Pusula

Bebeğim, gözbebeğin gözbebeğimizdir! Yüreğini ferah tut!

“Eğer ben Diyarbakır’a gitmezsem ölürüm!”

Böyle diyordu Güzel Ana, onu sonsuz yolculuğuna çıkaracak olan beyin kanaması zalimliğinin azizliğine uğramadan sadece birkaç saat evvel.

Oysa 17 Eylül Pazar günü İstanbul-Kartal’da Alevi kurumlarının çağrısıyla gerçekleşen mitingde fenalaşmış, apar topar hastaneye götürülmüştü daha yeni… Oysa hastaneye yatışı yapılmış ama o sadece yeğenine haber vererek kendi deyişiyle “bir yolunu bulup hastaneye yatmayacaktı”.

O gece Serdar Can’ı yitirdik önce…

O kadar an’sız, o kadar erken ve o kadar ani idi ki bu gidiş, hiçbirimiz dur diyemedik Serdar’a… Biricik abimize… Amed’in şen ve bir o kadar da Qırıx evladına…

Güzel Ana bir evladını yitirmişti, o da dur diyememişti ona, bu yüzden son görevini yerine getirmek için koşuverdi cenazeye…

Tıpkı yıllarca her hafta koştuğu Galatasaray Meydanı’na koşar gibi… Her hafta darp edileceğini, gözaltına alınacağını bile bile…

Tıpkı evlatları dört duvar arasında ölümüne açlığa yattığında, faşizme karşı direndiğinde hapishane önlerini mekan eylediği gibi…

Tıpkı halk savaşçılarının her birini toprağa vermek için ülkenin dört bir yanına koşar adım gider gibi…

Yine bir evladı için koştu! Sırtladı koca evladının tabutunu ve son yolculuğuna uğurlamak istedi. Hatta tüm uyarılara rağmen kulağını tıkadı kendisine “Ana yapma, gitme Diyarbakır’a” diyenlere ve eğer oraya gitmezse işte o zaman öleceğini söyledi evlatlarına.

Ancak bu kez 74 mücadele dolu yılın ağırlığına yenilen vücudu ihanet etti ona. Hastanede geçen iki endişeli günün sabahında Güzel Ana, sonsuz istirahatine çekildi.

 

“Oysa sanıyorduk ki ölümsüzsün, bizim cenazemizi de sen kaldıracaktın!”

Oysa daha geçtiğimiz hafta Cumartesi günü, yine Cumartesi Anneleri’nin eyleminin ardından Hazzopulo Pasajı’nda çaylarımızı yudumlayıp sohbet ediyorduk.

Dersim’i, oradaki yoldaşları merak ediyordu en çok.

O gün akşam saatlerinde geçtiğimiz günlerde Rojava’da şehit düşen BÖG’lü Ulaş Adalı için gerçekleşecek anmayı konuşuyorduk bir yandan.

Bir etkinliğe gelemeyeceğini söylemeden önce her zaman üzerine hafif bir çekingenlik gelirdi, utanırdı bir etkinliğe-eyleme-anmaya gidemeyecek olmaktan. Oysa neredeyse hayatının her gününe bir eylem sıkıştırmıştı.

Yine o çekingenlikle kaç zamandır kendisine misafir gelmek isteyen, Cumartesi Anneleri’nden bir arkadaşının kendisine o gün misafir geleceğini, ama istersek o arkadaşına gelmemesini söyleyebileceğini anlatıyordu. “Önemli değil”di, bir anma “onsuz da olabilir”di, “arkadaşıyla yeniden konuşmasına gerek yok”tu.

O gün iki kez vedalaştık.

İlkinde tam kalkarken bir konu yeniden açılmış, Güzel Ana bir anısını anlatmıştı: Yine bir eylemde polis saldırmış, etrafı gaza boğmuş, eylemcilere zulmedip duruyormuş. Tam o sıra Güzel Ana, çıkmış bunların karşısına “Hadi gel! Erkeksen, o kafandakini çıkar, elindekini bırak gel burada seninle güreşelim!”

Alem kadındı, gülmüştük kıkır kıkır!

“Ya polis dediğini yapsaydı?”

“Yapsın, azdan az çoktan çok gider” diyordu bu kez.

Yine bizi bir gülme aldı, yeniden öpüştük, vedalaştık. Ayrıldık.

Onu orada son kez göreceğimizi asla düşünmemiştik. Bir yoldaşın dediği gibi “Onlar, analarımız hiç ölmeyeceklermiş gibiydiler! Ölümsüzdüler”

“Biz evlatlarını da onlar gömecekti!”

“Bizim ardımızdan da son sloganlarımızı, marşlarımızı onlar söyleyecekti!”

Ama olmadı işte! Güzel Ana, Hazzopulo Pasajı’nın sandalyelerinde kaldı, biz oradan çıkarken… Kulaklarımızda ise “Kendinize iyi bakın bebeğim!” sözleri…

Bebeğim!

 

O “umut” ki 45 yıldır dimdik ayakta!

Herkes Güzel Ana’nın aslında tam da istediği gibi sonsuz istirahatine çekildiğini düşünüyor. Evet, öyle oldu!

Nerede bir zulüm, haksızlık ve ona karşı direniş varsa hep o mekanlarda olan ve eğer kendisine haber edilmeden herhangi bir etkinlik gerçekleşiyorsa ilk fırsatta yapanlara eleştirilerini söyleyen Güzel Ana bir mitingden bir cenazeye koşarken veda etti bize.

İki eylem, iki eyleyiş, iki kutsal görev arasında!

Ancak 74 yılına sığdırdığı bu gıpta edilecek direniş ve mücadeleyi, yalnızca kişi-kişilik olarak görmüyordu. Onun inandığı, uğruna çocuklarını, torunlarını bu yolda eğittiği bir “umudu” vardı.

O “umut” ki 45 yıldır dimdik ayakta!

O “umut” ki nice darbeler aldı, nice hatalar yaptı ama devrim ve komünizm davasından, Kaypakkaya’nın öğretilerinden ve diyalektiğinden asla caymadı!

O “umut” ki uğruna yüzlerce devrimci canını verdi, vermeye devam ediyor!

Güzel Ana o “umudu”, Proletarya Partisi’ni gözbebeği gibi görür, gözbebeği gibi korurdu. Tam da bu yüzden son zamanlarda Proletarya Partisi içerisinde yaşanan sorunlarla en yakından ilgilendi, tavır aldı. “Umudun” baltalanmasına tahammül yoktu onda!

Yakın zamana kadar yoldaş olduklarına, Güzel Ana’nın evlatlarına el kaldıranların yüzlerine tükürmekten ve yüzlerine gerçekleri haykırmaktan geri durmadı. Kapı kapı dolaşıp gerçekleri şehit ve tutsak ailelerine anlatma çabası içerisine girdi ve bizleri de hep bu yola sevk etti. Giderek devrimcilikten uzaklaşan bu kesimi, kaygıyla izledi, üzüldü, öfkelendi ve her seferinde bizlerin gerçekleri daha fazla kitleye ulaştırarak bu sürecin üstesinden geleceğimizi söyledi.

Yüreğinde kaygılarla ama inançla ama “umudunu” son nefesine kadar gözbebeği gibi koruyarak şehitler kervanına katıldı.

Hala birileri “aslında tavrı net değildi” diye konuşsa da,

birileri ona “umut”tan yana tavrını koyduğu için parmak sallayıp tehdit etmesine rağmen “bizim cenazemiz” diye taziye evine “reklam kokan hareketlerle” koştursa da,

birileri “popülist yaşlı kadın” şeklinde dedikodusunu yapıp sonra da arkasından pankart yarışına girerek Güzel Ana’nın anısına, fikirlerine, düşüncelerine saygısızlık etse de…

Onun gözbebeği gibi koruyup kolladığı, her daim koynunda taşıdığı “umudu”, “umudumuz” olmaya devam edecek, hiçbir zorbalık elbette buna engel olamayacak!

 

Selam söyle bizden, gittiğin yerdeki tüm yoldaşlara…

Henüz 18’inde Aliboğazı’nda şehit düşen Doğuş’umuzun yaralarını sıkıca sar,

Doktor’a, o allahsıza neden senelerdir mektup yazmadığını sor,

Gamze’ye parçalanan her zerresinin öfkemizde birleştiğini anlat,

Nubar’a Dersim’deki yoldaşların sağsalim olduğunu ve onu kendilerini görmeye gelip haftalarca beklediği halde göremedikleri için ne kadar üzgün olduklarını söyle,

Serdar’a kitaplarının yarım kalmayacağını, en az işlediği zarif gümüş küpeler kadar her adımında mücadelemize işlediği “Komutan cephede komutandır” sözlerinin de kulaklarımızda asılı kalacağını de…

Bebeğim,

Güzel Ana’m,

gözbebeğini gözbebeğimiz gibi korumaya andımız var!

Sen de yüreğini ferah tut!

 

Bir “Bebeğin”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu