Kültür&Sanat

Deneme / Ahmet Kalav Hocam’a “Düşünen yalnızlaşır”

Söylenecek bütün sözleri bir kenara bırakıp bir paradoksun içinde düşünmektir delilik. Oradaki ayrıntıya varanlar, sonuç çıkaranlar ya dahidir ya da delilerdir. Onlar ki tanrıya en yakın olanlardır aslında. Mülkiyet ilişkilerinden göçmüş, varlık nedeni mutluluk olan yüce bir sıfattır. Ben demeyen, diyorsa bile bunu tebessümü ile dile getirmektir tüm çabaları.

Uzun zaman önce karşılaştığımda “bu” dediler, “Ahmet Kalav falanca kişinin kardeşi biraz sorunludur” dediler. Aslında nedir sorun veya sorunluluk? İnsanın bütün zihinsel evreleri farklı çalışırken ve hiçbiri mutlak eşit değilse nedir sorunlu insan. Her insan bir başka insana göre zaten sorunlu olmuyor mu? Zaten mutlak eşitlik eşitsizliğin ta kendisi değil miydi? Bir ortam içerisinde herkes android telefonlarına gömüldüğünde sadece ikimiz kalmıştı kağıt parçası içinde bir şeyler arayan ve yaratan. Bu durumun farkına varan ilk o olmuştu. Ve muhabbetimiz öyle başlamıştı.

Bu sohbetimizde inanır mısınız özne, bilinç ve toplum konusunu herkesin “deli” dediği Ahmet Kalav’la tartıştım. O zaman şu sözleri zihin dünyamın kaosunu inşa etti. “İnsan aslında doğaya aykırı bir varlık. O doğayı reddettiği için insan oldu.”

Aslında doğa ve insan arasındaki diyalektik bağ bugüne kadar hanemize birçok kavramı sığdırdı. İnsan doğayı reddettiği oranda insan oldu ve ona yabancılaştığı oranda da kendisine ve topluma yabancılaşarak birçok toplumsal kimlik yarattı. Bu kavramlardan ve kimliklerden birisi de “DELİLİK” olarak Ahmet Kalav’a verilmişti. Yaptığımız sohbetin sonunda bana dönerek şunu söyledi “benden önce ölme üzülürüm”

Ey be deli!

Bak benden önce terk ettin bu düş diyarını…

Ben senin gibi olamam ey deli ya da sen benim gibi olamazsın… Bu diyarı ben bu bilinçle tanıyamam, tanıtamam. Benim sözlerim senin sözlerin karşısında hükümsüzdür. Zira biz “akıllılar” senin muhakemenden uzak. Neden mi, çünkü sen mülkiyet ilişkilerinden arı bir bakış ile baktın tüm olgulara.

Senle son görüşmemizde bir taş üstüne oturmuş, KPSS soruları çözüyordun. “Ben birçok isim yetiştirdim, ama hepsi benden uzak ama ben onlara o kadar yakınım ki, onlar bunun farkında değil” dediğin vakit, buradan ne sonuç çıkarmam gerektiğini sordum sana; sen de bana “onlar bu hayata benim verdiğim derslerle tutundular. Ben olmasaydım onların yaşam ile bağları olmazdı” dedin.

Kimse senin ruh halini anlamıyordu. Sonuç odaklı bir tespit ile “deli” deyip geçiyorlardı. Ama varlık nedenlerini sorgulamayanlar bunu söylüyordu ne garip değil mi?

Ayrılık vakti geldiğinde, buradan ayrılacağımı söylediğimde benden daha önce sana okuduğum bir pasajı okumamı istemiştin. “Madem şimdi sen gidiyorsun ve bu kez ebedi o zaman bir kez daha okumalıyım” dedim DELİ Ahmet Kalav!

“Ben senin gibiyim, ey Gece, karanlık ve çıplak; gündüz düşlerimin

ötesinde yanan patikada yürürüm ve ne zaman ayağım toprağa dokunsa oradan dev bir meşe ağacı çıkar.”

“Yo, sen benim gibi değilsin, ey Deli; çünkü sen hâlâ kumda bıraktığın ayak izlerinin ne kadar büyük olduğunu görmek için arkana bakarsın.”

“Ben senin gibiyim, ey Gece, sessiz ve derin; ve yalnızlığımın ortasında bir beşikte bir Tanrıça yatar ve Cennet’te doğan yalnızlığımda Cehennem’e dokunur.”

“Yo, sen benim gibi değilsin, ey Deli; çünkü sen hâlâ acı karşısında ürperirsin ve uçurumun şarkısı seni korkutur.”

“Ben senin gibiyim, ey Gece, vahşi ve korkunç; çünkü kulaklarım mağlup ulusların çığlıkları ve yitirilmiş toprakların iç çekişleriyle dolu.”

“Yo, sen benim gibi değilsin, ey Deli, çünkü sen hâlâ kendi küçük benliğini kendine yoldaş alırsın ve dev benliğinle dost olamazsın.”

Ben senin gibiyim, ey Gece, acımasız ve korkutucu; çünkü bağrım denizde yanan gemilerle tutuşur ve dudaklarım ölen savaşçıların kanıyla ıslanır.”,

“Yo, sen benim gibi değilsin, ey Deli, çünkü hâlâ bir iyilik meleği olma arzusuyla dolusun ve hâlâ kendi üstünde bir yasa yapmadın.”

“Ben senin gibiyim, ey Gece, neşeli ve mutlu; çünkü benim gölgemde oturan gerçek şarapla sarhoş olur ve beni izleyen kadın sevinçle günah işler.”

“Yo, sen benim gibi değilsin, ey Deli, çünkü senin ruhun yedi kat giysiyle kaplıdır ve sen kalbini elinde tutamazsın.”

“Ben senin gibiyim, ey Gece, sabırlı ve tutkulu; çünkü göğsümde, solgun öpüşlerin kefenleriyle binlerce sevgili gömülü.”

“Öyle mi, Deli, sen benim gibi misin? Sen benim gibi misin? Ve bir ata biner gibi fırtınaya binebilir ve bir kılıç olup şimşeği tutabilir misin?”

“Senin gibi, ey Gece, senin gibi güçlü ve uluyum ve tahtım gözden düşmüş tanrıların yığını üstüne kurulu ve benim önümden de günler elbisemin eteğini öpmek için yüzüme hiç bakmadan geçerler.”

“Benim gibi misin, ey karanlık yüreğimin çocuğu? Ve benim yaban düşüncelerimi düşünür ve boş sözlerimi mi konuşursun?”

“Evet, biz ikiz kardeşiz, ey Gece, çünkü sen evreni açığa çıkarırsın, ben ruhumu.*

 

* Halil Cibran

 

Bir Özgür Gelecek okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu