GüncelMakaleler

DENGE AZADÎ | Reformları onların olsun, zalimler için kıyamet kopsun!

"Reform” tartışmalarında devletin kimin çıkarına reform yaptığı çok açık. Tüm bunlar olurken halkın içinden yükselen hoşnutsuzluğun bastırılması gerektiğini düşünen faşist iktidar, işçi ve emekçilere başını kaldırma ve nefes alma imkanı tanımazken, bu konuda ilk elden Kürt ulusal özgürlük güçlerini de operasyonlarla baskılamaya çalışmaktadır"

Son dönemlerde bir “reform” sözcüğüdür, almış başını gidiyor. İlk “reform” duyurusu 13 Kasım günü; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nce düzenlenen Ceza Hukukunda Alternatif Çözüm Yolları Sempozyumu’nun açılış konuşmasında, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’den geldi.

“Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. (…) Arkadaş, yargı konjonktüre bakmaz, yargı hatıra bakmaz, yargı birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, Anayasa’ya bakar. Bizim beklentimiz budur” sözleriyle öne çıkan açıklamanın ardından Bülent Arınç ve İbrahim Kalın’ın birbirini destekleyen ve Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’nın bırakılması gerektiğine ilişkin sözleri, “hukuk reformu”na dair beklentileri artırdı. (Her ne kadar “kendi anayasalarını uygulasalar, zaten başta Demirtaş ve Kavala olmak üzere binlerce siyasi tutuklu zaten serbest olmalıydı, bunun için reforma gerek yok” demek içimizden geçse de, devletin niteliğini ve dönemsel konjonktürünü bildiğimizden bu tartışmaya girmeyeceğiz.)

Böylesi “iyimser” rüzgarlar estirilirken ortaya bir kare çıktı. 90’lı yılların kirli ve haksız savaş ağaları, mafya bozuntuları Korkut Eken, Engin Alan, Mehmet Ağar ve Alaattin Çakıcı, “biz burada, iş başındayız” mesajı verircesine Bodrum’da, birlikte poz verdiler.

Keza aynı dönemlerde Çakıcı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etti; faşist iktidarın küçük ortağı MHP Çakıcı’ya sahip çıkarken, iktidarın büyük ortağı AKP uzun süre sessiz kalarak Çakıcı’nın temsil ettiği mafyatik klik karşısında “çaresizlik” pozu sergiledi.

Sonrasında partisinin grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhur İttifakı, Türkiye’nin en geniş tabanlı ‘siyasi dayanışma’ örneğidir. Sayın Bahçeli’nin de ifade ettiği gibi Cumhur İttifakı asla gizli veya açık pazarlıklar üzerine kurulu değildir” sözlerini kullanarak küçük ortağı MHP ve mafya ekibiyle olduğunu teyit etmiş oldu.

Ha bir de, tehditleri kamuoyu önünde yapmasına ve suç duyurusu olmasına rağmen, Çakıcı’ya soruşturma açılmazken; Çakıcı’ya sosyal medyadan hakaret ettiği gerekçesiyle bir kişi gözaltına alındı: “Yaşasın reform”!

Biri “reform” mu dedi?

Bahsettiğimiz bu tablo ve açıklamalar egemenler nezdinde sürecin kısa bir özetiydi. Peki halk ve halkın örgütlü özneleri cephesinde “reform” tartışmaları nasıl karşılık buldu?

Aynı günlerde Gebze’de eyleme çıkan metal işçileri devletin kolluk güçleri tarafından işkence edilerek gözaltına alındı, “ücretsiz izin” ve sömürü -bu ekonomik kriz ve pandemi şartlarında- işçi ve emekçileri daha fazla yoksulluğa mahkum ederken işçiler homurdanmalarını daha fazla eyleme dökmeye başladı.

Cinayet ve nefretle kıskaca alınmaya çalışılan kadınlar ve LGBTİ+’lara dönük erkek-devlet şiddeti devam ederken kadınlar 25 Kasım vesilesiyle sokakları doldurdu, Erdoğan 25 Kasım’ı “Kadına Dönük Mücadele Günü” ilan ederek fikrini zikretmiş oldu.

Ve de özellikle Demirtaş ve Kavala ile birlikte dillendirilen “hukuk reformu” açıklamasının hemen ardından ilk olarak avukatlara yapılan operasyonlar, HDK ve HDP’li politik öznelerle devam ettirildi.

13 Kasım ile 29 Kasım tarihleri arasında 942 kişi gözaltına alındı, HDK Genel Merkezi ile kimi illerdeki HDP il binaları basılarak talan edildi. Erdoğan’ın “reform paketleri”nden çıkan “Kürt sorunu yoktur” (aynı grup toplantısı, 25 Kasım 2020) açıklamasından da anlaşılacağı gibi başta Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin güçleri olmak üzere “reform” halka saldırı ile geldi.

“Reform” ama kime reform?

Halka saldırı söz konusu ise “reform” kimin için dillendirildi? Aslında hem Adalet Bakanı hem de Erdoğan’ın açıklamalarına bakıldığında bunun cevabı çok açık. Bakan Gül, “Hukukun güvenilirliği ekonominin de güvenilirliğini destekliyor, iç içe geçmiş bir konumda. Bu konuda daha fazla güvence nasıl olur, yakın zamanda iş dünyasının bu konudaki beklentilerini de Hazine ve Maliye Bakanımızla birlikte dinleyeceğiz” dedi.

Ve aynı konuşmasında “İster yabancı, ister yerli yatırımcı, ister işçi, ister çiftçi, ister işveren, ne olursa olsun hukuk güvenliğini bu anlamda vatandaş lehine koruyacak, tutuklamaların keyfiliğinden uzak, tutuklamayı istisna olarak değerlendiren, hukuk güvenliğini daha da güçlendiren uygulamaları hep beraber sağlayacağız” diyerek vergi kaçıran, kara para aklayan, halkın cebini hortumlayan tüm patronlara ve bürokratlara güvence temin etmiş oldu.

Erdoğan da, “Kürt sorunu yoktur” dediği açıklamasında bakanın açıklamasını destekledi ve “Salgının yol açtığı ekonomik sıkıntıları çözmek için ihtiyaç duyulan her tedbiri alıyoruz. Yurt dışında ve yurt içindeki tüm vatandaşlarımızı, bu imkanı değerlendirmeye, ellerindeki parayı, dövizi, altını ve diğer sermaye araçlarını Varlık Barışı yoluyla sisteme dahil etmeye çağırıyorum” dedi, hukuki hiçbir yaptırım olmayacağına dair güvence verdi.

Keza bu açıklamadan sadece 3 gün sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan “Bazı Varlıkların Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Genel Tebliğ” Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre yurt içi ve dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını, 30 Haziran 2021’e kadar ülkedeki banka veya aracı kurumlara bildiren gerçek ve tüzel kişiler, söz konusu varlıkları serbestçe tasarruf edebilecek, bunlara vergi incelemesi yapılmayacak, bildirimde bulunanlardan herhangi bir belge istenmeyecek.

Ha bir de çok önemli değil (!) ama ABD’de yapılan seçimlerde yönetimin el değiştirmesinden kaynaklı yeni yönetime mesaj vermek 10 Aralık’ta AB Liderleri Zirvesi’nden beklenen TC devletine dönük yaptırım kararlarının çıkmasını önlemek ya da azaltmak gibi amaçlar da taşıyor bu “reform” açıklamaları…

 

Yarım kalan bir işimiz var…

Görünen o ki, “reform” tartışmalarında devletin kimin çıkarına reform yaptığı çok açık. Tüm bunlar olurken halkın içinden yükselen hoşnutsuzluğun bastırılması gerektiğini düşünen faşist iktidar, işçi ve emekçilere başını kaldırma ve nefes alma imkanı tanımazken, bu konuda ilk elden Kürt ulusal özgürlük güçlerini de operasyonlarla baskılamaya çalışmaktadır.

Egemenlerin daha önceki “reform”larına baktığımızda da farklı bir tablo görmeyiz. Keza sadece “Çözüm süreci” denilen dönemin fiilen sona erdirilmesinin ardından Temmuz 2015’ten Temmuz 2020’ye kadarki dönemde, 5 bin 365 kişi yaşamını yitirdi, 7 bin 986 kişi de yaralandı. (23 Temmuz 2020, İHD “Barış ve Çözüm Süreci Sonrası Silahlı Çatışmaların Başlamasının Beşinci Yılı Değerlendirmesi” raporundan.)

On binlerce insan gözaltı ve tutuklama terörü ile karşılaştı.

Bugün de durum farklı değildir. “İçeride” Kürt siyasi öznelere gözaltı ve tutuklama furyası uygulanıp bu saldırganlık gündelik bir rutin haline getirilirken, “dışarıda” da Suriye’de yarım kalan işi tamamlamak” misyonu yeniden dillendirilerek Kürt ulusunun Rojava’daki kazanımları hedeflenmektedir. (Keza ABD’nin yol gösterdiği Şengal’de yeni ve büyük bir operasyon hazırlığının dillendirilmesi ve Kürt birliğinin baltalayıcısı KDP’nin TC ve Irak yönetimi ile yeni dönem işbirliği bu kapsamda okunmalıdır.)

Tüm bunlar karşısında bizim açımızdan da durum açıktır. “Yarım kalan işimizi” yani faşist iktidarın alaşağı edilmesi, faşizmin yıkılması görevimizi “tamamlamak”!

Bunun için başta Kürt hareketi olmak üzere devrimci ve demokratik güçler ile yan yana gelişi her alanda güçlendirerek birleşik mücadelemizi faşist iktidarın karşısına dikmek! Bu olsun, egemenler ve zalimler için kıyamet kopsun!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu