Emek

“En büyük ABD karşıtları” mı, ABD’li sermayenin koruyucusu mu?

Ekonomik krizi “dış güçlerin oyunu” olarak lanse eden ve “ABD karşıtlığı” maskesi ile bugünlerde “göz dolduran” AKP iktidarı söz konusu işçi sınıfının hakları olunca birdenbire bu karşıtlığını unutarak ABD’li patronların korumacılığını açık etmiştir.

Sendikal mücadele işçi sınıfı için hayati bir önem taşıyor. Sanayi devriminin ardından kapitalizmin yükselmesiyle birlikte fabrikalarda büyüyen işçi sınıfı patronlara karşı örgütlenmeye başladı. 1900’lü yılların başında patronlara karşı kendi haklarını savunmak çerçevesinde kurulmaya başlayan ve dernekler çerçevesinde ilk örnekleri görülen sendikalar, başladığı dönem itibaren en çok devletler tarafından en çok saldırılan kurumlar arasında yer almıştır. Sanayi devriminden önce de ufak çaplı örnekleri olan işçi örgütlenmelerinin en ünlüsü Londralı bir kunduracı olan Thomas Hardy tarafından 1792′de kurulan İletişim Derneği’dir. Aynı yıllarda birçok işçi derneği ve kooperatif de kuruldu. Binlerce İngiliz işçi bu dernek ve kooperatiflere üye oldu.

Ülkemizde de işçi sınıfı tarihi eskiye dayanır. Osmanlı döneminden sonra TC devleti kuruluktan sonra işçi sınıfının ilk örgütlenmeleri görülmüştür. Bunlardan ilki olan Amele Teali Cemiyeti’dir. TC devletinin kurulduğu ilk yıllarda 1924’te Amele Teali Cemiyeti kuruldu. Osmanlı’dan o döneme bölük pörçük devam eden işçi mücadeleleri Amele Teali’nin çatısı altında bir araya gelmeye başladı. 1925 başlarında bu örgütlenmenin 30 bini aşkın üyesi bulunuyordu. “İş Yasası tasarısının” hükümet gündemine girdiği 1925’te 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak tanınması, işçi sınıfının ve Amele Teali’nin en önemli talepleri arasında yer aldı. Dönemin hükümeti, işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele gününü amacından saptırmak için, 1 Mayıs’ı “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak ilan etti ve 1 Mayıs tarihte ilk kez resmi bir gün olarak tarihe geçmiş oldu.

Yine o dönemde Şeyh Sait isyanının ardından bugünlerde benzeyen bir olay tarihte yaşanmış oldu. Şeyh Sait isyanın ardından ülkede tüm örgütlenmeler yasaklanarak sendika çerçevesinde olan örgütlenmeler imkansız hale geldi. Şeyh Sait ayaklanmasını bahane eden dönem hükümeti ülkedeki tüm örgütlenmeleri illegal konumuna getirecek Takrir-i Sükun yasasını çıkardı. Bu yasa özellikle gelişmekte olan işçi sınıfının sendikal hakkını elinden aldı ve uzun süre yürürlükte kaldı. Yine de mücadelelerinden taviz vermeyen işçi sınıfı dönemde bu yasaya rağmen. 1 Mayıs 1927’de 2000’e yakın işçi iş bırakarak Amele Teali’nin binasında toplandı, 1 Mayıs’ı kutladı. 1927’nin sonlarında Amele Teali Cemiyeti ‘yasadışı’ ilan edilerek kapatıldı. 150 sendika üyesi ve cemiyetin yönetim kurulu üyeleri tutuklandı, pek çok kişi işkence gördü. Cemiyet binasına el konuldu.

Geçmişin mirasçısı olan ve geçmişten devraldığı işçi emekçi ve tüm ezilenlere yapılan faşizm hala günümüzde de devam etmektedir. Belki direk Takrir-i Sükûn gibi yasalar yürürlükten kaldırılsa da, sendikalı olmak sendikal mücadele içersine faaliyet yürütmek hala devlet nezdinde suç unsuru teşkil etmekte. Globalleşen ekonomiye birlikte sermayenin tüm dünyada dolaşımı açısından belirli hak ve özgürlükler ezilenler cephesinden uzun mücadele sonucunda kazanılsa da hala sendikalaşmak merkezi otorite ve patronlar açısından kabus olarak ele alınıyor. Bizim gibi ekonomilere sahip olan ülkelerde fabrikalar sendikalaşma hala yasaklanmaya çalışılıyor. Son dönemde uzun yıldır hükümette olan artık devlet içersinde tam anlamıyla örgütlenen AKP hükümeti döneminde daha da sendikalaşmaya savaş açılmaya başlandı. Kısa dönemde ekonomik kriz de lehine çevirmeye çalışan ve bu krizi emekçilerin sırtına yükleyen AKP hükümeti sendikalaşan veya greve giden işçileri işten çıkarılmalarını ve işten atılmalarını, greve giden işçilere saldırıp gözaltına almalarının meşru kılmaya başladı. TC devletinin ilk kurulduğu dönemki baskı ve saldırı furyasına benzer bir saldırı ile karşı karşıya olan işçi sınıfı tüm bu baskılara rağmen mücadelelerini sürdürmeye tüm kararlılığıyla devam ediyor.

Cargill direnişine saldırı

Egemen sınıfların krizinin derinleşmesi ile işçi sınıfının işsizliğe, hak gasplarına ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı direnişlerinde de gözle görülür bir artış yaşanıyor. Ancak bu artışın işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Keza her ne kadar işçiler bu direnişleri sırasında çoğunlukla sendikalarına, örgütlü olma haklarına sahip çıkmak için direniş sergileseler de sendikaların bu direnişler karşısında yaklaşımları, işçi sınıfının öfkesini sönümlendirme ve geri adım attırmaya dönük olmaktadır. En iyi ihtimalle ilerici nüveler barındıran sendikalar ise bu direnişler karşısında güçsüz kalmakta, yeterli gelememektedirler.

Ancak tüm bu ahval, işçi sınıfının ayağa doğrulma çabalarını engelleyememekte, işçi ve emekçiler her fırsatta soluğu direnişte almaktadır. Hem de sadece patrona ve dayatmalarına karşı değil, devlet ve kolluk güçlerine karşı direnmeyi de göze alarak bunu yapmaktadırlar. 3. Havalimanı işçilerinin direnişinin yanı sıra buna bir örnek de 150’yi aşkın gündür devam eden Cargill direnişidir.

Bursa Orhangazi’de 1999 yılında nişasta bazlı şeker ve hayvan yemi üretmeye başlayan ABD’li gıda tekeli Cargill fabrikasında çalışan işçiler, çalışma koşullarına karşı Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlendikleri için işten çıkarılmış ve işçiler 150’yi aşkın gündür eylemlerle seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Yaptıkları eylemler sonuca ulaşmayınca işçiler eylemlerini başka bir boyuta taşıyıp, Cargill’in merkezi yönetiminin olduğu İstanbul’a 13 Eylül günü bir yürüyüş başlattı.

İşçilerin yürüyüşlerinin 5. gününde ilk olarak Gebze’de bulunan Flormar işçilerinin direnişini ziyaret ederek sınıf dayanışması örneği sergilemiş, ardından da yollarına devam ederek İstanbul sınırlarına dayanmışlardır. ancak tam bu sırada Tuzla’da polis tarafından yolları kesilen işçiler, “yasadışı eylem yaptıkları” gerekçesiyle gözaltına alındılar. Ancak bu gözaltı saldırısı da devlet ve kolluk güçlerinin patrondan yana olduğunu bir kez daha teyit etmenin ötesine geçememiş, işçileri yolundan alıkoyamamıştır. Akşam saatlerinde serbest bırakılan işçiler, geceyi Kartal Meydanı’da geçirmiş, ertesi gün ise (18 Eylül) Cargill Genel Merkezi önünde eylemlerini gerçekleştirdiler.

“Hesaplaşma gününe hazırlanın!”

Ekonomik krizi “dış güçlerin oyunu” olarak lanse eden ve “ABD karşıtlığı” maskesi ile bugünlerde “göz dolduran” AKP iktidarı söz konusu işçi sınıfının hakları olunca birdenbire bu karşıtlığını unutarak ABD’li patronların korumacılığını açık etmiştir. Görüne o ki, bu “ABD karşıtı” iktidar da “dış güçlerin oyunu” olan ekonomik krizin, buhranın faturasını yoksul halka kesecek, buna karşı çıkan işçi ve emekçilerin karşısına ise “dış güçlerin” koruması olarak çıkarak baskı ve zalimlikte sınır tanımayacak!

3. Havalimanı, Cargill ve son olarak da Media Markt işçilerine dönük polis saldırıları bu tablonun sadece küçük bir parçası… Hükümetleri dönemi boyunca onlarca işçi grevine yasak koyan, OHAL’i patronların selameti için kullandıklarını bizzat “başkanları” aracılığıyla dile getiren işçi düşmanı iktidarın, bundan sonraki süreçte izleyeceği yol oldukça açıktır. Ancak işçilerin kararlılığı da, “köle değiliz” çığlığı da açık bir karşı koyuşun göstergesi ve patronlar ile onların koruyucusu devletluların saraylarını sarsacak gücün varlığın habercisidir. Kendini yakan işsizler, intihara sürüklenen emekçiler korkunç bir hesaplaşma gününün yakınlaştığını göstermekte ve korkudan dizlerinin bağı çözülmektedir. Hesaplaşma gününe hazırlanın!

Bir ÖG okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu