GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Bir Mücadele Yılını Geride Bırakırken…

Birleşik mücadele güçlerinin kampanya çalışması bu açıdan önemlidir. Kitlelerle temas eden, tartışan ve tartıştıran, sokağı ve mücadeleyi temel alan mücadele ve örgütlenme pratiği ısrarla devam ettirilmelidir.

Bir mücadele yılını geride bırakırken, geleneksel olarak geçmiş bir yıl değerlendirmesi yapılır. Ancak çok geriye gitmeden son birkaç haftada yaşananlar dahi içinde bulunduğumuz tabloyu özetlemeye yetmektedir.

Zira son günlerde yaşanan kimi gelişmeler, Türkiye’de sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu durumu özetler niteliktedir: 6 yaşındaki çocukların evlilik adı altında cinsel istismara maruz bırakıldığı; Eskişehir’de 6 yaşında bir çocuğun yetersiz beslenmeden, açlıktan ve işkenceden öldüğü ya da Rojava’da olduğu gibi başlarına bomba yağdırılarak katledildiği koşullarda, bu koşulların yaratıcısı ve sorumlusu olan hakim sınıfların İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı üzerinden birbirleriyle “hukuk” adı altında dalaşına tanık olduk ve oluyoruz.

Uluslararası alanda 2022 yılının başlarında Rusya’nın Ukrayna işgaliyle daha da derinleşen emperyalistler arası krizin etkileri ağırlaşarak sürerken, istisnasız bütün hakim sınıflar keskinleşen bu çelişkilere göre konumlanıyor. 2022 yılı ABD-AB ve Rusya emperyalistleri arasında çatışmanın Ukrayna sahasında örtülü de olsa silahlı çatışmaya evrilmesiyle emperyalist kapitalistler; önümüzdeki yıllarda bu çatışmanın bir üst evreye sıçrama ve tarafların açıktan birbirlerini hedef alma ihtimaline göre hazırlanıyorlar.

Nükleer savaş tehditlerinin açıktan açığa dillendirildiği bir yılı geride bırakırken, örneğin Çin gibi “genç” emperyalist güçler, olası yeni pazar savaşından pay kapabilmek için hazırlanıyor; Almanya’dan Japonya’ya “dünyanın efendileri” silahlanmaya daha fazla bütçe ayırdıklarını açıklıyor.

Bu anlamıyla geride bıraktığımız 2022 yılı için, insanlığın kapitalist sistemin sömürü ve aşırı kâr hırsının sonucunda doğayı tahribatının ürünü olarak ortaya çıkan korona virüs pandemisini çabucak unuttuğu, ancak işçi sınıfının ve ezilen dünya hakları açısından gerçek bir virüs olan emperyalist kapitalistlerin yeni pazar savaşlarına hazırlandığı bir yıl oldu denilebilir.

Türk hakim sınıfları açısından 2022 yılı; uluslararası alanda yaşanan bu krizin derinleşmesi ve çelişkilerin keskinleşmesinden -tarihsel olarak her zaman yaptıkları gibi- kendilerine pay çıkarma çabalarıyla geçti. Türk devletinin bir “beka sorunu” olarak tanımladığı, sınır içinde ve sınır dışında Kürt ulusunun kazanımlarına ve elde ettiği mevzilere yönelik, aralarında kimyasal silah saldırılarının da olduğu askeri saldırganlık hız kesmeden devam etti. Sınır içinde ve sınır dışında askeri saldırganlığa paralel olarak yoğun bir ırkçı şoven politika izlendi.

Rojava’dan, Irak Kürdistanı’na oradan Ermenistan’a ve Yunanistan’a kadar “bir gece ansızın gelebiliriz” tehditleri hız kesmeden devam ettirildi. “İç ve dış düşmanlar” söylemi daha fazla dillendirildi. Ne kadar çok bağırılırsa o kadar çok, yoksulluğun, sömürünün, katliamların üzerinin örtülebileceği faşist siyaseti izlendi.

Gerçeklerin farkında olan, itiraz eden ve dahası bu faşist siyasete ve saldırganlığa karşı mücadele edenlere yönelik daha fazla baskı, gözaltı ve tutuklama siyaseti izlendi.

Türk hakim sınıfları, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halka yaşattıkları derin yoksulluğu ve Kürtler, Alevilere, kadınlara, LGBTİ+lara, çocuklara, sokak hayvanlarına… Kısacası kendinden olmayan, kendine biat etmeyen herkese uyguladığı baskı, katliam ve sindirme pratiğini, ırkçı, şoven ve cinsiyetçi politikaları propaganda ederek gizlemeye çalıştı. “Uğruna ölürüm Türkiye” gibi propaganda şarkıları eşliğinde dağına, taşına, ırmağına kısacası topraklarına sahip çıkan yoksul köylülerin ve çevrecilerin üzerine jandarma dipçiğiyle gitti.

İşçi sınıfının en temel haklarından olan grev gibi bir mücadele hakkını, “milli güvenlik” adı altında yasaklayıp; asgari ücret adı altında milyonlarca çalışan işçiyi sefalet koşullarında yaşamak zorunda bırakmak yetmezmiş gibi; “Vatandaşımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz. Bunun için insanlarımızdan sabır bekliyorum” denilerek tevekkül çağrısında bulunuldu. (R.T.Erdoğan, 5 Kasım)

Kendine biat etmeyen herkese düşman bir düzen!

Geride bıraktığımız yılda düzenin sahipleri kendi sınıfsal çıkarları ne gerektiriyorsa onu yaptılar. Sömürülecek, yağmalanacak ne varsa onun üzerine, -aslan payını emperyalist şirketler alması kaydıyla- komprador burjuvazinin tarihsel olarak genlerinde var olan sınıf içgüdüsüyle saldırdılar.

Kırsal alanda köylünün toprağına, dağına taşına, şehirlerde kapitalist rantı yüksek olan arazilere çökerken, “yerlilik ve millilik” sloganlarını bir an olsun eksik etmediler.

“Aile değeri” adı altında örneğin LGBTİ+’lara yönelik nefret suçlarını örgütleyen bu suç örgütü, tarikat kisvesi altında kız çocuklarının cinsel istismarına sessiz kalmayı tercih etti. Tarikat ve cemaatleri, kendi iktidarının arka bahçesi yapan bu müthiş bir ikiyüzlülük sınıf tavrıyla açıklanabilirse de yeterli değildir.

Bilineceği üzere, daha önceden de tarikat adı altında, bu tür örgütlenmelerin denetiminde olan yurt ve benzeri kurumlarda küçük yaştaki çocuklara, üstelikte toplu saldırılar gündeme gelmiş, iktidar sahipleri örneğin 45 çocuğun tacize uğramasının ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun ağzından “Bir kereden bir şey olmaz” demişlerdi.

6 yaşındaki bir kız çocuğun tacize uğradığı gerçeğinin açığa çıkması üzerine tarikat ve cemaat örgütlenmeleri tekrar tartışılmaya açılsa da, bu türden örgütlenmelerin TC iktidarının doğrudan denetiminde olan kurumlar olduğu unutulmamalıdır. Türkiye gibi toplumsal formasyona sahip ülkelerde bu tür örgütlenmeler din adı altında başta ekonomik güç olmak üzere sistemin doğrudan parçasıdır.

Türkiye’de tarikat adı altında örgütlenen bu yapılar, “dünyanın nimetinden bir lokma, makamından bir hırka” söylemiyle örgütlenen yapılardan çok, faşist rejimin asli unsurlarından biri olarak işlev görmektedirler.

Üstelik ülkemizde tarikatlar sadece ekonomik anlamda değil, SADAT gibi örgütlenmelerde de tanık olduğumuz gibi kontrgerillanın örgütlendiği, sevk ve idare edildiği bir vurucu güç olarak konumlandırılıyor. Bu örgütlenmelerin Suriye iç savaşında emperyalistler ve TC eliyle “eğitilip donatıldığı”, sivil halka karşı “cihat” adı altında katliamlar işlediği, taciz ve tecavüzler gerçekleştirdiği biliniyor.

Yine bu türden örgütlenmelerin Türk hakim sınıflarının iktidar mücadelesinin ürünü olan 15 Temmuz darbe girişiminde oynadıkları rolde biliniyor. Bu nedenle TC faşizminde tarikat örgütlenmeleri halkın sömürü ve baskıya karşı acılarını uyuşturan birer afyon değil aksine İslamcı Türkçü faşist iktidarının temel araçlarından biridir. Tıpkı ordu, polis, yargı, medya gibi kitlelerin denetim altında tutulmasının, rejime yedeklenmesinin ve dahası herhangi bir hak arama eyleminde vurucu güç olarak kullanılmasının aracı olarak işlevlendirilmiş durumdadırlar.

Kimi istisnalar bu kaideyi bozmamaktadır. En büyük ve etkili tarikat örgütlenmesinin bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı olduğu dikkate alınırsa, çeşitli nüanslarla, bu türden örgütlenmelerin rejim açısından stratejik önemi daha rahat anlaşılır.

Bu nedenle 6 yaşındaki kız çocuklarının cinsel istismara uğradığı bir toplumsal düzende, bu istismarın din adına meşrulaştırılması düzenin bekası adına bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Bizzat iktidarda olan AKP-MHP faşist partilerinin yanısıra tarikatların örneğin İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik tavırları biliniyor.

TC faşizmi, özel mülkiyet sistemlerinin temel taşı olarak “kutsal aile”yi korumak adı altında, kadın cinsini denetimde tutma, dahası kendi düzenine “aykırı” davranan, “yoldan çıkan”ları, katletme, taciz etme ve baskı altına alma gibi bilinen yöntemleri uygulamaktadır.

Hakim sınıflar taht kavgasında!

2022 yılını geride bırakırken, hakim sınıflar toplumun bütün ezilen sınıflarına yönelik olarak fili ve ideolojik faşist saldırganlıklarını sürdürürken, birbirleriyle iktidar dalaşını da devam ettirdiler. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na verilen hapis cezası ve “siyaset yasağı” bu dalaşın son örneği oldu.

Türk hakim sınıflarının, “Cumhur” ve “Millet” İttifakı olarak iki siyasi kamp şeklinde konumlandığı biliniyor. Bu iki siyasi kamp arasında, çıkarlar nedeniyle geçişkenlikler olduğu da biliniyor. Seçim sürecinin yaklaşmasına paralel 2022 yılının sonunda İstanbul Belediye Başkanı hakkında verilen bu yargı kararı, bu iki siyasi kamp arasında dalaşın son örneği oldu.

Halka yönelik saldırılar son hızıyla sürdürülürken, hakim sınıflar arasında yıl boyunca süren iktidar dalaşı bu kararla biraz daha da keskinleşirken, önümüzdeki seçimlere yönelik başta adayın kim olacağı olmak üzere tartışmalar daha da arttı.

Hey şeyden önce bir noktanın altını çizmeliyiz; Verilen bu kararın bir hukuk kararı olmadığını ifade etmek gerekir. Dolayısıyla meseleyi hukuk üzerinden tartışan kim varsa bilinmelidir ki orada hakim sınıfların iktidar dalaşında taraftır. Ülkemizde hukukun burjuva anlamda dahi olmadığı bilinen bir gerçektir. Çok uzağa gitmeye gerek yok.

Aralarında “siyasi dokunulmazlığı” olan HDP eşbaşkanları ve milletvekilleri de dahil olmak üzere yüzlerce siyasetçinin “siyaseten esir” tutulması ortadır. Durum buyken, halen bir hukuk tartışması yapmak politik aptallık değilse, hakim sınıfların şu veya bu kliğinin temsilciliğini yapmak demektir.

Öncelikle şu gerçeği net olarak ifade etmek gerekir; İki hakim sınıf kamp arasında öteden beridir süregelen ve Cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılı vesilesiyle “2023 Vizyonu” olarak açığa çıkan AKP-MHP iktidarının iktidarını tahkim etme, CHP-İYİP’in düzenin restorasyonu dalaşından işçi sınıfı ve hakim sınıfların yararına hiçbir şey çıkmayacaktır.

İktidar kliği seçimleri kazanırsa aynı politikaları kararlılıkla sürdürecek, muhalif burjuva kliği seçimleri kazanırsa aynı politikaları bu kez “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adı altında sürdürecektir.

Tekrar olması pahasına döne döne hatırlatmakta fayda vardır: “Komünistler için faşizmin iki kliğinden birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünistler ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder. Bunlar arasındaki mücadeleye gözlerini yummaz. Bu mücadeleden kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, en şiddetli saldırılarını ona yöneltir. Diğer kliğin niteliğini teşhir etmekten de geri durmaz, onlarla kendi arasındaki düşmanlık çizgisinin silikleşmesine asla izin vermeyeceği gibi bu çizgiyi sıkı sıkıya muhafaza eder. Komünistler bilir ki hâkim sınıflar arasındaki bu mücadele her an ikinci plana düşüp, birleşip halka karşı savaşıma geçebilirler. Bugünkü en gerici kliğin yerini yarın diğeri alabilir. Bu gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hâkim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzer şartlara bağlıdır.” (İbrahim Kaypakkaya)

Yaşanan ekonomik krizin halk kitleleri üzerinde iktidara yönelik hoşnutsuzluğu yükseltirken, muhalif hakim sınıf kliği bu hoşnutsuzluğu kendi çıkarına kullanmak istemektedir. İktidar ise halkta var olan tepkinin farkındadır.

Bu nedenle her türlü yol ve yöntemi kullanarak seçimlere hazırlanmaktadır. Ekrem İmamoğlu hakkında verilen yargı kararı da bunun son ürünüdür.

 

Kitlelerle teması sürdürmek, örgütlenmeye ağırlık vermek!

Bu kararın gösterdiği bir başka gerçek, iktidarın bütün ırkçı şoven politikalara, hamasi propagandalara rağmen kitle desteğinin azaldığının farkında olmasıdır. Ancak hakim sınıf klikleri arasında yaşanan bu dalaşın gösterdiği en önemli gerçek, hakim sınıfları gerçek anlamda zorlayacak bir muhalefetin olmayışıdır.

İşçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarını savunan, tabandan yükselen devrimci halkçı bir muhalefetin eksiliği nedeniyle, “kardeş olan” klikler bu kadar rahat dalaşabilmektedirler.

Bu kardeşlerin örneğin Kürt ulusal sorunu söz konusu olduğunda hemen yan yana dizildikleri biliniyor. Dolayısıyla güçlü bir devrimci halkçı muhalefetin var olduğu koşullarda hakim sınıflar arasındaki bu mücadele her an tali plana düşecek, birleşip halka karşı mücadeleye girişecekleridir. Bu nedenle hakim sınıflar arasındaki bu dalaşta taraf olmak yerine kendi tarafımızı güçlendirmeyi sürdürmek gerekir.

Birleşik mücadele güçlerinin kampanya çalışması bu açıdan önemlidir. Kitlelerle temas eden, tartışan ve tartıştıran, sokağı ve mücadeleyi temel alan mücadele ve örgütlenme pratiği ısrarla devam ettirilmelidir. Hakim sınıfların her iki kliği arasında süregelen bu dalaşın işçi sınıfına ve emekçi halka hiçbir yararının olmayacağı, aksine tarihsel tecrübelerle sabit olduğu üzere daha fazla sömürü, katliam ve baskı getireceği bilinmelidir.

2022 yılına başta kurye emekçileri olmak üzere işçi sınıfının eylemleriyle başladık. Yılı bitirirken ise Filipinler işçi sınıfının ve emekçi halkının önderlerinde J.M.Sison’un ölümsüzleştiği haberini aldık. Komünist ve devrimci önderler işçi sınıfının ve emekçi halkın sınıf mücadelelerinde, devrimci eylemlerinde yaşamaya ve mücadele etmeye devam edeceğinin bilinciyle yeni bir mücadele yılına hazırlanalım.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu