DünyaGüncel

DOSYA | Türkmenler’de Göçün, Baskının, Yoksulluğun Ve Yoksuzluğun İfadesi: Bozlaklar Ve Abdallar* (1)

Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) Haber Merkezi tarafından "Bozlaklar Ve Abdallar" başlıklı dosyanın ilkini paylaşıyoruz.

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir**

1864’te Kozanoğulları ve Küçükalioğulları aşiretleri daha birçok Türkmen obaları gıbı Osmanlı’nın baskılarına, rüşvete ve Osmanlı’nın yerleşik hayatı Anadolu Türkmenleri’ne dayatması nedeniyle giderek zorlaşan göçebe yaşam koşullarına karşı isyan başlattı.

Mısır yenilgisinden sonra toplanma ve otorite kurmada zorlanan Osmanlı İmparatorluğu parçalanma ve yıkılmayla karşı karşıya kaldı. ”Yemede içmede bir / Şalvarı kaltak Osmanlı” Adıyaman’dan, Dersim’den, Akçadağ’dan, Kozan’dan, Gavur Dağları’ndan ve daha nice bölgeden ne asker ne vergi toplayamaz oldu.

Tersine, Avşarlar’a mensup Kozanoğulları ve Küçükalioğulları güçlendi ve ayaklanarak devleti tehdit etti. Bu tehdite karşı güçlü bir orduyla saldırıya geçen Osmanlı ayaklanmaları bastırdı. Böylece bölge halkı yerleşik hayata zorlandı. Artık dağlar temizdi. Ne var ki Dadaloğlu da zorla dayatılan yerleşik yaşama karşı direnenlerden olup, o da aşiretiyle birlikte isyan eder. Katliam, kan, gözyaşı, sürgün ve göç demek olan yenilginin ardından Çukurova Avşarları da parçalanır.

Kayseri’nin Tomarza ilçesinde doğmuş olan Dadaloğlu, obasıyla birlikte Çukurova’dan ayrılarak Sivas’ın Şarkışla ilçesine gider ve ölümüne kadar Kavaklıpınar köyünde kalır. Bir şiirinde, savaşın yenilgisini görmek mümkün. Der ki, ”Bir çıkmaza girdi bugün yolumuz / Geçit vermez bize Baranlı Dağı’mız / Kalır gayri burda ölümüz / Mert ağlasın namert olan utansın.” Baranlı Dağı Kırşehir ve Kaman arasında bulunan bir dağ olup, orta İç Anadolu’dan batıya giden yolun üzerinde bulunmakta.

Dadaloğlu; zorla dayatılan bir yaşama, dağlara çıkışı, cenki, direnmeyi ve ölümüne benliğini korumayı ifade eden durumu yukarıda paylaştığımız ünlü Avşar Bozlağı’nda bize çarpıcı bir şekilde sunmakta.

Yine aynı şiirinde ”Hakkımızda devlet vermiş fermanı / Ferman padişahın dağlar bizimdir” ve ”Nice koçyiğitler yere serilir / Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diyerek bugüne kadar gelen ve yarın da ezilenler ve direnenler tarafından cenk meydanlarında dillerden düşmeyecek olan ünlü sözleri de kullandı. İşte konumuz olan bozlaklardan bir örnek olan bu Avşar Bozlağı, daha birçok ayrı Avşar Bozlağı, Çukurova Bozlağı vd. gibi 20. ve 21. yy.’da onları en iyi havalandırmış olan ve bozlak icrasında yeri bir daha doldurulamayacak olan Muharrem Ertaş’la özdeşleşti. Yazımıza Muharrem Ertaş’a da yer vereceğimiz bozlaklar bölümüne girmeden önce Abdallarla devam ediyoruz.

‘Abdallığın Binasını Sorarsan’
-Nesilden nesile aktarılan ozanlık

Ey sofu molla sen bu abdallığı bilemezsin
Gözün kör olmuş hakikatı göremezsin
Kırklar meydanına varamazsın
Zalimler elinde ölen Pir Sultan Abdal’dır***

 

Günümüzde Abdallar kendi aralarında daha çok ‘Teber’ adını kullanmaktalar ve bu adı benimsemekteler. Teber, davul demek, davulcu anlamında kullanılır. Abdal adına dair farklı görüşler ortaya konsa da Abdal aşiretinin adının tam olarak kaynağı bilinmemekte.

Sibirya’da bulunan Yakut Türkleri’nde erkek şamanlara Abidal dendiği gibi Arapça’da da derviş, gezgin anlamında kullanılan ‘badal’ sözcüğü bulunmakta. Abdal adında bir Türkmen obası olduğu ve Horasan’dan Anadolu’ya geldiklerine dair görüşler çeşitli araştırmacılar tarafından sunuluyor.

Yine Safeviler döneminde İran’da Abdal adında Türkmen oymakları bulunuyordu. Horasan’dan diğer Türkmen obalarıyla birlikte Anadolu’ya göçen Abdallar, tahminen 4 bin çadırdan oluşuyordu. Bunlar ilk olarak Orta Anadolu’da Sivas ve Yozgat civarlarına yerleşip daha sonra bir kısmı bu bölgede kalsa da Kırşehir, Kırıkkale, Çorum, Konya, Denizli ve dahası birçok bölgeye göçmüş. Yoğunlukla Kaman ve Keskin yörelerini yurt edinmişler. Bir kısmı ise Rumeli’ye geçmiş.

Türkmen Alevilerce Horasan Erenleri olarak anılan, Anadolu’ya Horasan üzerinden gelen kimi Alevi dedeleri ve dervişlerinden bazıları Abdal adını taşımakta. Bunlar, derin felsefi ve dini bilgilerinin yanısıra aşıklık, ozanlık yapmalarıyla da ün saldılar. Abdallar’ın bu durumu kendilerini toplumun diğer kesimlerinden ayırdı. İlk zamanlar davul, zurna ve bağlama çalmada ustalık gösterirken daha sonraları kemanı da sazlarının arasına ekleyerek, havalarına zenginlik kattılar.

Anadolu’daki İslami etkiden dolayı Müslümanlarca saz çalıp söylemek, oynamak pek hoş karşılanmadığından toplum içerisinde bu görevi Abdallar üstlenmişler. Düğünlerde, törenlerde, uğurlamalarda çalıp söylemişler, oynamışlar. Düğünlerde köçeklik de yapmışlar. Halkımızca bilinen bir söz olan, ”Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz” sözü bu durumu ifade eder. Ayrıca yeri geldiğinde Cem törenlerinde de deyişler okuyarak çeşitli sazlar çalarak görev almışlar. (Pek bilinmese de, Garip Abdal Neşet Ertaş’ın kendi mahlasıyla yazıp havalandırdığı deyişleri var.) Bu nedenlerle günümüze kadar toplumdan tecrit edilmişler ve hor görülmüşler.

Çoğu zaman bilmeyenlerce hem aşağılama anlayışının yansıması hem de yanlış bilgilerden kaynaklı çingenelerle karıştırılmaktalar. Ayrı bir topluluk olan çingenelerle aşağılanma niyetiyle karıştırılmış olmaktan dolayı son derece üzüntü duyarlar ve hem çingenelerin aşağılanması hem de bu karışıklılığı kesin olarak reddederler. Eskilerde ozanların bulundukları ortamlarda kendi aralarında anlaşabilmek için çeşitli şifreler oluşturmuş olmaları ayrı bir dil konuştuklarına dair asılsız bir söylenceye neden olmuş.

Toplumdan tecrit olmalarının yalnızca sanatkarlıklarıyla olmadığı da bilinmeli. Osmanlı’nın ilk kuruluş yıllarında Aleviler’in etkisi; Şeyh Edebalı, Geyikli Baba, Hacı Bektaşi Veli gibi Alevi erenlerinin ve abdallarının etkisi görülürken, devletin büyümesiyle birlikte süreç içerisinde bu kesimlerin merkezi devlet otoritesinden giderek uzaklaşması ve devamında İran’da Safeviler’in iktidar olarak etkisinin Anadolu’da yoğunlaşmasıyla birlikte Abdallar bu durumdan etkilenerek onun bir parçası olmuşlar.

Bu durum toplumdan tecrit olan Alevilerin özelde ayri bir konumda bulunan Abdalların giderek içine kapanmasıyla sonuçlandı. Bu dönemin önde gelen Abdalları’ndan biri Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyü’nde doğan ve asıl adı Haydar olan Pir Sultan Abdal’ı karşımıza çıkarıyor. Ki, Alevi dedelerince ad alma geleneğine baktığımızda, Pir Sultan Abdal, ”Abdal Obası’nın piri” anlamına gelmekte.

Abdallar’dan olup adı günümüze kadar ulaşan, şiirleriyle çeşitli semah, bozlak vb. havalara kaynaklık eden ünlü halk ozanlarından bazılarını sıralarsak Dadaloğlu, Kazak Abdal, Güvenç Abdal, Kaygusuz Abdal, Sarı Saltuk, Pir Sultan Abdal, Teslim Abdal, Abdal Musa, vb. söz edebiliriz. Bunların arasında aşirete mensup olmayıp mütevazilik gösterme niyetiyle Abdal mahlasını kullananlar da var. 20. ve 21. yy.’da, aşirete mensup olan ozanlardan en bilinenleri Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Seyit Çevik, Bahri Altaş, Tufan Altaş, Nuh Akgün ve tabii ki de Garip (Neşet Ertaş). (Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu