Makaleler

Sandık egemenlerin ise sokak bizimdir!

7 Haziran seçiminde tek başına hükümet kurma şansını elde edemeyen AKP, 1 Kasım “yeniden seçimi”nde % 50 oy alarak rahatlamış gözüküyor. Bu rahatlama kuşkusuz kendileri açısından saltanatlarını sürdürebileceklerini düşünüyor olmalarından kaynaklıdır. Ancak gerçeklikleri ortadadır ki hakim sınıfın yönetememe krizi sürüyor.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a gelinen süreç içerisinde devletin katliam, baskı, tutuklama, haksız savaş politikaları 1 Kasım seçimlerinin sonucuna doğrudan etki etti. Bu politikalar kitleler üzerindeki şovenizmi körükleme ve kışkırtma amaçlıydı; kısmi olarak başarılı da oldu. Açıktır ki AKP saldırganlık, baskı, tutuklama, katliam ve hileyle hurdayla bu oy oranına ulaştı.

Devletin katliamcı politikası

7 Haziran Seçimi’nin hemen ardından katliam ve baskı politikalarını en ağır haliyle devreye sokan devlet, Türkiye Kürdistanı‘ndaki sokağa çıkma yasakları ve katliamlarla birlikte aralarında 35 günlük bir bebeğin de olduğu onlarca insanı kolluk kuvvetleriyle katletti. Katliamların yapıldığı yerlere baktığımızda özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin güçlü olduğu, HDP’nin en çok oy aldığı yerlere saldırı olduğu dikkat çekiyor. Ancak bu saldırılara karşı da özsavunmayı kuşandı.

Suruç ve Ankara katliamları, devletin ne denli gözünün dönmüş olduğu ve faşizmin geldiği son noktayı temsil etmektedir.

Yapılan katliamlardan sonra havuz medyasının AKP’yi mağdur gösterme çabası ise utanmazlığın ve aymazlığın sonucudur. Burjuva-feodal medyanın her türlü olanağından yararlanarak seçime giren AKP kliği, devrimci, demokrat, yurtsever basına da saldırılarını sürdürmekten geri durmadı. Bu süreçte bir tarafta her türlü olanağı kullanarak seçime girenler bir tarafta da her türlü baskıya, katliama karşı direnerek miting dahi yapamadan seçime giren HDP vardı. Bütün bu şartlar altında HDP, oy oranındaki düşüş ile birlikte barajı aşmayı başardı. Oy oranındaki düşüşü ayrı olarak değerlendirmek gerekirken HDP’nin bütün bu saldırılara karşı meclise girmesi başarılı bir noktada durmaktadır.

Önemli olan sandık değil sokak!

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise 1 Kasım seçiminin yarattığı etkidir. Seçim sonuçlarından çok büyük beklentisi olanlar açısından yarattığı hayal kırıklığı havası seçimin hemen ardından hakim olmaya başladı. Demokrasinin seçimlerle geleceği, sömürünün kalkacağı, ulusal sorunun çözüleceği vb. birçok sorunun seçimlerle halolmasınışünmek büyük bir yanılsamadır. Bu açıdan sorunu doğru kavramak, HDP’nin barajı aşmasının önemini ve gerçekliğini doğru tespit etmek gerekir.

AKP’nin 2011 seçimlerinde aldığı oy oranını yakalaması, 4 yıllık süreci görmezden gelmemize sebep olmamalıdır. AKP kuşkusuz ki aynı noktada değildir. 2011 seçimlerinden sonraki süreçte yönetememe krizi ile birlikte kitleler nezdinde açığa çıkan Gezi İsyanı önemli noktada duruyor. Özellikle işçi sınıfındaki hareketlilik gerçekten kayda değerdir. Metal işçilerinin direnişleriyle başlayan rüzgar 5-6 ayda bütün Türkiye’de karşılık buldu. Hemen hemen her gün grev ve direniş haberleri gelmeye devam ediyor. Öyle ki AKP’nin en çok oy aldığı aynı zamanda Erdoğan’ın memleketi olan Rize’de yer alan Türkiye’nin en büyük bakır madeninde işçiler greve çıkmıştır.

Bu işçi direnişlerinde sınıfın yanında yer almak ve sınıfın sesine ses katmak bizim için devrimci bir görevdir. Sınıfın o devrimci öfkesini direnişlerde, grevlerde, sokaklarda yayabilmek önemli bir noktada duruyor. Seçim sonuçları da bir kez daha göstermiştir ki halkın muhalif sesi sandıkta değil, sokakta güzeldir. Özellikle seçim süreçlerinde sokağın nabzının tutulmaması, pasifizmin etkisi ile beraber sokak eylemliklerinin azalması, olan eylemlerde de düşmana karşı net bir iradenin ortaya koyulamaması gibi sorunlardan artık derslerin çıkarılması gerekmektedir.

Yapılan katliamlara karşı sokakların yanıp tutuşması gerekirken özellikle sendikaların ve reformist örgütlerin engellemeleri ile kitlelerin devrimci öfkesini düşmana yansıtmaları engellenmiştir. Bizim bu noktada sorumluluklarımız ve görevlerimiz artmaktadır. Kitlelerin öfkesini sokağa taşıyarak, o öfke patlamasınışmanın yüzünde patlatmak anın görevidir.

Bu süreçte Türkiye Kürdistanı’nda katliamlar olurken özellikle batı illerinde sokağa çıkıp ses çıkarmayan HDP’yi de eleştirmek gerektiğini düşünüyoruz. Fakat bu sadece HDP’ye indirgenecek bir sorun değildir, Türkiye Devrimci Hareketi de bu noktada atıl kalmıştır.

Önümüzdeki günlerde devrimci örgütlere büyük sorumluluklar düşmektedir. İşçi sınıfı direnişleri ve halkın öfkesini sokaklara yansıtabilmek ve bu öfkeyi örgütlü bir güç haline getirerek egemenlerin yönetememe krizini derinleştirip, düşmana darbe indirmek açısından önemlidir.

Yeni bir Gezi’nin dinamikleri mevcut

İkinci bir Gezi İsyanı‘nın olmaması için hiç bir sebep yoktur. Şartların uygunluğu ve 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarının da bunda etkili olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı 2011 seçimlerindeki gibi muhalif olan halk kesiminin sandığa olan güvensizliği ortaya çıkmıştır. Bu sefer ki isyan patlamasının bir öncekinden daha şiddetli olacağı aşikardır. Sokakların zaptedilmesi, kitlelerin öfkesinin sokaklarda yankı bulması en önemli görevlerimizden birisidir. (Bir okur)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu