzerlerinin kullanıldığını, ordudan bir uzmanın da bunu doğruladığını yazdı. Almanya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Türkiye’ye 80’li ve 90’lı yıllarda Almanya’dan 397 Leopard 1 tankı, 2006-2011 yılları arasında ise 354 Leopard 2 tankı satıldığı belirtildi. Sözcülük açıklamasına başka bir ironi daha ekleyerek, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Alman federal ordusuna kıyasla daha fazla muharebe tankı olduğu”nu da ekledi. Krauss-Maffei Wegmann şirketi tarafından üretilen Leopard 2, Alman yapımı ana muharebe tankı olarak biliniyor. Bunlara ek olarak geçtiğimiz haftalardaki diplomatik görüşmelerde Rheinmetall şirketinin Türk ordusunun aldığı Leopard tanklarının modernize edilmesi projesi ve Almanya’nın da buna olumlu baktığı tekrar gündeme gelmişti. Türkiye elindeki tankları daha modern bir sistemle donatmak için daha önce de başvuruda bulunmuştu.

Emperyalist-kapitalist devletler bu işgale tam gönülsüz değiller. Ancak yarım ağızla yaptıkları kınamalarla kendilerini kurtarmak ama bir taraftan da silah satışlarını sürdürmek, ABD’nin bölgedeki etkinliğini artırmalarına engel olmak ve zayıflayan çeteci güçlerin devamlılığını sağlamak adına bu işgalin faydalarını görüyorlar. Dolayısıyla yüksek perdeden bir itirazları olmadı, keza bunun karşılığını da kendi ülkelerinde yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlıların mülteci örgütleri başta olmak üzere devrimci, demokrat ve yurtsever örgütlerin protestolarıyla sarsılarak ödüyorlar.

Konu ile ilgili bir diğer gerçek ise başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da emperyalistlerin kendi çıkarları doğrultusunda oturtamadığı dengelerin her an değişebilme özelliğinin olmasıdır.

Zeytin Dalı Harekâtı için geri sayım başladığında Suriye rejiminin en baştaki tutumu “Hava savunma sistemlerimiz Türk uçaklarını vurmaya hazır” ve harekat başladığında ise “Bu bir işgaldir” şeklinde belli bir netlik taşırken harekata karşı sessizliği emperyalist Rusya’nın Suriye rejimini bu sürece sessiz kalmaya mecbur etmesi ile açıklanabilinir. Ancak 29 Ocak’ı 30 Ocak’a bağlayan gece yarısı TC ordu güçlerinin Suriye’nin içlerine doğru ilerlemesi sonrası Suriye’nin bu sessizliğini bozması ve TSK tanklarını vurması bu tepkisizliğin sürekli olacağı anlamına gelmez. Nitekim başından beri rahatsızlığını dile getiren (yine kesinlikle yüksek sesle değil) ve harekata Sınır Güvenlik Gücü oluşturması sebebiyle gerekçe olarak gösterilmesine karşın “en güçlü ordu” TSK’nın hedefinde olmayan ABD; TC güçlerinin Minbîç’e yönelirse burada karşı karşıya geleceklerini açıkça ilan etmiştir.

Emperyalist-kapitalist devletler bu işgale tam gönüllü de değiller. Çünkü gemi azıya almış olan faşist TC devleti, emperyalist-kapitalist devletlerin savaş ve çatışma ortamlarına giriş yapmadan önce manipülasyon yaratıp yalan-uydurma belgelere dayanarak hareket etme zekasından yoksun davrandığından kimse bunun kefaletini almak istemiyor. Kendi beslediği, sınırları delik deşik etmelerine göz yumduğu çeteler dışında bölgede bir “terör tehdidi” olmamasına rağmen böylesine zayıf bir argümanla ve belgesiz bir şekilde işgale soyunan TC devleti, elbette emperyalist ABD’nin bile içerisinden çıkamadığı kanlı Ortadoğu coğrafyasına, hele de direnen devrimci ve yurtsever güçlerin örgütlü varlığı karşısında gömülmeye mecburdur. Ortadoğu halkları nezdinde alamadığı destek ve kazandığı düşmanlık bir yana daha şimdiden uluslararası mahkemelerde “savaş suçlusu” olarak yargılanması için yeterince argüman birikmiş durumdadır. Hiçbir emperyalist, bu denli açık olan bir suça açıktan iştirak etmeyecek, başta Erdoğan olmak üzere kodamanları gibi kendi iplerinin çekilmesini kolaylaştırmayacaklardır. Fransa’nın bir yandan onay verip diğer yandan yaşananları uluslararası mahkemeye taşıması bu ikiyüzlülüğünün bir göstergesidir.

Kaldı ki Erdoğan’ın yüklendiği ve savaşa yolladığı TSK’nın bile bu işgale tam olarak sıcak baktığı söylenemez. Cemaat ve Kemalist asker kadrolarına dönük senelerdir sürdürülen operasyonların kendilerince “nitelikli” ve “deneyimli” komutan oranını azaltarak zayıflattığı böylesi bir dönemde TSK Ortadoğu bataklığına girme konusunda Erdoğan ve kodamanlarından daha isteksiz durumdadır. Bu durumda devreye ÖSO artıklarından, yolsuzluk-hırsızlık-rekabet ile birbirini yemekten semiren ve senelerdir TC devleti tarafından semirtilen çeteler girmekte; SADAT ve HÖH gibi AKP’nin özel savaş aygıtları meseleye önderlik etmektedir. Keza resmi hiçbir vasfı olmamasına karşın MGK’da yer bulan SADAT liderinin buradaki varlığının başkaca bir açıklaması olamaz. Ayrıca altını çizmek gerekir ki daha önce Cizîr, Şirnex, Sûr gibi “Çökertme” ismini verdikleri operasyonlar öncesinde, işin siyasal sorumluluğunu üstlenmemek, olası suçlamalardan kendisini muaf tutmak için hukuki kalkan talep eden TSK bunu TC devletinden kolaylıkla alabilmişti. Ne var ki bu kez yaşanacak savaş suçları için kendilerini koruyacak ne siyasi ne hukuki bir kalkan söz konusu değildir. “Çünkü bu konular, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinin değil Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetki alanına giriyor.” (Ragıp Duran, 29 Ocak, Artı Gerçek)

Peki Erdoğan tarafından Efrîn’de sahneye sürülen TSK müttefiki çeteler kimlerdir? Erdoğan’ın “Suriye’nin gerçek sahipleri” olarak ilan ettiği, “Allah’ın izniyle bu operasyonu birlikte kazanacaklarını” düşündürten ve CHP’lilere “Ulan ahlaksız, sen sıcak yatağında yatarken o ÖSO’lar benim Mehmedim’le beraber senin kol kanat gerdiğin teröristleri yok ediyorlar” dedirtecek kadar kendilerine yakın olan bu çete güçleri aslında tek bir çatı altında biraraya gelmiş değiller. “TSK ve MİT’in koordinasyonuyla Zeytin Dalı Harekâtı’na katılan ya da destek olan çok sayıda örgüt var. Öne çıkan örgüt veya koalisyonlardan bazıları şöyle: Cephet el Şamiyye, Feylak el Şam, Ahrar el Şam, Hamza Bölüğü, Ceyş el Nasır, Nureddin Zenki Tugayları, Sukur el Cebel, Semerkand Tugayı, Muntasır Billah Tugayı, Sultan Murat Tümeni, Fatih Sultan Mehmet Tugayı vs.”

“Lafın kısası Zeytin Dalı’nın gölgesinde yürüyen milis güçleri eski El Kaideciler, selefi cihatçılar, ‘ılımlı’ selefiler, siyasal İslamcılar, ılımlı İslamcılar, kendilerini hâlâ devrimci diyen ÖSO kalıntıları, savaş ağaları, fırsatçılar, macera arayanlar, paralı askerler ve MİT’in yönlendirdiği çevrelerden oluşuyor. Birinin adı şeriatçıya, diğerinin adı gaspçıya çıkmış birbiriyle uyumsuz, dağınık ve başıbozuk bir koalisyon. (…) Geçmişte El Kaide (Nusra Cephesi) ile aynı cephelerde yer almış olan bu gruplar, Fırat Kalkanı’nın kontrol ettiği alanlarda da birbiriyle çok da müttefik olamadı. Bu gruplar sıklıkla birbiriyle çatıştı. Çatışma nedeni yolsuzluk, hırsızlık, istismar suçlamalarıydı. Özünde ise rant kavgası ve rekabet var.

Bu grupların birçoğunun sicili etnik ve mezhebi temizlik, sivil katliamı, işkence, infaz, adam kaçırma, hırsızlık, yağma, kötü muamele ve istismar suçlarıyla dolu. Alevi düşmanlığı hepsinde ortak. PYD-YPG karşıtlığıyla nükseden Kürt düşmanlığı da yaygın. Hıristiyanlar da bu grupların elinden az çekmedi. En son Eli Kino’nun Ezidileri geçen yaz mezhepçi düşmanlığın kurbanı oldu.” (Fehim Taştekin, 29 Ocak, Gazete Duvar)

 

“Zafer bizim olacak”

Efrîn, Rojava’nın ulusal bilinci konusunda en yetkin olunan ve Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin örgütlülüğünün en yüksek olduğu yerlerden biri. Keza PYD ve YPG/J buranın yerel güçleri ve bölge halkıyla bağları oldukça güçlü. Harekat 10’lu günlerine girmesine karşın bölge halkının topraklarını Kerkük’te olduğu gibi terk etmemesi, bu dayatmaya karşı “Burası bizim toprağımız, bir yere gitmiyoruz” şeklinde açıklamalarla burayı savunmaya hazırlanması bunun en net göstergesi. Diğer yandan Halk Ordusu’nun Rojava güçlerinin de içerisinde olduğu Enternasyonal Özgürlük Taburu başta olmak üzere Türkiyeli ve dünyanın birçok yerinden devrimci güçlerin burayı Kobanê sürecinde olduğu gibi savunacaklarını açıklaması faşist TC’nin kana buladığı “Zeytin Dalı” operasyonundan öyle kolay çıkamayacağını göstermektedir.

Bunun bilincinde olan AKP’nin ilk icraatı OHAL’i 6. kez uzatmak, ülkedeki yasak ve baskıları koyulaştırmak olmaktadır. Keza Efrîn için yapılan her eyleme saldıran ve gözaltına aldıklarını kitlesel olarak tutuklayan TC devleti, “Savaşa Hayır” sloganına alerji kapmış gibi tüm saldırılarını bu sloganı yükselten kesimlere yöneltmektedir. Sosyal medya operasyonlarında “Savaşa Hayır” diyen 300’den fazla kişinin gözaltına alınması, “Savaşa Hayır” diyerek bildiri yayımlayan ilerici kesimleri “ahlaksız”, “vatan haini” ilan edilmesi; “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyerek açıklama yapan TTB’li doktorların “sözde doktor” ilan edilerek soruşturmaya tabi tutulması; “Savaşa Hayır” diyerek bildiri dağıtan, sokakta ajitasyon çeken, yol kesme eylemleri yapanların anda ya da sonrasında ev baskınları ile gözaltına alınması… gibi onlarca örnek sayılabilir.

Bu sürecin bu şekilde gelişmesi devlet bekası bakımından anlaşılır ve beklenir bir durumdur. Ancak bu sürecin daha da önemli bir ayrıntıya dikkatleri çektiği de görülmelidir. Söz konusu “muhalefet” ya da “sol” olduğunda “ak koyun-karakoyun” misali birbirine karıştırılan kesimlerin turnusol kağıdına batırılmışçasına ayrışması sürecin önemli özelliklerinden birisidir. İlk olarak devletin kurucu partisi olmasına karşı hala kendisinden “muhalefet” ve devrimci, demokrat, yurtsever kesimlere dönük nefretini her fırsatta açık etmesine rağmen “solcu” diye bahsedilen CHP, ırkçı kodlarına uygun tepkisini ortaya koymuş ve Efrîn harekatını desteklemiştir. Daha önce sınır ötesi harekatlar için tüm tezkerelere onay vermiş olmasına rağmen bu harekata destek vermiş olması kimi ilerici kesimler de “şok etkisi” yaratsa da* CHP’den başka bir tutumun beklenmesi aslında Kemalist faşist diktatörlüğün kibirli kliğinin temsilcisi olan CHP’nin bir egemen klik sözcüsü olduğu gerçekliğin tam olarak anlaşılamamasına içkin bir durumdur.

Bu süreçte kendilerine “komünist” ve “sol” etiketi yapıştıran TKP ve ÖDP de süreçten sosyal şovenizm zehriyle ayrışan kesimler oldu. Savaş karşıtı bileşenlerde yer almayan ÖDP’nin yayın organı olan BirGün gazetesi üzerinden “şehit asker” haberleri yapacak denli bir mecraya savrulması ve “Çekin Suriye’den Elinizi” bildirisi yayımlayan TKP’nin Efrîn’i Rojava’nın bir parçası olmasının durumunun reddiyesinden hareket ederek Suriye rejiminin bir parçası olarak görmesi, işgali ise “operasyon” şeklinde hafifseyici bir tabirle tanımlaması turnusol kağıdından Kürt düşmanlığı ile çıkanları açık etmiş oldu.

İşgal ve baskılarla devam eden süreçte bizlere düşen faşizmin haksız ve kirli savaşı karşısında tüm güçlerimizle ve bulunduğumuz tüm alanlarda güçlü bir karşı koyuş sergilemek, savaş karşıtı birliklerde aktif olarak yer almak, Efrîn’i Kobanê sürecinde olduğu aktif bir şekilde sahiplenmek ve bunun için savaşmaktır.

İşkencelerin en azılısına rağmen direnen ve bu yüzden idama mahkum edilen Zoya/Tanya’nın “Siz şimdi beni asıyorsunuz ama yalnız değilim. Biz iki yüz milyon insanız. Hepimizi asamazsınız. Çok geç olmadan teslim olun. Zafer bizim olacak” haykırışına Kürdistan topraklarında direnen Sûr kahramanlarından Şehîd Ferman Çiyager’in dediği gibi faşizme karşı savaşımızda “Ne olursa olsun, son muhteşem olacak” haykırışları ile karşılık verildiği müddetçe ezilen halklardan gücünü alanlar Efrîn’de tarih yazacak ve Nazi faşizmine özenenlere bir kez daha Stalingrad’ca cevap vereceklerdir.

 

* “CHP, sadakatinin nesnesi ortadan kalkmış olmasına karşın, hâlâ o nesne varmış gibi davranıyor, hâlâ devleti koruma misyonu ile hareket ediyor. Bu yanılgısı, artık olmayan bir devleti korumaya çalışmak, CHP’ye, onu Cumhuriyetçi, laik bir parti olarak işlevsizleştirmenin ötesinde, trajik bir boyut da kazandırıyor: AKP’de temsil edilen siyasal İslamın pasif devrim sürecinin topluma dayattığı yeni ‘hakikat rejimi’, biyopolitik, disiplin ve cezalandırma rejimleri, modern toplumun vatandaşlarının öznelliklerini parçalıyor. Yanılgısının bir sonucu, yanlış sadakatin öznesi olarak, CHP artık, laik- demokratik- Cumhuriyetçi bireylerin, bu parçalanma sürecinin yarattığı ağrılara katlanmasını kolaylaştıran, tepki vermelerini, direnmelerini zorlaştıran, siyasal İslam’ın rejimi için bir ‘destekleyici fanteziye’ dönüşüyor. Demokratik, laik, Cumhuriyetçi toplumsal muhalefet açısından, CHP, bu haliyle artık çözümün değil sorunun bir parçasıdır!” (25 Ocak, Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet)

“CHP, bir düzen partisi olmanın bile açıklayamayacağı bir iştiyakla siperdeki yerini aldı. Savaşın, iktidardaki partinin kendi hesapları için çıkarıldığını, gencecik çocukların ölüme gönderilmesinin sadece Saray’ı güçlendireceğini söylemek yerine başkomutana selam çaktı. Dillerinden düşmeyen ‘milli çıkarlar’ın Saray tarafından tayin edildiğini ve aynı Saray’ın çok yakında kendilerini de ‘milli çıkarlar’a aykırı diye hedef alacağını bilmezden geldi.” (24 Ocak, İleri Haber, Can Soyer)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu