GüncelManşet

BELLEK | Kimin yanına zeytin dallarının ilişeceğinden hiç kimse şüphe duymasın!

Belinde bir kuşak, altında toz toprak ve çamura bulanmış şalvar, üstünde kahve gömlek, başında savaş öncesi temizliğini yitirmiş beyaz sarık, bedeni taş kesmiş, alnı o an yeryüzü kaidesini andıran betondan kaldırıma yaslanmış, uzanıyor. Kucağında pembe bir elbiseye sarılıp sarmalanmış kundakta bebek, annesi bebeğine sarılmış, kenetlenmiş, orada olmamak, kaçıp kurtulmak kurtarmak istemiş. Bebeğin ağzı, sanki vücudunun içinde dolanan zehri temizlemek için sütü emeceği sıcak memeyi ararmış gibi açık. İçindeki zehir artık yalnızca acıya keserken içgüdüsel bir itkiyle memeye gömmek istemiş tüm suratını, o ağızdan içeri en son annesinin sütü girmiş, karın bağından aldıklarını saymazsak ilk ve tek besini de bu olmuş zaten, kısacık ömrünün.

Tam 20 yıl önce gerçekleşen, arkasında binlerce ölü on binlerce yaralı bırakan kucağında kundaklı bebeğiyle taş kesmiş kadın fotoğrafında hafızalara kazınan ve bu fotoğrafla on binlerle çarpılan acının anlatıldığı yer, Halepçe.

Dünyanın herhangi başka bir yerinde var mıdır bir ulus adının katliam kelimesini, katliamında o ulusu bu denli çağrıştırdığı. Şüphesiz vardır, çünkü dünya böyle bir yer. Halepçe’yi “Me gotî Hîtlerî miriy, carê şîn na bitin/ Me nizanî dê kurê wî Bexda mezin bitin…” sözleriyle anlatmamış mıydı Eyaz Yusif. Dünya sanki içinde düşmanlar olmadan dönmeyecek gibi. Hep düşmanlar olmuş, hep azınlıklar, hep gayri-lar, hep ötekiler. Adına iktidar denilen çürümüş pislik yumağı içinde bulunduğu dünyayı da çürütmek için her gün yeniden ve yeniden var etmiyor mu bir biçimiyle kendini. İktidar kendini bile betimlerken düşmanı üzerinden başlamıyor mu söze; “Öteki neyse o, o olmayan”. İktidar tektir bunun için, başka bir şeye yer yoktur onda. Dünya haritası üzerinde ne kadar çok çizgi var bir yerleri bir yerlerden ayıran, bundan daha çok düşmanlar vardır. O, yedi düvele karşı hep tektir; dili, dini, vatanı, bayrağı her zaman tek. Dışarda düşman yoksa ya da ona rakip olamayacağını biliyorsa ya da silikse bu, sözdeyse düşman, o halde iktidar içe yönelir. Düşman içerden bulunup çıkartılır, çünkü düşmanlık onun varlığına ilişkindir, özüdür, kendisi etse düşmanı tırnaktır. İktidarın olduğu, daralıp güçlenme eğilimini gösterdiği her yerde bu böyledir. Elinde kutsal saydığı bir kitap bulunur, yaptıklarının meşruiyeti buradan gelir. “Eey!”le söze başlar, bir gece ansızın gelme tehdidi hep dilindedir. Bu topraklarda kardeşin, babanın, oğulun, katli hala vacip değil midir?

Yine bir mart ayından geçiyoruz sessiz sedasız, martın içi çığlıklarla dolu. İktidar yine düşmanına dikmiş gözünü, OHAL’le, KHK’yla kabuğuna çekilip vuruyor sağa sola, kendi gücünü pekiştirmek için. Bu kelimelerin dizildiği gazete dahi kaç defa kapatılıp kaç defa “basılmadı” mı bu uğurda!

Yine içi çığlıklarla dolu bir mart ayından geçiyoruz. 16-18 Mart 1988 Halepçe, 12 Mart 1995 Gazi ve Ümraniye, 12 Mart 2004 Qamişlo. Tarihleri birbiri ardına koymak bile ağır. Sınırın her yakasından bir katliam düşüyor payımıza. Aynı soydan, aynı anne-babadan olmasak kaç yazar, coğrafyaya karışan kanımızla kardeş olmuşuz işte.

Sınırın bir yakasında, MİT’i, JİTEM’i; diğer yakasında, El Muhaberat’ı, ötekinde Saddam Hüseyin ve Saddam Hüseyin’in kuzeni -kimyasal Ali- Hasan Ali Mecid’i. Bunların hepsi aynı çarkın yan yana dizilen dişlileri, aynı kodla yazılan makinanın çıktıları gibi aynı amaca hizmet ediyor, benzer tepkileri veriyorlar.

Sınırın kuzeyi, Türkiye sahası, 90’lı yılların; artan yoksulluğu, işsizliği ezilenlerde biriken öfke ve bunun örgütlenmesi, halkın öfkesinin her taşın ardından her toprağın altından bir bir yükseliyor oluşu devleti harekete geçirdi, iktidara göre bunun önünün alınması gerekirdi! Çözüm Alevilerin ve devrimcilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde katliamların icrası oldu. Bir takside bulunan silahlı faşistler 12 Mart’ta Gazi Mahallesi’nde kahve ve pastaneleri taradı, bir alevi dedesi katledildi. Daha sonra yine bu kişiler tarafından taksicinin infaz edildiği öğrenildi. Bugünün ardından ülke genelinde protestolar gerçekleştirildi, Gazi Mahallesi’nde cenazeyi bekleyen kitle üzerine polis panzerleri üzerinden hedef gözeterek ateş açıldı. Ülke genelinde protestolara katılanlara devlet güçleri tarafından silahla saldırıldı, Gazi Mahallesi’nde 17, Ümraniye’de 6 kişi katledildi.

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, 23 kişinin devlet güçleri tarafından katledilmesinin ardından “Açıkça söylüyorum; devlet bu kadar sağduyulu ve olaya bu kadar hakim olmasaydı, bugün kontrol altına alınmış olan bu olay çok daha vahim bir hale gelebilirdi” dedi. Bu katliamla ilgili yargılanan ve kitle üzerine ateş etme görüntü kayıtları bulunan polislerin tamamı devam eden süreçte cezasız bırakılarak mesleklerine geri döndü. Ergenekon davası 9 numaralı gizli tanığı, katliamın JİTEM’in kurucusu Veli Küçük’ün talimatıyla, Osman Gürbüz tarafından gerçekleştirildiğini açıkladı. Tarih aynı günleri, farklı tarihlerde farklı kişilerle yaşatıyor, tarih tekerrür ediyor sanki. Ancak tarihin tekrarı bir yerde mutlaka kesintiye uğrayacak, gelen bir dalga tarihin tüm hesapsızlığına karşı tüm hesapsızlıkların da hesabını soracak…

Sınırın batısında ise Kürt ulusunun özgürlük arayışı her parçada olduğu gibi burada da kanla bastırılmak istendi. 12 Mart 2004’te, o zamanlar gazetelere “Suriye’nin kuzeyinde bir şehir olan Qamişlo” diye geçen şuan ise Qamişlo dendiğinde herkesin aklında neresi olduğu bilinen kantonda bir katliam gerçekleştirildi. Amaç Arap halkı ile Kürt ulusu arasındaki farklılıkları ayrımcı politikalar aracılığıyla derinleştirmek ve bir çatışma ortamı yaratmak. Elbette El Muhaberat iş başında. Qamişlo’daki bir stadyumda fitili ateşlenen çatışmaların ilk gününde 9 Kürt katledildi ve çatışmalar Rojava’nın bütününe hatta, Halep ve Şam’a kadar uzandı. Kürt halkının bu isyanı Suriye tarihine Kürt halkının ilk isyanı olarak geçti. Bu sürecin ardından Türkiye’de şu an işletilen sürece benzer bir şekilde, Kürt köy ve kasabalarının araları askerlerle kapatılmış, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, birçok Kürt gözaltına kaybedilmiş, birçok Kürt öğrenci okullarından atılmıştır. İşte öldürmeyle, hapishanelere tıkmayla bitiririz biz bu işi diye düşünenlerden tarihin her zaman tekrar etmeyeceğini gösterircesine hesap soruluyor bahsi geçen kantonda…

Sınırın doğusunda Irak’ta ise Kürt ulusunun mücadelesi bastırılmak için dönemin Irak-İran savaşı fırsat bilindi. Bu devletler için kendi sınırları içerisinde ya da dışında savaş ve çatışma olduğu durumlarda uygulanan bilindik bir yöntemdir. Almanya’da Yahudi, Türkiye’de Ermeni soykırımları böylesi süreçlerde gerçekleştirilmiştir. Halepçe’de bulunan Kürtlere yönelik saldırı da böylesi bir soykırım operasyonunun parçası olmuştur. Irak’taki “Kürtlerden sonsuza dek kurtulmak” amacıyla Saddam Hüseyin öncelikle Baas Partisi’nin Kuzey Bürosu’na Hasan Ali Mecid’i atadı. Bunun ardından Hasan Ali Mecid’in başında olduğu Kürt halkına yönelik Enfal operasyonu başlatıldı. Bu operasyonun adı Kuran’da geçen Enfal Suresi’nde alınmıştır. Bu da operasyonların amacını anlatmaya yetmektedir. Enfal’in ganimet anlamına gelmesi ve 8. Ayetindeki “Ve Allah, iki taifeden birinin sizin olmasını, size vaadediyordu. Ve siz, silâhsız olanın sizin olmasını temenni ediyorsunuz. Ve Allah (da) O’nun (Kendi) sözleri ile hakkın gerçekleşmesini ve kâfirlerin arkasının (neslin devamının) kesilmesini istiyor” demesi Irak devleti tarafından gerçekleştirilen operasyonların hedefini de göstermeye yetmektedir. Kürt ulusuna yönelik Enfal saldırıları, Türkiye’de Ermenilere yönelik soykırım saldırılarına ve mal varlıklarının nasıl Türkleştirildiğine benzemektedir. Halepçe’deki kimyasal saldırılarda 5 bin kişinin katledildiği belirtilirken, Halepçe katliamını da içerisine alan Enfal saldırılarında 100 binin üzerinde insanın katledildiği düşünülmektedir. Öldürmek dışında akıllarında hiçbir çözüm yer almayan asalak iktidarlar için tarihin her zaman tekrar etmeyeceğini gösteren bir örnekte buradadır. On binlerce insanın katledilmesi, Kürt ulusunun haklarını almasının önünde duramamıştır.

Şimdi adını her ne koyarlarsa koysunlar, Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı operasyonlarıyla özgürlükleri için direnen milyonları bitireceğini hesap edenler, halkın üzerine bombalar yağdırarak katledenler kendi sonları ve cehennemleri için odun taşımaktadırlar. Bugün siyaset insanından çok mahalle kabadayısı gibi ortalıkta dolanan, her yana her şeye esip gürleyen, cümleleri oldukça iddialı, ağızları salya elleri kanlı olanlar yüksek güvenlikli koruma ve tasmalı yargılarıyla kendilerine hiçbir şey olmayacağını sananlar yanılıyorlar. Enfal operasyonlarını yürüten Hasan Ali Mecid’in idam kararının yazıldığı kalem ve Mecid’in boynuna dolanan ip bugün Halepçe’de sergileniyor. Yarın bitirme hevesiyle bitenlerin kim olacağından, kimin yanına zeytin dallarının ilişeceğinden hiç kimse şüphe duymasın.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu