Makaleler

Camdan sarayları ufacık bir kaldırım taşıyla tuz-buz olacak! BİLİYOR VE KORKUYORLAR, KORKACAKLAR!

15 Temmuz darbe girişimine “Allah’ın lütfu” diye minnetle sarılan AKP’nin  reisi RTE, 20 Temmuz’da gerçekleştirdiği darbeyle ülkeyi, saraydan KHK’larla yönetmeye başladı ve buna devam ediyor. KHK’larla yönetilen ülkemizde en son gündeme getirilen 696 No’lu kararnameyle hapishanelere yönelik TTE (Tek Tip Elbise) saldırısının da startı verildi. RTE’nin “FETÖ tutukluları Guantanamo’daki gibi TTE ile mahkemeye getirilecek” buyruğunu emir kabul eden hükümet, 696 sayılı KHK ile hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin mahkemelere tek tip ile getirilmeleri faşist uygulamasına 2018’de başlayacak.

TTE saldırısı yeni değil. Daha önce RTE’nin öncelleri askeri postallılar/cuntacılar da bu saldırıyı gündeme getirmişlerdi. Hem de 12 Eylül gibi ağır bir askeri darbe gerçekleştirmelerinden hemen sonra… O zaman da bu uygulamayla devrimci tutsakları esir alacaklarını sanıyorlardı ama fena yanıldılar! İnsanlık dışı uygulamalardan, işkencelerden, idamlardan ve yarattıkları korku imparatorluğundan sonra getirdikleri TTE saldırısı, devrimci tutsakların direniş duvarına çarparak paramparça oldu. Yaşanan uzun bir irade savaşından sonra AFC (Askeri Faşist Cunta) yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Hakim sınıfların iktidardaki kliği, 1986 yılının sonunda TTE uygulamasından vazgeçmek zorunda kaldı.

Bugün de hakim sınıfların iktidardaki kliğinin başı RTE’nin emriyle gündeme sokularak esasta devrimci tutsakları etkisizleştirmek, esir almak ve dolayısıyla dışarıdaki devrimci dalgayı boğmak için gündemleştirilmek istenen TTE saldırısı içeride devrimci tutsakların, dışarıda da devrimcilerin, geniş halk kesimlerinin katılımıyla gerçekleştirilecek direnişlerle, sokak eylemleriyle yenilgiye uğratılacaktır. Bunun kendiliğinden olmayacağı da ortadadır. Bundan dolayı TTE’nin aslında tüm toplumun sokulmak istendiği tek tipleştirme formülasyonu olduğunu görerek tüm alanlarda direniş ve dayanışmayı büyüten bir hatla bu saldırıyı yanıtlamak göreviyle karşı karşıyayız.

 

Erdoğan’ın yüzündeki dehşet

696 sayılı KHK’nin bir diğer özelliği de önümüzdeki süreçte gerçekleşecek sokak eylemleri, basın açıklamaları vb. etkinliklere yönelik yapılacak saldırılar için AKP’nin vurucu silahlı gücünün yasal hale getirilmesi için gündeme sokulan düzenlemeleri içeriyor olmasıdır. AKP ve onun başı RTE,  kendisine biat edenleri silahlandırarak yargılanmalarını da engelleyerek derinleşen ekonomik ve siyasi krizinin yarattığı tıkanıklıkta kendi “nefes açıcı” kanlı ordusunu yaratıyor.

AKP’li kodamanların genel olarak bir koruma ordusu ile hareket ettikleri bilinse de bu konuda rekorun reisleri RTE’ye ait olduğu bilinmektedir. Bunun dışında polis ve SADAT (ve son olarak da HÖH) ile şekillendirilen askeri güçleri de kendisine bağlı bir şekilde yürüten egemen güçlerin bu düzenleme ile toplumu ihbarcı ve yeri geldiğinde katil ve hırsızlıkta nam salmış reislerinin bekasını korumak için her türlü savaş aygıtını kullanan “sivil bir ordu”ya dönüştürme ve bunu cezasızlık kılıfına büründürme gayreti güdülmektedir.

Elbette bu, egemenler açısından ciddi bir hazırlık anlamına geliyor. Ancak tablonun okunması gereken bir bölümü de bu kadar düzenlemeye ihtiyaç duyan egemenlerin yaşadığı korku, gördükleri kabuslar olmalıdır. Keza RTE’nin 25 Aralık 2017 tarihinde Şirnex’te partisinin düzenlediği 6. Olağan İl Kongresi’nde yaşadığı panik, bunun en net dışa vurumunudur. RTE’nin “etrafında kuş uçurtmamakla meşhur” koruma ordusunun varlığına rağmen bir kişinin Erdoğan’a koşarak sarılması üzerine burjuva medya aygıtları, bu durumu “güvenlik zaafiyeti” olarak yorumlayarak, ortaya dökülen gerçeği manipüle etmeye çalıştılar. Ancak durum açıktır: Halktan varlığı gereği kopmuş olan devlet bürokrasisini en üst seviyeye çıkaran faşist diktatör Erdoğan, kabus dolu günler geçirmekte; yemeğinden giyimine, kendisine yaklaşan kişilerden bürokratlarına kadar şizofreniye varan bir kuşkuculuk içerisinde, kabus dolu günler geçirmektedir. Bunu anlamak için bu hırsız-katil diktatörün çok yakınında olmaya gerek yoktur. Sarılma anı ve sonrasında, 10 saniyelik video görüntülerinde yer alan Erdoğan’ın yüzündeki dehşet tek başına yeterli olmaktadır.

 

Biat etmeyen diriler ve ölüler

Son pratiğin vuku bulduğu yerin, daha geçtiğimiz yıl faşizm tarafından yerle bir edilip yüzlerce kişinin bodrumlarda yakıldığı Şirnex olması da Erdoğan’daki korkuyu artıran etmenlerdendir. Kendisine biat etmeyenin, egemenlere karşı isyanı seçenlerin değil dirisine, ölüsüne bile tahammül edemeyenler için bu faşist kıyımların, yıkımların elbette bir karşılığı olacağını en iyi yine bu kanlı muktedirler bilmektedirler. Keza bu nedenle Kürdistan coğrafyasının sadece dirileriyle değil, direnirken ölenleriyle bile hesaplaşmaya devam etmekte, faşizm en acımasız yüzünü burada ortaya sermektedir.

Son olarak kimisi ülkedeki savaş ortamında, kimisi ise Suriye’de, Rojava’da DAİŞ’e karşı savaşırken şehit düşmüş 267 Kürt direnişçisinin mezarının bulunduğu Bedlîs’te (Bitlis) bulunan Garzan Mezarlığı’nın iş makineleriyle bütünüyle yıkıp buradaki gençlerin kemiklerini İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda saklayacak kadar saldırganlaşanlar, kendilerine uzanan her elden korkar hale geleceklerdir elbette. Çünkü onlar da biliyorlar ki; hem sınıfsal hem de tarihsel olarak haksız oldukları bir çatışmada ayrıcalıklı koltuklarına, egemenliklerinin iktidarına başkaldıranların varlıklarını hiçbir zaman tamamen yok edemeyeceklerdir. Tam da bu yüzden direnenlerin ve direnerek can verenlerin ölü bedenleri üzerinde de savaş yürütürler. Amaçları mezarsız bırakmak, yani direneni “tarih dışına itmek”tir. Muktedirler buraları “fethedebilecekleri” bir alan olarak görmekte ve mezarlıkları bu yüzden hedef almaktadırlar.

Kürdistan coğrafyasında mezarlıkların devlet eliyle yıkılması, yakılması veya ölülerin işkencelerden geçirilmesi, toplamda bu coğrafyadaki yıkımdan bağımsız değil, burada Kürt ulusal özgürlük mücadelesine dönük 2014’ten bu yana kesintisiz sürdürülen “diz çöktürme” politikasının devamıdır. Toplumsal direniş hafızasını da yok etmeye çalışan faşizm, kendisine biat etmeyen ve bunun için ölümüne bir direnişi göze alan isyancıları yeniden öldürmeyi amaçlamaktadır.

Ancak faşizme ne denli sarılırlarsa sarılsınlar hayat onlar için asla kolay değil ve asla da olmayacak! Ülkemiz egemenlerinin güncel durumu bunun en bariz göstergesidir.

 

Bana arkadaşını söyle…

Ülkeyi KHK’lerle yöneten, açık hapishaneye dönüştüren AKP yönetimi ve onun başı RTE son zamanlarda ne ABD’ye ne de AB ülkelerine gitmiyor/gidemiyor. Ancak Ortadoğu ve Afrika ülkelerine ziyaretler yapabiliyor. 2017’nin son gezilerini de Afrika ülkelerine yapan RTE, Sudan’ı da ziyaret etmiş, burada sınıf kardeşi ve kendisi gibi katliamcılığı ile ün yapmış, Darfur’da yaptığı soykırım nedeniyle uluslararası mahkemelerce savaş suçlusu ilan edilmiş ve ülkesinin dışına çıktığı ve bu mahkemelere taraf olan herhangi bir ülkeye gittiği vakit hakkında tutuklama kararı olan Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir tarafından şaşalı bir şekilde karşılanmıştı.

RTE’nin soykırımcı El Beşir ile kardeşliklerinin derinleşmesi ise an meselesidir. Keza RTE hakkında da halihazırda Almanya’da hazırlanan bir dosya mevcuttur. Diğer yandan yine uluslararası mahkemeler tarafından Suriye’de gerçekleştirilen katliamlardaki rolü nedeniyle yargılanması için RTE hakkında yapılan bir başvuru da mevcuttur. Her ne kadar kendisi; “Dağ fare doğurdu” sözünü doğrularcasına bir ayı aşkın süredir devam eden asgari ücret tartışmalarından 1.603 TL şeklinde bir sefalet sonucu çıkmış ortamda milyonlarca işçi ve emekçiye “Asgari ücreti beyefendiler beğenmiyor. Ya eline diline dursun” diye hakaret edebiliyor, kadro isteyen işçiyi “Ne kadrosu yahu, çalışıyorsunuz ya işte” diye azarlayabiliyorsa da bu tavırlarının hiçbirinin onun “kaygısızlığından” olmadığı ortadadır. Muktedirliğin şımarıklığında oldukları kadar saraylarının ufacık bir kaldırım taşı ile tuz buz olacağı gerçeğinden tedirginler, korkuyorlar, korkacaklar!

 

Egemenlerin korkusu her yerde: Irak ve İran

Erdoğan ve şürekasının yaşadığı korku ne bireyseldir ne de sadece ülkemiz egemenlerine has bir durumdur. Dünya halklarını yoksulluğa, ölüme, eşitsizliğe, mutsuzluğa mahkum eden emperyalist-kapitalist sistem, topyekun bir korku bataklığı içerisindedir. ABD’de 2008’de patlak veren ve o tarihten bu yana derinleşen ekonomik ve siyasi krizin faturasını halklara sömürü, çatışma ve savaş olarak kesen emperyalist-kapitalist sistem; kaçınılmaz olarak bir tıkanıklığa sürükleniyor. Kendi aralarındaki rekabet kızışıyor, teknolojisi yükseltilmiş silah üretimleri ile restler çekiliyor, yarı bağımlı ve bağımlı ülkelere silahlar halkların paraları çalınarak depo ediliyor.

Ancak diğer yandan cehenneme çevirdikleri Ortadoğu ve Afrika ülkelerine “barış”, “huzur”, “yatırım” başlıkları altında iyi niyet taşları döşeyenler, bugün o taşların halklar tarafından yerlerinden sökülerek isyana dönüşmesine engel olamamaktadırlar. Kuşkusuz bunun son örneklerini Irak Kürdistanı ve İran’da (İran Kürdistanı’na özel olarak vurgu yapmak gerekmektedir) görmek mümkündür.

Irak Kürdistanı’nda Barzani ve Talabani aşiretleri arasında yaşanan egemenlik yarışının çoktandır su yüzüne çıkmış olması, geçtiğimiz yıllar içinde Şengal’de Êzidîlerin DAİŞ cellatlarına teslim edilmesi ve son olarak da Kerkük’te HPG gerillaları dışında tek kurşun atmadan buranın da teslim edilmesi ortaya bir fatura çıkaracaktı elbet. Nüfusu yüzde yetmişin üzerinde 25 yaş altındaki genç ve çocuklardan oluşan bir bölge olan Irak Kürdistanı’nda geleceksizlik ve belirsizlik içerisinde bırakılan genç kuşağın isyan etmesi kaçınılmazdır. Aşiretsel bağların kullanılarak bastırılmaya çalışılan ve “memur maaşlarının ödenmesinin geciktirilmesi” ve “kemer sıkma politikaları”na teki olarak gelişen bu direnişler, şimdilik sönümlense de; Ortadoğu ve Afrika coğrafyasını saran ve şimdiye dek direkt olarak bu bölgeyi etkisi altına almamış olan isyan dalgasının burada da fırtınaya dönüşeceği açıktır.

Irak Kürdistanı’ndaki eylemlerin üzerinden henüz 10 gün geçmemişken bu kez benzer talepli eylemler İran’da baş gösterdi. Direnişlerin ilk 5 günü içerisinde 12 kişinin İran devleti tarafından katledilmesine yol açan bu eylemler ekonomik ve politik talepler içermekte, çeşitli kesimleri biraraya getirmesi, sosyal medyanın etkinliği, kendiliğinden oluşu yönüyle Gezi İsyanı’yla benzer özellikler göstermektedir. Yaşanan protestolar da İran egemenlerinin saldırıları da sertleşirken göründüğü üzere bu protestoların Şii molla rejiminin iktidar dengesini çok güçlü şekilde sarsacak düzeyde etkili olduğunu ya da şimdilik olacağını söylemek zor. Ancak protestoların çok geniş bir alanı kapsaması ve çok uluslu bir ülke olan İran’daki ulusal güçlerin etnik talepleri kapsayacak düzeyde genişlemesi iktidar güçlerini sarsma ve önümüzdeki yıllarda bu süreç tahmin edilenden çok daha fazla genişleme potansiyeline sahip olduğunu görmek gerekir. 81 milyon nüfusa sahip olan İran çok sayıda ulus, azınlık ve inancı barındırmakta, TC devletinden farklı olarak özellikle dini azınlıkları yok etme yoluyla asimile etmektense uzun erimli bir asimilasyonu öngörmekte olan bir yapıya sahiptir. Kuşkusuz bu özelliklerinin yanısıra gözlerin buraya çevrilmesine neden olan İran’ın en önemli yanı artan ekonomik potansiyeli ve sahip olduğu enerji yatakları ile faşist TC devletinden sonra en çok asker sayısına sahip olan ülke olduğu gerçeğidir.

İran’ın kemer sıkma politikalarının yarattığı ekonomik bunalım ve yüksek seviyedeki işsizlik, eylemlerin temel nedenlerinden biri olsa da eylemlerde öne çıkan birçok çelişkinin de bu eylemleri beslediği görülmektedir. Molla rejiminin yarattığı bir zümrenin iş ve yaşam koşullarında daha büyük olanaklara, ayrıcalıklara sahip olması, askerileştirilmiş toplum düzeni ile toplum üzerinde kurulmaya çalışılan korku hakimiyeti ve yolsuzluklar öne çıkan başlıklardandır. Diğer yandan baskı altına alınan kadın ve Kürtlerin bu eylemlerde belirleyici konumda olmaları da direnişi derinleştiren konulardandır. Kadınlar direnişlerin en önünde yer almakta, Kürt bölgelerinde halk devlet binalarını işgal etmektedir.

İsrail ve ABD’nin ellerini sıvazlayarak karşıladığı ve destek mesajları yayınlaması kuşkusuz İran halkı içerisinde İran egemenlerinin yarılma yaratması için kullanılan bir argüman olmasının dışında emperyalistlerin kendi ajandalarına uygun olarak yoksulların isyanını mülk edinme ve sonrasında manipüle etme niyetlerini ortaya sermektedir. Yasaklı İran Komünist Partisi CPI ve TUDEH’in yaptığı açıklamalardan da ortaya çıkan durum, bu protestoların önderliksiz olduğu ve acilen devrimci ve yurtsever öznelerin buluşmasına ihtiyaç olduğudur.

 

Birleşik ve kesintisiz mücadele

Irak ve İran’da yaşananlar ülkemiz komünist özneleri açısından dünya halklarının isyanına birer örnek teşkil etmesi bakımından heyecan uyandırıcı olmasının yanısıra Suriye’de yaşanan protesto, isyan ve sonrasında iç savaşın ülkemiz devrimci dinamikleri açısından ve özelde de Kürt meselesinde yarattığı durum söz konusu Irak ve İran olduğunda da benzer etkilere yol açabileceği görülmelidir. Ortadoğu halkları her türden gericiliğe karşı -çoğunlukla kendiliğinden- dipten gelen öfkesini dışarı vururken bu dalganın ülkemiz açısından benzer şekillerde dışa vurumu olacağı açıktır. Bunu şimdiden görmek ve dalgayı yüzeyde bu kez hazırlıklı yakalamak gerekmektedir.

Ancak ortada bir sorun var! Özelde 696 Sayılı KHK sonrası daha sık bir şekilde dillendirilir olan “iç savaş” argümanı ve psikolojisinden çıkılması, egemenlerin on yıllardır “protestoculuğu” temel alan ve açık/demokratik alanda örgütlenmeye ağırlık vermiş bir devrimci hareketin, toplumsal muhalefetin bastırılması için iç savaş çıkarılmayacağının görülmesi gerekmektedir. Kuşkusuz egemen düşman güçler, faşist diktatörlüğü farklı biçimlerde yeniden inşa ederken bu süreçte önüne çıkabilecek direniş zeminlerine karşı da hazırlık yapmaktadır. Ancak sıkça dillendirilen “iç savaş” argümanı, devrimci ve ilerici hiçbir hareket tarafından karşısında örgütlenilmesi gereken bir durum olarak değil, tam tersine geri çekilen ve düşmanına karşı barikatlarını daha geriye kurarak düşmanın manevra alanını genişleten bir etki yaratmaktadır. Hal böyle iken bu pek de gerçekçi olmayan argümandan uzaklaşılması, faşizme karşı birleşik ve kesintisiz bir mücadelenin örgütlenmesi gerekmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu