Yorum

Devletin “yol”suzluğunda at izi ile it izi yan yana!

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile doruk noktasını bulan Gülen Cemaati ve AKP arasındaki çatışma, artarak ve çok fazla cephede çeşitlenerek devam ediyor. Düne kadar işçi ve emekçi kitlelere, ezilen yoksul milyonlara saldırılarda kardeş, Kürt ulusuna ve azınlık milliyetlere düşmanlıkta siperdaş ve emperyalizme uşaklıkta omuzdaş olanlar, bugün yine emperyal çıkarların ve yeni politik kamplaşmaların ürünü olarak birbirlerine girmiş haldeler.

Gelinen aşamada, daha önce gerçekleşen ve bakanların çocuklarını, yine birçok iş adamını ve belediye yetkilisini kapsayan tutuklama furyası ve açıklanan yolsuzluk dosyaları ile AKP, birçok noktada teşhir olmuş ve “kendi kitlesi” içinde dahi güvenilirliği sorgulanır hale gelmiştir. Karşılıklı yaşama geçirilen ve hegemonya mücadelesinde, rakibini tasfiyeye yönelen pratikler toplamda çürüyen bir sisteme, yolsuzluğa ve emperyalizme uşaklık temelinde devlete egemen olma çabasına işarettir. “Askeri vesayeti yıkmak” söyleminde omuz omuza yürüyenlerin, yeni vesayetler ile devlete egemen olma çabası bu temelde gözler önündedir.

At izinin it izine karıştığı devlet yolsuzluğunda, bugün AKP ve Gülen Cemaati arasındaki karşılıklı hamleler, bize on yıllardır devletin üzerinde yükseldiği kirli-karanlık işleyişi ve ilişkileri fazlaca teşhir ederken birçok cephede giderek daha da çürüyen; Kemalisti-Ulusalcısıyla, Cemaatçisi ve “ılımlı” İslamcısıya ellerinden emekçi halkın kanı damlayan bir devlet geleneğini de gözler önüne sermiştir.

MİT müsteşarı Hakan Fidan üzerinden süren tartışmalarla başlayan ve dershanelerin kapatılması gerilimi ile artarak yolsuzluk operasyonları ile tepe noktasını bulan AKP-Gülen Cemaati arasındaki atışmada, CHP ve MHP gibi düzen partileri de tartışmalara dahil olurken; gelinen aşamada onlarca politik gelişme yaşanmıştır ve mevzu bahis gelişmeler yaklaşan seçim süreci ile birlikte kamuoyunda çokça tartışılacaktır.

Sistem yeniden dizayn edilirken: Sallanan torbadan dökülenler…

Tartışmanın bir cephesinde AKP’nin uygulamaya soktuğu yeniden dizayn süreci vardır. Bu temelde birçok atama ve görevden alma uygulayan AKP, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yaptığı atamalarla, savcıların emirlerinin yerine getirilmediği bir yürütme süreci yaratmış, Gülen Cemaati’ne yakın duran kadroları işlevsizleştirerek 2. ve 3. dalga operasyonları engellemiştir. Binlerce kişinin atamalar yoluyla işlevsizleştirildiği tabloda ülkede gelinen aşama, tırlarda ne olduğu bilinmeyen “devlet sırları”, elinden dosyaları alınan savcılar, boşa düşürülmek için odaları dinlenen soruşturma savcılarıdır. Yani “ileri” demokrasi söyleminin ucube bir faşizm türevi olduğu bir kez daha ispatlanmıştır.

En son olarak da bu atamaların ve görevden almaların son ayağında, doğrudan soruşturmayı yürüten savcılar hedeflenmektedir. Ülkeyi on yıllardır Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yöneten AKP iktidarı, yandaşlarına ve çıkardaşlarına özel yasalar çıkarıp, rüşvet karşılığı imar izinleri verirken operasyon savcılarına müdahalede bulunmuş ve zaten mevcut olmayan hukukun üstünlüğü ilkesi söylem düzeyinde de tedavülden kalkmıştır.

Operasyonlarda tutuklananları ve onlarla doğrudan bağlantılı olan kendi prestijini kurtarmaya çalışan Başbakan,  yaptığı müdahalelerle birlikte Muacet Korkmaz, Emir Eroğlu ve Rüçhan Bayar’ın tahliyesini sağlarken, Rıza Zerrab’ın malları üzerindeki tedbir kararının kaldırılmasına itiraz eden operasyon savcıları Celal Kara ve Mustafa Erol’u dosyadan aldırdı. Bu hali ile soruşturmaya sonradan dahil olan savcı Ekrem Aydıner’in soruşturmaya tek başına bakacağı ve savcı Aydıner’in, savcı Celal Kara’nın yazdığı iddianameyi de çöpe atarak yenileyeceği kamuoyuna yansıyan bilgiler arasında. Celal Kara’nın hazırladığı iddianamede bir numaralı şüpheli olan Rıza Zerrab’a 37, eski İçişleri bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’e 137 yıl ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan’a da 336 yıl hapis cezası isteniyordu. Yine ek olarak Savcı Celal Kara’nın Adliye’nin yedinci katında bulunan odası, kattaki kameraların yönü değiştirilmek suretiyle izlenmiş ve dinlemenin arkasında MİT’in olduğu iddiaları basına yansımış durumda. Yine Başbakan’ın İzmir Cumhuriyet Başsavcılığını arayıp “Bu saate git. Cumhuriyet savcısını değiştir. Tüm kararları iptal et. Bu soruşturmayı durdur. Bunu yapmazsanız sonuçlarına katlanırsınız” dediği de tutanaklarda geçmekte. Yine operasyona katılan polis amirlerine de “örgüt” suçlamasıyla dava açılacağı söylemleri gündemdedir. Yani toplamda tüm bu karmaşa içerisinde açığa çıkan, devletin çürümüş ve yoz halinin resmidir. Hukukun üstünlüğü, “ileri” demokrasi söylemleri ile yıllarca –ve Cemaat’le de kol kola- öğrencilerden avukatlara, doktorlardan gazetecilere kadar her yerden “örgüt” çıkaranların; çıkarlar ters düştüğünde devleti “paralel” kılıp kendi vesayet anlayışları ile faşizmi örgütlediklerinin de ispatıdır.

Kim daha yolsuz…

Yolsuzluk operasyonlarının ardından düzen partileri cephesinde en sık gündeme servis edilen tartışma ise, kimin daha yolsuz olduğu ile ilgilidir. Birbiri ardına açıklanan dosyalar ve fotoğraflarla birlikte kimin diğerinden daha “kötü” olduğu kamuoyunun vicdanına sunulurken, bizler cephesinden ise neo-liberal piyasanın kuralsızlığının ve bürokratik kanalları sonuna kadar kullanma eğiliminin ispatıdır.

Bu cepheden alevlenen fotoğraf yarışı son günlerin en dikkat çekici tartışmalarından birisi haline gelmiştir. 17 Aralık operasyonunun ardından kamuoyuna yansıyan verilerin ötesinde sadece, Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın başında olduğu TÜRGEV’in hesaplarında olduğu iddia edilen 99 milyon 999 bin 990 dolar şaibesi sürerken, Başbakan’ın İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabının olduğu iddiaları da kamuoyuna yansımış haldedir. Başbakan’ın “altın tüccarı bir hayırsever” olarak lanse ettiği Rıza Zerrab’ın kimlerle ve ne şekilde ilişkilerinin olduğu fotoğraf tartışmasıyla beraber yeniden gündemleşmiştir.

AKP Grup Toplantısı’nda CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Sarıgül’ün yolsuzluk dosyasını açıklayan Başbakan’a misilleme olarak açıklanan fotoğrafta, Başbakan dahil tüm “yolsuzlar” tam kadro kadrajdadır. Yolsuzluk operasyonuna da kaynaklık eden bu ilişkiler;  MİT tarafından hazırlanan bir belgede de şu şekilde geçmektedir: “Rıza Zarrab’ın, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Muammer Güler ile mevcut ilişkisinin ortaya çıkması halinde, söz konusu hususların hükümet aleyhine kullanabileceği değerlendirilmiştir.”

Yani artık devletin tüm kurumlarının bilgisi dâhilinde ve açıktan yürüyen rüşvet ilişkileri, elden ele gezen binlerce dolarlık saatler ve ayakkabı kutularında servis edilen milyon dolarlar vardır. Konu özgülünde tartışmanın diğer cephesini temsil eden CHP de bu tablodan ve ilişkilerden azade değildir. Karşılıklı sallanan küfelerden, her klikten devletin, baştan ayağa bir yozlaşma halinde olduğu okunmaktadır. Bu noktada CHP’nin sicili, ihaleye fesat karıştıran vekillerden, İzmir vb yerlerdeki belediyelerin yolsuzluk sicillerinden okunmaktadır.

Seçimlere yüklenelim!

Başbakan’ın Gezi İsyanı özgülünde ortaya attığı “faiz lobisi” söylemi, açığa çıkan rüşvet ve yolsuzluk ağı ile berhava olurken, gelinen aşamada “rüşvetin ve rantın lobileri” hiç olmadığı kadar ayan beyan ve ortadadır. Bu temelde artık milyonların gözünde teşhir olan bir sistem gerçekliğinden bahsedebiliriz. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” esprisi tam da böylesi süreçlerde anlam kazanmakta ve çağrıya dönüşmektedir. Çürüyen, yozlaşan ve her gün bir pisliği daha açığa çıkan sistemin yollarında at izi ile iti izinin yan yana olduğu koşullarda devrim mücadelesini büyütmek, güncelin en anlamlı çağrısıdır.

İçinden geçtiğimiz yerel seçimler sürecinde; tüm cepheleri ve yönleriyle düzen partilerinin en geniş teşhirini sağlayarak devrim mücadelesinin koşullarını genişletmek ve bu temelde mücadeleyi büyütmek için yerel seçimler politikamıza daha güçlü sarılmak ve Demokratik Halk Devriminin çağrısını en geniş kitlelerle taşımak sürecin omuzlarımıza yüklediği en elzem görevdir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu